26 Aralık 2017

Son KHK’lar ve trafik kaosu

Ortalık son KHK’ların gündemiyle meşgul.

OHAL kararnamesiyle Gemlik yeni yerine taşınıyor, taşeron işçilere kadro veriliyor, savunma alanında yeni bir KİT kuruluyor. Dahası Vakıfbank’ın hisse yapısı değişiyor. Hazine bankaya özel tertip devlet iç borçlanma senedi ve kira sertifikası veriyor. T. Varlık Fonu’nun daha fazla borçlanmasının önü açılıyor. Böylelikle ikinci kamu hazinesine doğru bir adım daha atılıyor. En önemlisi bazı bütçe işlemleri bütçe dışına çıkarılıyor. Bir mali kural olan kamu borçlanma limiti bir kez daha deliniyor.

Böylelikle mali disiplin artık sadece bütçe açığına bakılarak karar verilen bir kavram olmaktan çıkıyor. Çünkü turpun büyüğü heybede, bütçe dışında.

Bu konularda çok yazdım. Kendimi tekrarlamaktan ve sizleri sıkmaktan çekindiğim için konuya tekrar girmeyeceğim. Ama sivillere “eylem bastırma yetkisi(!)” veren meşhur 121. Maddenin, bu haliyle, ülkenin demokrasi geleceğine dinamit koymak olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Acilen kaldırılmamasının sonuçları sadece sosyo-politik dengeleri değil, doğal olarak, ekonomideki risk algısını da olumsuz etkileyecektir. Bu bağlamda yerli ve/veya yabancı sermayenin doğrudan yatırım kararlarını askıya almaya başladığını duyarsanız şaşırmayın.

Gelelim bugün ele almak istediğim trafik kaosu konusuna.

21 Aralık 2017

Çin dünya dengelerini değiştirecek bir şey yapıyor

Her büyük krizin yıkıcı etkisi olduğu kesin. 2008 Küresel Krizinden sonraki dünya eski dünya değil. Soğuk Savaşın ardından dünyada tek süper güç olduğunu düşünen ABD, değişen dengelere ayak uydurmakta zorlanıyor. Karar alma mekanizmalarının etkin çalışmaması nedeniyle, AB siyasi ve ekonomik alanda yalpalamaya başladı. Çin ekonomik alanda Rusya ise askeri sahada biz de varız diyorlar ve sık sık AB/D ile karşı karşıya geliyorlar.

Trump yönetiminin son Ulusal Güvenlik Strateji dokümanı neredeyse tamamen bu başlık etrafında yazılmış. Varsa Çin yoksa Rusya.

ABD’nin Çin ile çeşitli dertleri var. Örneğin çelik ve alüminyum ticaretinde damping uygulamaları, fikri mülkiyet hakları ihlalleri gibi konular, Dünya Ticaret Örgütünde (DTÖ) çok sert tartışmalara sahne oluyor. Amerikalıların, IMF ve Dünya Bankası’ndan faklı olarak, eşit oy sistemiyle karar alan DTÖ’nün yapısını beğenmemesinin ana nedeni, burada kimseye bir yaptırım uygulayamamaları.
Bunlar yetmezmiş gibi, Çin, dünyaki ticaret dengelerini kökünden değiştirebilecek yeni bir adım atıyor.

Haberlere göre, Şangay Borsası türev piyasasında, “altına çevrilebilen yuan esaslı petrol (futures) türev işlemi” başlatılacakmış. Dahası işlemler yabancılara da açık olacakmış.

17 Aralık 2017

Diyarbakır’daki taziye çadırları ve finansallaşma

Önce geçen hafta basında yer alan haberi hatırlatayım.
13. Aralık.2017 tarihli Yeni Şafak: “Borç batağına düşenler müftüye koştu. Güneydoğu Anadolu’da taziye çadırlarında, 3 gün öğle ve akşam yemeği veriliyor. Taziye yemekleri için kişi başı 7-15 TL fiyat çıkaran yemek fabrikaları bile açıldı. Ancak taziye evi maliyeti için kredi çeken acılı ailelerin artmasıyla halk çareyi müftülüğe koşmakta buldu.”
Okuyunca çarpıldım. Düşünsenize bankadan kredi çekeceksiniz, yemek fabrikasına yemek ısmarlayacaksınız. Günlerce misafir ağırlayacaksınız. Niye? Size başsağlığına geleneler aç kalmasın yemek yesin diye. Tahminim çevrede aileyi tanıyan, tanımayan herkes taziye evine koşuyordur. Kabul edelim ki, bir öğlen bedava yemek, çoğu insan için hatırı sayılır bir ikramdır.
New York’tan, Londra’dan dövizle borç alan yerli banka, Diyarbakır’da, bir İslami gelenek olan taziye çadırı için faizli borç veriyor. Biri bana sorsa “neokapitalizm- finansallaşma nedir?” dese. Bu kadar güzel anlatamazdım.
İzninizle diğer örnekleri de vereyim sonra konuyu biraz daha açayım.

12 Aralık 2017

Aman sarmala girmeyelim

Büyüme verileri piyasalarda nedense beklendiği kadar etki yaratmadı. Üçüncü çeyrekte 11,06 büyüme yakalayan bir ekonomide para ve sermaye piyasalarının daha olumlu tepki vermesi beklenirdi.

Önemli olan büyümek, Çin’i, Hindistan’ı bile geride bırakmaksa hedefe ulaşılmıştır. İlla bardağın dolu tarafına bakalım diyenler için bu yeterli olabilir.

Ancak herkes aynı görüşte değil. Anlayabildiğim kadarıyla, uzmanlar bu büyümenin baz etkisi, vergi indirimi, Hazine garantili KGF desteği, bol kepçe dağıtılan KÖİ garantileri, hızlı borçlanma ve sıcak para destekli olduğunu görüyorlar. Ve istihdam yaratmayan, inşaat, ithalat ve tüketim ağırlıklı bu durumun ne kadar daha sürdürülebilir olduğu konusunda kafaları karışık.

Konunun aydınlanmasına katkı koymak adına aşağıdaki tabloyu hazırladım. Geçen yıl ile bu yılın verilerini bir araya getirdim ve değişimlerini hesapladım. Tamam, çok farklı iki dönemi karşılaştırmak çok sağlıklı olmayabilir. Ama büyümenin nasıl bir ekonomik ortamda olduğunu, etkilerini biraz daha yakından görmek istedim.
Karşılaştırma yaparak konuya bakalım.

7 Aralık 2017

Onlar Havai’ ye tatile biz işe

Beş trilyon dolarlık portföyüyle dünyanın en büyük fon/tahvil yönetim şirketi olan Blacrock’un CEO’su, önceki yıl hissedarlarına yazdığı mektupta ilginç bir bölüm var. CEO şikâyetine gelişmiş ülkelerdeki, özellikle AB ve ABD’deki negatif veya sıfır faizlerden bahsederek başlıyor. Ardından diyor ki; “İnsanlar gelecekte arzu ettikleri emeklilik gelirine ulaşmak için bugün daha çok yatırım yapma zorundalar. Örneğin, bugün 35 yaşında olan bir kişi 65 yaşından sonrası için yıllık 48 bin $ emeklilik geliri elde etmek istiyorsa, %5’lik faiz ortamında, bugün yılda 178 bin $ birikim yapması gerekiyor. Buna karşılık %2’lik bir ortamda aynı kişi, emekliliğinde aynı yıllık geliri elde edebilmek için 563 bin $ (3,2 daha fazla) yatırım yapmak zorunda.”

Konu gelişmiş ülkelerdeki emeklilik sistemlerinin açıklarına gelmişken G7 ülkelerinin toplam açıklarından bahsetmeden olmaz. Yine büyük uluslararası yatırım bankalarından biri olan Citybank’ın bir çalışmasına göre; ABD sosyal güvenlik sisteminin 10 trilyon dolar kadar açığı var. Diğer bir deyimle, emeklilik fonlarının varlıkları söz verdikleri yükümlülükleri karşılamaya yetmiyor.

Aynı Rapora göre, ABD’nin de dâhil olduğu 20 OECD ülkesindeki durum da hiç iç açıcı değil. 2016 yılında yapılan hesaplara göre, emeklilik sistemlerinin tahmini açığı 78 trilyon dolar. Bu rakam, bahsi geçen ülkelerin milli gelirlerinin yaklaşık % 190’ına karşılık geliyor. Oysa aynı yılda, bu ülkelerin kamu borçları toplamı, sadece 44 trilyon dolar.

Gelişmiş ekonomiler için uzun vadeli gibi görünen bu sorun bizim için kısa vadeli bir dert.

4 Aralık 2017

Sıcak paracıların yüksek getiri avcılığı

Türkiye’nin 2018 yılında 210 milyar dolar bulması lazım.  Bunu ülkenin bir yıllık döviz talebi olarak düşünebiliriz.
İşin arz yanını basitleştirerek anlatmaya çalışayım. Elinde döviz kaynağı dolar, Euro bulunanların, gelişmekte olan ülkelere yönelik kaynak aktarma kararını nasıl aldıklarına bakalı
Yılın son ayları uluslararası yatırım bankalarının, fon yöneticililerinin en meşgul olduğu aylardır. Bir sonraki yıl için bütçeler hazırlanır, yatırım kararları ve alanları belirlenir.
Fon yöneticililerinin amacı yüksek getiri elde etmektir. Ancak öncelik güvenli alanlara kaynak aktarmaktır. Bununla beraber yüksek getiri riskleri de beraberinde getirdiği için risk ile getiri kaçınılmaz olarak beraber olmak durumundadır.
Sıcak paracılar, merkez bankalarından alabildikleri kaynaklarla orantılı olarak, ilk önceliği kendi ülkelerinin tahvil piyasalarına verirler. Tahviller, kamu kâğıdı olabileceği gibi şirket tahvilleri de olabilir ve çoğunlukla 10 yıl vadelidir. Tahvil kaynaklarını da kabaca ikiye ayırıp dağıtırlar: a- Kredi derecelendirme kuruluşlarından yatırım yapılabilir derecesi alan tahviller, b- Yüksek getirili tahviller. İlk gruba yatırım yapmak kolaydır. Buna karşılık getirisi de düşüktür. Oysa ikinci grupta riskler çoğalırken getiri de büyümektedir.

29 Kasım 2017

Buna özelleştirme denmez

Gazete Habertürk’teki habere göre; “Bereket Enerji kontrolünde bulunan, sırasıyla 2,6 ve 1,5 milyon abonenin elektrik dağıtımını yapan Gediz Elektrik ve Aydem Elektrik’in 650 milyon TL’yi bulan borç krizi” derinleşiyormuş. Şirket Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ’ye olan borçlarını ödeyemiyormuş. Gazeteye göre sıkıntının nedeni, özelleştirmenin dolar üzerinden yapılması. O günlerde dolar 1,80 TL imiş. Oysa bugün 3,95 TL civarında.

Türkiye özelleştirme meselesini 1980’lerden bu yana tartışıyor. Kökten yanlış diyenler olduğu gibi savunanlar da var. Tartışmacıların çoğunluğu konuya “mülkiyet” açısında yaklaşıyor. Kamuda olsun diyenler karşı çıkıyorlar. Hayır, her şey piyasada, özel mülkiyette olsun diyenler de, nasıl olursa olsun özelleştirme olsun diyorlar.

Bana göre önemli olan işletmenin mülkiyetinin kimde olduğu değil, iyi yönetilmesi ve ekonomiye olan katkı sağlaması, yük olmaması. Bunun için öncelikle, kendinden çok, işletmenin içinde faaliyet gösterdiği sektörün durumu önemli. Elektrik dağıtım işinde olduğu gibi “doğal tekel” söz konusu ise, devlet o sektörü mutlaka tüketici lehine düzenlemeli ve denetlemeli. İster kamu ister özel olsun şirketin tekel şartlarından yararlanarak, maliyetlerinin tamamını tüketiciye yansıtmasının ve aşırı kâr etmesinin önüne geçmeli.

26 Kasım 2017

“Kara Cuma” çılgınlığı (!)

Televizyon kanallarında haberleri izlerken çoğunuz gibi dehşete döşüyorum. Bir mağazaya/alışveriş merkezine girmek için birbirini ezen insan manzaraları beni endişelendiriyor.
Öz eleştiri yapmam lazım. İnsanlık ne ara bu hale geldi izlememişim. 1984-85 yıllarında ABD’nin Boston kentinde lisansüstü eğitim yaptığım sırada bir büyük mağazanın, yılsonlarında yaptığı “basement sale” indirimini hatırlarım.
Anladığım kadarıyla o günlerde birkaç büyük mağazanın uyguladığı satış stratejisi, artık Amerika’dan tüm dünyaya yayılmış. Şirketlerin yıl sonu bilançolarını daha iyi gösterebilmek, ellerinde kalan stokları nakde çevirebilmek için uyguladıkları bu yöntem geniş kabul görmüş.
Daha ilginci, sadece gerçek mağazalar değil sanal satış ortamlarında da “Kara Cuma” indirimleri uygulanır olmuş. ABD’de, sadece “Kara Cuma” da internetten yapılan satışlar 7,9 milyar dolarla rekor kırmış.
Bana kalırsa bu, neoliberal politikaların tüketimle büyüme stratejinin bir parçası.
Özetlemeye çalışayım.

20 Kasım 2017

Bu düzen sürdürülebilir değil

Credit Suisse’in 2017 Küresel Servet Raporu (Global Wealth Report) basında geniş yer buldu. Dünyadaki ve Türkiye’deki zengin sayısı çok konuşuldu. Ben Türkiye’deki sayıların üzerinde durmayacağım.

Dünya rakamlarını, 2009 Küresel Krizinden sonra izlemeye çalışıyorum. Bu bağlamda, hazırladığım ve 2010 -2017 Raporlarında yer alan verilerin karşılaştırmasını içeren aşağıdaki Tabloyu bilginize sunuyorum.

Kısaca rakamlara bakalım.

Dünyada, 1 milyon $’dan çok serveti olanların sayısı 36 milyon. Bu kadar az sayıdaki insan, toplam dünya servetinin yüzde 46’ısına sahipler. Rakamı 2010’la karşılarınca, artışın yüzde 86 olduğunu görüyoruz. Neredeyse bir katı kadar artış var.

15 Kasım 2017

Eski günler hayalimden gitmiyor

İnanın son günlerde ekonomide alınan kararları, özellikle kurdaki gelişmeleri anlamak için okumaktan, telefon etmekten helak oldum.

Yetersizliğimin bir nedeni konu uzmanlık alanım değil. Ben de işin uzmanı köşe yazarlarının makalelerini altını çizerek okuyarak anlamaya çaba gösteriyorum.

Dünya Gazetesi’nde Fatih Özatay hocanın yazısını okudum. Şu cümleler dikkatimi çekti: “Döviz kurunda bu nedenlerle son haftalarda artış oldu. Dahası, çoğu analistin işaret ettiği gibi döviz kurunun ileride yukarıya gitme ihtimali az değil. Bu ihtimal döviz borçlusu şirketler açısından önemli bir risk. MB’nin atmayı düşündüğü adım öncelikle bu riski azaltmayı hedefliyor. Dikkat: Şirketler yükümlülüklerini yerine getirmek için yine döviz bulmak zorundalar; bu nedenle ortaya çıkan döviz talebi azalmayacak.”

“Ne olacak o zaman?” derken, Hürriyet’ten Uğur Gürses’in yazısı konuya açıklık getirdi. Yazısını şöyle bitirmiş: “Son nokta şu; Merkez Bankası bu aracı kullanarak özel kesimin potansiyel kur zararını da üstüne almış olacak. Kar ettiğinde Hazine’ye transfer ederken, zarar ettiğinde bunu Hazine’den isteyecek mi? Hazine bunu ödemek için bütçeye ödenek koydurtacak mı?”

Bu cümle beni eskilere götürdü.

11 Kasım 2017

Kamu Özel İşbirliği projelerinde devletin vazgeçtiği gelirler

2018 bütçesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken gündeme geldi. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinden bütçeye gelecek yükler için ilk defa bir yılın bütçesine ödenek kondu. Karayolları ve şehir hastaneleri için konulan 6,2 milyar lira oldu.
Şeffaflık adına sevindirici bir gelişme. Daha önce tartışma konusu olan KÖİ projelerinin bütçeye yükü artık bir gerçek ve hepimiz biliyoruz. Kur ve enflasyon varsayımlarındaki sapmalar nedeniyle hesaplama tam olarak yapılamamış olsa bile, hesap verilebilirlik açısından olumlu.
Aklıma Kalkınma Bakanlığının KÖİ envanteri geldi. Dönüp bir kez daha baktım.
Envanterde, sektörler itibariyle büyüklüklere yönelik iki ana tablo var. Birincisinde sözleşme değerlerinin sektörlere göre dağılımı var. İkincisinde ise yatırım tutarlarının dağılımı görülüyor.
Ben ikisini birleştirip aşağıdaki tabloyu hazırladım.

7 Kasım 2017

Çiftçinin devletten ne kadar destekleme alacağı var?



Son günlerdeki “ucuz et” tartışmalarını dikkatle izliyorum çünkü benim için çok eski bir konu. Rahmetli annemin, 1970’li yıllarda beni zorla gönderdiği “Et Balık kuyruğu” günlerimi hatırladım. Ne kadar sıkıcı bir şeydi o.

Yıllar sonra Hazine’de tarımsal desteklemenin finansmanından sorumlu birimlerde çalıştım. Tarımın, gıda güvenliğinin ne olduğunu yaşayarak öğrendim.

Özellikle gıda güvenliği sorununa özel ilgi duydum. Örneğin ABD’nin en tanınmış devlet adamlarından eski dış işleri bakanı Henry Kissinger 1970 yılında söylediği şu sözü hiç aklımdan çıkarmam: “Eğer petrolü kontrol ederseniz ülkeyi kontrol edersiniz, eğer gıdayı kontrol ederseniz nüfusu kontrol edersiniz”.

Dolayısıyla, tarımı programlamayan, planlamayan bir devlet olamaz. Planlama yapılmaz, tarım piyasa koşullarına terk edilirse et, saman, buğday, bakliyat eden ülke haline gelinir.

Bugün dünyada başta en zenginler olmak üzere tüm ülkeler, tarımı planlıyorlar ve destekliyorlar. Tersinden söylerlersek, destekleme olmadan planlama olamayacağını çok iyi biliyorlar.

Merkezi otorite önce neyin ekileceğine, yetiştirileceğine karar veriyor. Destekleme programını net ve şeffaf bir şekilde açıklıyor. Üretici ona göre karar veriyor. Devletin şartlarına uyduğu sürece destekleme ödemesi alıyor. Zarar etmiyor. Tarımsal üretim süreklilik kazanıyor. Çok gerekli olmadıkça gıda üretiminde kendi kendine yeterli olmaya, olabildiğince az ithalat yapmaya çaba gösteriliyor.

Aslında Türkiye de konunun farkında. Tarımla ilgili 2006 yılında bir Tarım Kanunu çıkardı. Kanunun 19. Maddesi ile; Doğrudan gelir desteği, Fark ödemesi, Telafi edici ödemeler, Hayvancılık destekleri, Tarım sigortası ödemeleri, Kırsal kalkınma destekleri, Çevre amaçlı tarım arazilerini koruma programı destekleri, Diğer destek ödemeleri, tarımsal destekleme araçları olarak belirlendi.

Daha önemlisi aynı kanunun 21. Maddesi ile tarımsal desteklemelerin finansmanı yasa hükmüne başlandı ve alt limit kondu. Şöyle ki; “MADDE 21 – Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz.”

Yani kanun koyucu hükümete emir verdi, her yıl bütçeye tarımsal destekleme için para koy. Bu para o yılki milli gelirin %1’inden az olmasın.

Ama durum öyle mi?

2 Kasım 2017

Hazine şirketin muhasebecisi değildir (*)

Hazine, kamu borçlanmasına ilişkin iki önemli açıklama yayımladı. İlki 2018 Finansman Programıydı. İkincisi de Müsteşarlığın borçlanma limit aşımı ve nakit rezerv biriktirmenin nedenlerine yönelikti.  
Öncelikle borçlanma limiti konusuna değineceğim. Yazacaklarımdan muradım, idaredeki arkadaşlara, 4749 sayılı Kamu Borçlanma Kanunu hazırlanırken tartışılan bir konuya değinmek. Böylelikle limit konusuna açıklık getirmek.
Açıklamada “Dolayısıyla net borçlanma limitinin bu dinamik yapısı nedeniyle limite ilişkin değerlendirmelerin, tüm resmi görerek mali yılsonunda yapılması gerekmektedir.” Yani borç limiti aşımlarına yıl bitmeden yorum yapmanın yanlış olduğu ima ediliyor.
Kanunun 5. Maddesinde, bütçe açığına bağlanan borçlanma limitinin değiştirilemeyeceği, sadece otomatik olarak %5, gerekirse ek olarak bir %5 daha Bakanlar Kurulu (BKK) kararıyla artırılabileceği hükme bağlanmıştır. O da yetmezse, hükümet “bütçe hakkının” sahibi TBMM’ye gidecek ve ek bütçe çıkarılmasını isteyecektir.
Diğer bir deyimle, yasanın özünde yılsonunun beklenmesi gibi mantık kesinlikle yoktur. Çünkü bu yasa bir muhasebe kurallarını düzenleme yasası değildir. Diğer bir deyimle limit, muhasebe hesabına değil, siyasi hesaplara konmaktadır. Hükümetlerin aşırı borçlanmasını frenlemeye yöneliktir.

31 Ekim 2017

Şaşırmaya gerek yok aldığımız borçları geri ödeme zamanı geldi

Borç alıp mal edinmek, tatile gitmek, tüketim yapmak insana önce hoş gelir. Ama geri ödeme zamanında çoğunlukla iş değişir. Hele bir de borç taksiti kadar gelir artışı olmamışsa, borç geri ödemesi kâbusa dönüşür.

Bu bağlamda dünya yeni bir döneme giriyor. Atanması beklenen FED Başkanı, döviz dengelerine yön verecek.  Ya hızlı ya da yavaş bilançoyu küçültecek. Bahsettiğim operasyon sıradan bir olay değil. Atilla Yeşilada yazmış: “Bakıyorum Bank for International Settlements verilerine. 2008-2017 zarfında Fed, AMB ve BoJ bileşik bilançosu 8,3 trilyon dolar genişlemiş, buna karşın bu 3 ülkenin ekonomisinde nominal GSYİH 2,1 trilyon dolar artmış. Nereye gitti kalan para? Mali varlıklara tabii ki.” Önemli bir kısmı da çeşitli finansal enstrümanlarla, borç olarak bizim gibi gelişmekte olan ekonomilere geldi.

Gelin bu bağlamda IIF’in (Uluslararası Finans Enstitüsü) Haziran 2017 sonu itibariyle yayımladığı borç rakamlarına bakalım.

26 Ekim 2017

Naif bir bütçe denkliği hayali

Kurgusal bir soru sorarak başlayayım: Merkezi yönetim bütçesinin açık vermesi bir zorunluluk mudur?

Öyle çok gerilere gitmeden soruyu cevaplamaya çalışayım. Sayın Maliye Bakanı, yılbaşında 46,9 milyar lira olacağı ilan edilen 2017 bütçe açığının 61,6 milyar lira olacağını tahmin ettiklerini belirtmiş. Açık beklenenden çok olmuş.

Gelin, bırakın artırmayı yok etmeyi düşünmek mümkün mü bakalım. Cevap için devletin dokümanlarından yararlanarak, 2017 bütçesi için, beraber basit bir fikir jimnastiği yapalım.

İlk önce 2017 yılı Bütçe Kanunu eklerine gidelim. Oradaki Vergi Harcamaları listesine yakından bakalım. “Vergi Harcaması kavramı; en genel anlamda "devletlerin gelir toplamını azaltan, standart vergi sisteminden ayrılan ayrıcalıklar veya istisna ve muafiyetler" olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda; bazı indirim, istisna ve muafiyetler, standart vergi sisteminin unsurları olmaları nedeniyle vergi harcaması kapsamı dışında tutulabilmektedir. Yukarıdaki liste, vergi sistemimizdeki Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim Vergisi ve diğer bazı kanunlarda potansiyel olarak vergi harcaması niteliği taşıdığı düşünülen düzenlemeleri içermektedir.”

Yani Gelir İdaresi, içinde bulunduğumuz yıl, toplam 102,2 milyar lira vergi gelirine istisna ve muafiyet uygulamış. Yasalarla konulan kurallara uymuş, bu kadar gelirden vaz geçmiş. Bu toplamın neredeyse yarısı gelir ve kurumlar vergisi istisnaları.

23 Ekim 2017

Bütçenin kapsama alanı dar

Her geçen gün daha da finansallaşan dünyada, yatırımcılar Türkiye’yi “trade market” (kısa vadeli pazar) olarak kabul ediyor. Dolayısıyla ekonomide her şeye kısa vadeli bakmak yaygın bir adet oldu.

Kimse kalkınmadan, yatırımdan, işsizlikten, gelir adaletinden, bütçenin yapısından bahsetmiyor. Örneğin sadece “bütçe açığı” konuşuluyor. Ama kamu işlemlerinin ne kadarının bütçede göründüğünden, bütçe dışında kalan devlet harcamalarının ne kadar büyük olduğuna önem veren yok.

Oysa bütçe açığının neden ve sonuçlarını, mali disiplinin sürdürülebilir olup olmadığı anlamak için öncelikle bütçe dışında kalan işlemlere bakmak lazım. Çünkü bütçe dışı işlemler normal zamanda pek dert yaratmazlar. Ama kriz çıkınca diğer sorunların yanı sıra bir de bunlarla uğraşmak gerekir. Buna en güzel örnek 2001 Krizi sırasında ortaya çıkan kamu bankalarının görev zararlarıdır.

Şimdi kamu bankalarında “zarar görevi” uygulaması kalmadı.

Ama başka bütçe dışı işlemler var.

19 Ekim 2017

Sıcak para zirvede

Uluslararası Yatırım Pozisyonu (UYP) verileri ekonomini döviz dengesi hakkında önemli bir göstergedir. Döviz dengesi ise ekonominin dışarıdaki hareketlere ne kadar duyarlı olduğunu gösterir.

Denge (açık/fazla pozisyon) ülkenin döviz varlıkları ile yükümlülükleri arasındaki farktır. Ağustos ayında Türkiye’nin açık pozisyonu 462,4 milyar dolara ulaştı. Bu rakam, OVP’de yayımlanan 2017 milli gelirinin yüzde 55’ine karşılık geliyor. (2009 Küresel Krizi öncesi yüzde 30’larda olan bu oran geçen yılsonunda yüzde 42 civarındaydı)

Bunun anlamı şu: Bir yıllık üretimimizin yarısından fazla döviz yükümlülüğümüz var. Yükümlülüklere; yabancıların Türkiye’deki doğrudan yatırımları, portföy (hisse senedi ve tahvil) yatırımları, mevduatları ve verdikleri kredilerin hepsi dahil.

Yılbaşından bu yana yüksek getiri ve faiz ortamından yararlanmak isteyen yabancı yatırımcılar, özellikle BIST’e ve Türkiye tahvillerine yoğun ilgi gösteriyorlar. Böylelikle portföy yatırımları (hisse senedi ve tahvil) stoku sekiz ayda yaklaşık 40 milyar dolar (%30) artarak 181 milyar dolara yükseldi.

Bana göre bu yükümlülükten daha önemlisi sıcak para stoku. Yani, vadeli bir enstrümana bağlanmayan, her an hareket etme kabiliyeti olan dövizler.

16 Ekim 2017

Bütçede faiz harcamaları yatırımlardan fazla

2018 Bütçesi yarın TBMM’ye sunulacak. Detay bilgilere ulaşınca görüşlerimi sizlerle paylaşacağım. Bugün OVP ve Orta Vadeli Mali Plan’dan yola çıkarak, bana göre çok önemli bir konuda, faiz harcamaları hakkında yazmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, bütçedeki her vergi ve harcama kalemi bir politik tercihtir. Bu nedenle bütçeler hükümetlerin en önemli siyasi metinleridir.

Kimden vergi alınıyor? Eğer toplanan gelirlerin çoğunluğu KDV, ÖTV, MTV gibi dolaylı vergilerden oluşuyorsa dar ve sabit gelirli çoğunluktan gelir toplanıyor.
Ancak eğer bütçenin harcama kısmında giderlerin çoğu üretimi destekleyen yatırımlar ile sosyal transferlere yapılıyorsa o zaman bir dengeleme politikası izlendiği söylenebilir. Yani bir yandan vergi alırken diğer yandan alt gelir gruplarına sosyal transfer yapılarak yükler azaltılıyorsa doğru bir politika izleniyor denebilir.

Buna karşılık açık veriliyor ve borçlanma yapılıyorsa başka bir etkisi oluşuyor. Kamu borçlanmasının çeşitli ekonomik ve sosyal etkileri var. En önemlisi ekonomideki gelir dağılımını değiştirmesidir. Devlet gelir ve giderini denkleştirmediği için içeriden ve dışarıdan borç alıyor. Borcun karşılığı faiz ödüyor. Doğal olarak kimden borç alıyorsa ona faiz transferi yapıyor.

Bu bağlamda gelirler ile harcama kalemleri arasında çeşitli ilişkiler kurularak bütçenin yapısını tahlil etmek mümkün.

11 Ekim 2017

Varlık Fonundan sıfır faizli kredi!

Haberi görünce inanamadım.
Türkiye Varlık Fonu (TVF) Başkan Vekili Himmet Karadağ, “Yurtdışından sağlanacak finansmanın büyüklüğü fona devredilen varlıkların değerine göre belirlenecek. Fon, Türkiye’nin nitelikli yatırımlarına yüzde sıfıra kadar inen maliyetlerde finansman imkânı sunacak.” demiş.
Konuya sadece yasal açıdan bakınca, TVF’nun kuruluş kanununda sayılan amaçlar arasında; borçlanmak ve yatırımlara finansman sağlamak var. Dolayısıyla şaşırdığım yer burası değil.
Sorun bunun ekonomik ve hukuksal yanlarında.
Öncelikle borçlanma ile başlayayım.

8 Ekim 2017

205 milyar dolar nasıl bulunacak?

Dünyada döviz bolluğunun sona ermek üzere olduğu artık genel kabul görmüş bir görüş. Tek tartışma hangi hızla olacağı konusunda.
Uluslararası Finans Enstitüsü IFF, 2018 için bulunduğumuz bölgeye yönelik olarak yaptığı tahminlerde, doğrudan yabancı sermeye girişlerinin biraz artacağını belirtiyor. O da yeni yatırıma değil, hisse senedi olarak. Buna karşılık tahvil ve hisse senedi piyasalarına girişler ve banka kredileri 2017’ye göre azalacakmış.
Bu şartlarda Türkiye’nin döviz ihtiyacı ne olacak ona baksak iyi olacak.
T.C. Merkez Bankası’na göre, temmuz sonu itibariyle, kalan vadeye göre bir yıldan kısa vadeli dış borç stokunun toplamı 170,5 milyar dolar. Önümüzdeki bir yıllık sürede, kamu (TCMB dahil) 7 milyar $, bankalar 94,5 milyar $ (49 milyar $’ı kredi kalanı mevduat), reel sektör ise 69 milyar $ dış borç ödemek ve/veya yeni borç bulmak zorunda.
Bu tutara yaklaşık 35 milyar dolar kadar olacağı tahmin edilen cari açığı da ekleyin. Toplam döviz ihtiyacı, üç aşağı beş yukarı 205 milyar dolar eder.
Bu parayı kim getirecek?

5 Ekim 2017

Hazine borçlandığı kaynağı nerelerde kullanacak?

Son yıllarda bir “Torba Kanun” şenliğidir aldı başını gidiyor. Mahfi Eğilmez saymış, TBMM’ye en son sunulan taslak 60’dan fazla kanunda değişiklik öneriyor.

Taslağın dikkat çeken maddeleri var. Örneğin 40. Madde ile T.C. Merkez Bankası’nın Denetim Kurulu kaldırılıyor. Değişiklik Ticaret Kanuna uygunmuş. Ben biraz “eski kafalıyım”. Soruyorum, hangi anonim şirketin para basma yetkisi var ki, TCMB yapısı ona benzetiliyor? Merkez Bankasına sıradan banka veya şirket muamelesi yapılacaksa o başka.

Dahası 76. madde ile, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda değişiklik öneriliyor. Türkiye Varlık Fonu’na (TVF) bütçe kapsamına alınıyor. TVF’na Hazine’den kaynak aktarmanın önü açılıyor. Yapılan değişikliklerle, “sermaye şirketlerine ve/veya projelere finansman sağlayan fonlara” Müsteşarlık tarafından kaynak aktarılacak.

3 Ekim 2017

Bütçe için MTV yerine alternatif öneriler

Hazine’deki görevimin son 3,5 yılını (1999-2003) IMF Programları ve Kriz yönetimi ortamında geçirdim. Bir yandan makro diğer yandan mikro sorunlarla uğraştığımız o dönemde yıllık bütçeleri hazırlarken çok şey öğrendim. Gelir ve harcama tarafındaki hemen hemen her kalemin tek tek ele alındığı uzun toplantıların sonunda TBMM’ye sunulan bütçelerin, sonradan ekonomiye olan etkilerini de bire bir yaşadım.

Son Orta Vadeli Program (OVP) ve yanı sıra açıklanan vergi paketi beni o günlere götürdü. Özellikle MTV ve diğer vergi önlemlerine halkın tepkisi, bürokratların ve siyasetçilerin çelişkili açıklamaları bana hiç yabancı gelmedi.

Bugün idarede görev yapan bürokratlar ilk defa böylesi bir durumla karşılaştıkları için belki biraz sıkıntı yaşıyor olabilirler.

Aslında perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.

Nasıl mı?

28 Eylül 2017

Orta Vadeli Programın sorunlu kurgusu ve artan Hazine borçlanma limiti

Orta Vadeli Program (OVP) ve Orta Vadeli Mali Program 2001 Reformlarının bir parçasıdır. Temel amacı; kur, enflasyon ve faiz başta olmak üzere makro değişkenler hakkında, kamu otoritesinin kamuoyuna ve piyasalara bir politika sözü vermesidir. Böylelikle, özel sektör yatırımcıları da daha belirgin bir ortamda yatırım kararı alabilecekler ve büyümeye dolayısıyla istihdam artışına katkı sunabileceklerdir.
Bu bağlamda OVP’lerde ilk bakılması gereken temel makro büyüklüklerdir. Eğer Programın orta direği yanlış kurulmuşsa yapısı da sorunlu olacaktır. Asıl doğruluğun sorgulanması gereken yer burasıdır. Bütçe ne olacak, borçlanma ne kadar olacak sorularının yanıtı daha sonra aranmalıdır.

Bu bağlamda kur varsayımıyla başlayalım. Döviz arzında bir değişim olacağını dünya âlem herkes konuşuyor. Hatta Alman Deutsche Bank o kadar ileri gitti ki, geçen hafta “Gelecek Finansal Kriz” başlıklı bir çalışma yayımladı.

Bu durumda, yıllık ortalama kur artışlarının yüzde 4-5’ler düzeyinde kalması oldukça zor. Yanı sıra, eğer kur artışı bu seviyede iken enflasyon yüzde 6-7’lerde olursa bu gelişme reel kurun yükselmesi anlamına gelecektir. Yüksek reel kur ithalatı ucuzlatacak, ihracatçıyı zorlayacaktır. Böylesi bir gelişme, OVP’nin ithalat, ihracat ve cari açık öngörülerini de zora sokacaktır.

Kur varsayımının tutmaması demek, yüksek geçişkenlik nedeniyle enflasyon hedefinin de tutmayacağı anlamına gelir. Dahası, OVP ile beraber açıklanan vergi paketi de yeni bir zam dalgasının gelmesine yol açacaktır. Bir yandan dış diğer yandan iç girdi maliyetlerinde başlayacak yukarı hareket, zaten yüksek olan enflasyonun yükselmesine neden olacaktır.

Eğer kur ve enflasyon tutmazsa faizlerin düşmesini beklemenin de bir anlamı kalmayacaktır. Bu yatırım ortamını etkileyecektir.

Yani OVP’nin temel kurgusunda sorun vardır.

Ama ben yine de büyüme ve mali denge tarafına bakmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

25 Eylül 2017

Biri bana açıklasın

Hisse senedi piyasalarını uzaktan izlerim. Dolayısıyla, günlük yatırım kararlarının nasıl alındığı konusunda uzman değilim. Bu bağlamda yazımda ele almak istediğim konu, borsalardaki günlük hareketleri tahlil etmeye yönelik değildir. Diğer bir deyimle, bu yazıya bakıp yatırım kararınızı değiştirmeyin.

Okuyanlar hatırlayacaktır, önceki yazımda; “finansallaşan dünyada” gelişmekte olan ekonomilere (GOE) daha fazla sıcak para yatırımı gittiğine dikkat çekmiştim. Bu nedenle, yabancıların faiz ve borsa gelirleri için GOE’lerin, dışarıdan borçlanmak zorunda kaldıklarını belirtmiştim. Gerekli olan dövizin turizm ve ihracat gelirlerinden karşılanamaması sonucu dış borçlanmaya gidildiğine değinmiştim. Böylesi bir sarmalın, GOE’leri her geçen gün daha fazla dış borca mahkûm ettiğine vurgu yapmıştım.

Sıcak paranın geldiği tahvil piyasaları sabit getirili piyasalar olduğu için oralardaki değişimleri anlamak çok zor değildir. Eğer ülkedeki enflasyon ve yabancıların risk algılaması yüksek ise faizler de yüksek olacaktır. Veya tersi durumda faizlerin düşük olması normaldir.

21 Eylül 2017

Döviz dengesi değişirken Türkiye’nin durumu

Beklenen FED kararı sonunda açıklandı. Yakında Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve diğer büyük merkez bankalarının da benzeri kararlarını duyabiliriz. Eğer beklenmedik bir olay olmazsa artık ucuz döviz yok. Bir devrin sonuna geldik!
Bu bağlamda, öncelikle kısa vadeli döviz yükümlülüklerinin düzeyini dikkatli değerlendirmek lazım.

Dünyada dengeler değişirken Türkiye'nin döviz yükümlülükleri büyüdü. Haziran sonu itibariyle; yurt dışında yerleşiklerin Türkiye’den, 49 milyar $ hisse senedi, 123 milyar $ tahvili (38 milyar $’ı bankalara, 75 milyar $’ı kamuya, 10 milyar $’ reel sektöre ait),48 milyar $’lık mevduatı var. Diğer bir deyimle ekonominin 220 milyar dolarlık kısa vadeli yükümlülüğü var. (217 milyar $’lık krediler ve diğerleriyle beraber toplam yükümlülükler 647 milyar $’a ulaşıyor).

Bu yeni bir gelişme değil. Dünyada dövizin azalacağı ve faizlerin yükseleceğini bilen yabancılar Türkiye’ye, kısa vadeli kredi, hisse senedi, devlet borçlanma senedi ve mevduat gibi kısa vadeli fonları getirmeye başlamışlar. Yılın ilk yedi ayında 3 milyar $ kadar olan uzun vadeli döviz girişlerine karşılık 25 milyar dolarlık kısa vadeli finansman girişi oldu.

Özetle, dünyada döviz pahalılaşırken bizde ihtiyaç azalmıyor. Aksine dövize bağımlılık artıyor.

Ne demek istediğimi biraz daha açayım.

12 Eylül 2017

Kamu borçlanmasında yasal limit aşıldı (mı?)

2001 Krizi sonrasında çıkarılan kanunların arasında en önemlilerinden birisi 4749 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanundur. Önemi, bu topraklarda ilk defa yasa ile devlet borçlanmasına limiti konulmasından gelir. O günlerde siyasetçileri ikna etmek için verdiğimiz uğraşıların anılarımda özel yeri vardır.

Bahsi geçen yasanın 5. Maddesi aynen şöyledir:
“Borçlanma, ikraz ve garanti limiti (1)
Madde 5 - Malî yıl içinde 1 inci Maddede belirtilen ilkeler ve malî sürdürülebilirlik de dikkate alınarak yılı bütçe kanununda belirtilen başlangıç ödenekleri toplamı ile tahmin edilen gelirler arasındaki fark miktarı kadar net borç kullanımı yapılabilir.

Borçlanma limiti değiştirilemez. Ancak borç yönetiminin ihtiyaçları ve gelişimi dikkate alınarak, bu limit yıl içinde en fazla yüzde beş oranında artırılabilir. Bu miktarın da yeterli olmadığı durumlarda, ilave yüzde beş oranında bir tutar, ancak Müsteşarlığın görüşü ve Bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile artırılabilir. Bütçenin denk olması durumunda da borçlanma, anapara ödemesinin en fazla yüzde beşine kadar artırılabilir. “

7 Eylül 2017

Hazine borç stokunun son durumu

Önce küçük bir açıklama yapayım. Hazine (merkezi yönetim) borç stoku deyince işin içine sadece Hazine’nin borçları giriyor. KİT’ler, yerel yönetimler, fonlar ve varsa döner sermayelerin iç ve dış borçları bu rakamlara dâhil değil. Dolayısıyla toplam kamu borç stoku deyince, aşağıdaki rakamlara bu kurum ve kuruluşların borçlarını da eklemeniz lazım.

Gelelim son verilere.

Temmuz sonu itibariyle Hazine’nin borç stoku toplamı 817 milyar lirayı geçti.
Geçen yılsonuna göre, bu yılın yedi ayında stok 58 milyar lira büyümüş. Aşağıdaki ilk grafikten görüleceği üzere, bu rakam az değil. Önceki yılların yıllık değişimiyle karşılaştırdığımızda 2009 Kriz yılına çok yakın. Ama dikkat: 2009 rakamı yıllık, bu yılın ki yedi aylık.

4 Eylül 2017

İrlanda dağlarında çiçekler açar

Tatili İrlanda’da geçirdim. Uzun zamandır merak ettiğim ülkenin güney yarısını dolaştım. Size gezi anılarımı anlatmak niyetinde değilim. Sadece birkaç gözlemimi paylaşmak istiyorum.
Türkler ile ilk resmi bağlantılar 1847-48 yılları arasındaki büyük açlık yıllarına dayanıyor. Osmanlı üç gemi göndererek yardım eli uzatmış. İrlandalılar bunu hiç unutmamışlar.
Sonraki bilinen ilişki ise Mustafa Kemal Paşa döneminde. İrlandalılar, Britanya’ya karşı 1916 Dublin Paskalya Ayaklanmasıyla başlattıkları bağımsızlık mücadelesinde Çanakkale Direnişinden etkilendiklerini gizlemiyorlar. Daha sonraki yıllarda, İrlanda’da ikili monarşinin tartışıldığı dönemde, Atatürk’ün İrlanda Cumhuriyetçi Partisinin tam bağımsızlıkçı politikasına verdiği destek unutulmamış. Yani bağımsızlık çiçekleri aynı dönemde oralarda da açmış.
Gözlemlediğim kadarıyla, İrlandalılar uluslaşmaya ve bağımsızlıklarına çok düşkün bir ulus. Her ortamda ortak yanlarını öne çıkarmaya aşırı önem veriyorlar.
Dublin’de Kilmainham hapishanesini gezerken, tur rehberinin 1916 Paskalya Ayaklanmasını ve Bağımsızlık hareketi liderlerinin kurşuna dizilmesini anlatımını dinlemenizi isterdim. Uluslaşma sürecinde neler yaşadıklarını, Ayaklanmanın onlara verdiklerini, ülkesini gezmeye gelen turistlere basit bir dille anlatıyordu.

25 Ağustos 2017

Hazine ödediğinden çok yeni borç alıyor!

Kamu borçlanması bu yıl hızlı artıyor. Borç stoku büyüyor. Borç stokunun büyümesi demek ileride daha çok borç geri ödemesi anlamına gelir.
Bu bağlamda kamu borç rakamlarına bakarken stok=anapara tanımını unutmamak lazım. Hazine’nin yayımladığı borç stoku rakamlarına faizler dahil değildir. Çünkü faizler yıllar itibariyle değişir ve hesaplanamaz. Bu nedenle bütçe harcamalarının içinde yıllık faiz ödemeleri vardır.
Anapara, yani stoku azaltmak için yıllık faiz ödemelerinden daha fazla faiz dışı fazla vermek gerekir. Eğer bu başarılabilirse, o yıl hem faizler ödenir hem de borç stoku azalmış olur.
Ancak hem ekonomistler hem de siyasetçiler genellikle bu yolu tercih etmezler. Daha büyük faiz dışı fazla vermek demek ya daha çok gelir toplamak ya da daha az harcama yapmak demektir. Bunlar ekonomiye küçültücü etki yapar. Zaten yeteri kadar hızlı büyüyemeyen ekonomiye bir de borç geri ödemek için bütçeden baskı yapmak, pek taraftar bulan bir görüş değildir.

22 Ağustos 2017

Yılın ilk yarısında toplam borçluluk tarihi rekor kırdı

Her geçen gün daha fazla finansallaşan dünyada, borçluluk hızla artıyor. “Finansal ağalar” sadece gelişmiş ekonomileri değil, gelişmekte olan ekonomileri de borca boğdular. Değişen tek şey, gelişmiş ekonomilerde borçlar kendi paralarıyla. Oysa gelişmekte olan ekonomilerde, ucuz kaynak bulduğunu düşünenler, dövizle, yabacı parayla borçlanıyorlar.
Türkiye’de de durum farklı değil. Borçlar aldı başını gidiyor.
Borçların, ülkenin ekonomik ve siyasi kaderine nasıl yön verdiğini deneyimlerle biliyorum. Bu bağlamda toplam borçluluk verilerini 2002 yılından bu yana daha düzenli izlerim.
Hazırladığım toplam borçluluk rakamlarını içeren tabloları aşağıda bilginize sunuyorum. Bu tablolarda bankaların dışarıdan ve diğer bankalardan aldıkları borçlar yer almıyor. Bankaların aldığı paralar kredi olarak şirketlere ve hanelere dağıtıldığı, bir bölümüyle de kamuya borç verildiği için finansal sektörü hesaba katmıyorum. (Böylesi bir hesaplamaya itirazı olanlar olabilir. Ama çifte sayımdan kaçınmak ve rakamları konsolide etmek çok zor olduğu için bu kolay yolu seçtim.)

19 Ağustos 2017

Pazaryerinden gelir dağılımı tahlili

Semt pazarları ekonomi için önemli bir göstergedir. Oraya bakarak semtin ekonomik durumunu anlamak mümkündür. Pazarcı, müşteri ilişkilerinden oluşan kültürden yola çıkarak oturanların göç ettikleri iller hakkında görüş oluşturabilirsiniz.
Hafızamdaki ilk pazaryeri 1966’ı sonrası Ankara-Yenimahalle pazarıdır. Hiç sevmememe rağmen, biraz da zorla, anneme yardımcı olmak için giderdim. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, o zaman sadece sebze ve meyve satılan yerdi semt pazarları.
Aradan yıllar geçtikçe, nüfus arttıkça, mahallenin çevresi gecekondulaştıkça, önce köylü pazarı olmaktan çıktı. Sonra ben pazara gitmeyi bıraktım. Uzunca bir süre gelişmeleri yakından izleyemedim.
Ardından semt pazarları ile yeniden bağlantı kurdum. Gözüme ilk çarpan şey artık sebze, meyve satan köylüler yoktu. Ürünlerini halden getiren profesyonel pazarcılar vardı. Kaliteli taze meyve sebze bulmak, çoğu zaman para ödemeye hazır olsanız bile neredeyse imkânsız hale gelmişti. Yanı sıra, son günlerin çok tartışılan konularından olan, aracılar ve pahalı gıda fiyatları gözüme çarptı.

16 Ağustos 2017

Sonunda futbolumuz da ekonomimize benzedi

Futbolu artık eskisi kadar yakından takip etmiyorum. Takım tutuyorum ama oynanan oyundan zevk almıyorum. Bunu biraz liglerdeki futbol anlayışına biraz da ilgisizliğime bağlayabilirsiniz.
Korkmayın amacım futbol yorumu yapmak değil.
Son yıllarda yaşanan iki gelişmeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Artık futbol çifte açığa, bütçe ve cari açığa neden oluyor.
Bütçeye etki, profesyonel liglerdeki belediye takımlarının çokluğundan. Kaç tanedir sayamadım. Ama neredeyse her il ve büyük ilçe belediyesi bir tıkıma sahip veya dolaylı yollardan destekliyor.

12 Ağustos 2017

Ödemeler dengesi yüksek faizle finanse edilmiş

Yazılarımı düzenli takip edenler bilirler. Ödemeler dengesi verilerine çok önem veririm. Makro dengeler arasında bir sıralama yapmak, genellikle doğru bir yaklaşım değildir. Ama ekonominin içinde bulunduğu konjonktüre göre değerlendirme yapmak için geçici öncelikler vermek gerekirse, kanımca öncelik ülkenin döviz dengesinde olmalıdır.
Ancak döviz dengesi deyince çoğu insanı aklına hemen cari açık geliyor. Oysa cari açık, döviz ihtiyacının sadece bir bölümünü açıklamaya yetiyor. Turpun büyüğü heybede misali, döviz ihtiyacının çoğunu doğuran kalemler borç geri ödemelerinde.
Bu kısa açıklamadan sonra, 2016-2017 yılları ilk yarılarının döviz finansman ihtiyacına ve nasıl karşılandığına bakalım.

9 Ağustos 2017

Adını gizleyen KİT

Kurumlar vergisi rekortmenleri listesi açıklanınca şaşırdım. Liste birincisi adının yayınlanmasını istememişti. Yıllardır adının açıklanmamasını isteyen gelir vergisi rekortmenlerine alışmıştık. Ama bir kurum neden ülkesine, insanına karşı şerefle yerine getirdiği bir görevin kamuoyunda bilinmesini istemez diye düşündüm.
Bu sabah gazeteleri okurken şaşkınlığım kızgınlığa dönüştü.
HaberTürk’ten Rahim Ak ve Hürriyet’ten Sefer Levent, 2016 yılı kurumlar vergisi rekortmeninin BOTAŞ olduğunu yazmışlar. Bilançolardan alınan sayılarla güzel analizler yapmışlar. İkisini de kutluyorum.
Ben vergi uzmanı değilim. Dolayısıyla bilanço rakamlarına çok girmeyeceğim. Arzu edenlere yukarıdaki haberleri okumasını öneririm.
Ama geçmişe ait bir bilgiyi paylaşmadan geçmeyeyim. Özelleştirme öncesinde TEKEL sık sık vergi rekortmeni olurdu. Tütün ihracatından yüksek döviz geliri elde edilmesi amacıyla tütün fiyatları yüksek belirlenirdi. TEKEL, çok tütün alır, içeride sigara ve alkollü içecek üretir satar ve tütün ihraç ederdi. Adı üstünde tek üretici ve satıcıydı. Bu sayede vergi rekortmeni olurdu. Ama genellikle çiftçiye yapılan destekleme ödemeleri nedeniyle nakit sıkıntısı çektiği için vergilerini zamanında ödemezdi. Görev zararı alacaklarıyla mahsup edilmesi için hükümetlere baskı yapmaya çalışırdı.
Bunların geçmişte kaldığını düşünüyordum. Ama karşımıza yeni bir KİT çıktı.

2 Ağustos 2017

Kamu borçlanmasında son durum

Ağustos-Ekim İç Borçlanma Stratejisi yayımlanınca, her zamanki gibi, detaylarına baktım.
Hazine bu yıl programladığından fazla borçlanacak. Açıklanan Hazine Finansman Programında, 2017 yılında yıllık toplam 117 milyar lira yeni borçlanma öngörülmüştü. Oysa Hazine, şu ana kadar yaptığı ve açıkladığı program ile Ocak-Ekim arasında140 milyar liradan fazla borçlanma yapacak gibi görünüyor. Daha programı açıklanmayan Kasım ve Aralık ayları da var.
Anlaşılacağı gibi, rakamların Ocak-Haziran arası döneme ait olanları kesin, diğerleri tahmini. Ancak, kesin olan bir şey var, Hazine programladığından fazla borçlanıyor. Kimden? Bankalardan.
Yanı sıra KİT borçlanma verilerine bakınca orada da dikkat çeken bir durum var. Önceki yıl 8,1 milyar lira olan ticari banka borçları, Mart 2017 itibariyle 13,1 milyar liraya ulaşmış. KİT’ler de bankalara yönelmişler.
Rakamları yenilenmediği için net bir şey söylemek çok zor. Ancak belediyelerde de ticari bankalardan borçlanma eğiliminin arttığı kesin.

29 Temmuz 2017

Asya Krizinin 20. yılında ekonomide sıcak paracıların hakimiyeti

Klasik söylemdir; “yıllar ne çabuk geçiyor?” Aradan 20 yıl geçmiş. Tayland’da başlayan Kriz, G. Kore, Endonezya derken dünyayı etkilemişti.
Üzerinde çok bilimsel çalışma yapıldı. Nedenleri araştırıldı. Hatırlayın, adı geçen ülkelerde enflasyon düşüktü. Bütçe açığı yok denecek kadar azdı. Politik istikrar istemediğin kadardı. Diktatörlerin varlığı, “istikrara yaradığı için (?!)” görmemezlikten geliniyordu. Doğrudan yabancı sermaye, sanayiye olduğu kadar dış ticarete açık olmayan inşaat sektörüne de yatırım yapıyordu. Kısacası herkes halinden memnundu. Ortalık güllük gülistanlıktı.
Ancak bir sorun vardı: Dolara sabitlenmiş kur sistemi. Düşük uluslararası rezervlere rağmen ülke kurları dolara bağlanmıştı. Dışarıdan para geldiği sürece sorun olmadı.

24 Temmuz 2017

Yabancıların Türkiye ekonomisine bakışı değişiyor

Almanya ile başlayan son siyasi krizin doğrudan yabancı sermaye girişlerini olumsuz etkileyeceği söyleniyor.

Özetlemek gerekirse, yabancı yatırımcılar için iki tür piyasa vardır: Yatırım piyasası (Investing market) uzun vadeli doğrudan yatırıma uygun piyasa. Yani fabrika yatırımına ağırlık verilebilir ekonomiler. Örneğin, Çin, G. Kore gibi.

Kısa vadeli işlem piyasası (Trading market) deyimi ise Londra ve New York’taki uluslararası dev yatırım bankalarının “dealing room”larında (günlük işlem odalarında) kullanılan bir deyim. Uluslararası finansal piyasalarda kısa vadeli işlem yapan yatırımcıların geliştirdikleri tanımlardan biri.  

Gittikçe daha fazla finansallaşan dünyada, günlük 5-6 trilyon dolarlık döviz işlemi yapan “dealer”lar, (kısa vadeli finansal işlem uzmanla) uzun vadeli yatırımlarla ilgilenmezler. Onlar, üretken fabrika yatırımlarına kredi vermek, proje değerlendirmek gibi işlerden hiç anlamazlar. Emtia, döviz ve sermaye piyasalarında anlık işlemler yaparak para kazanırlar. Günlük mesailerinin çoğunu kur, hisse, enflasyon, faiz, CDS, hedge gibi kavramlarla geçirirler. Önlerinde dört-beş tane işlem ekranı, yakınlarında bir televizyon, üzerlerinde anlık hızlı ve doğru karar alabilmenin baskısıyla hayatları geçer.

20 Temmuz 2017

Bütçesini tutamayan devlet ve çişini tutamayan kişi!

Siyasetçiler ekonomik büyümenin seçmenin oy tercihlerinde önemli etken olduğuna inanırlar. Seçim zamanı gelince, yol şartları ne olursa olsun kamyonun gazına basarlar.

Son referandum ve erken seçim söylentileri, tekrar gaza basıldığını gösteriyor. Bu ortam, artan bütçe açığında, cari açıkta ve finansal sektörde (makro ihtiyari tedbirlerde) gevşeme işaretlerini çoğaltıyor.

Bu bağlamda, önce konut ve beyaz eşyada KDV ve ÖTV indirimleri geldi. Ardından istihdam teşvikleriyle vergi ve SGK ödemelerini kamu üstlendi. Kamuya elaman alımına hız verildi. Vergi ve SGK alacakları birkaç ay aradan sonra yeniden yapılandırıldı.

Yanı sıra büyümenin motoru olan borçlanmanın yavaşlamaması için Kredi Garanti Fonu’nun (KGF) kapsamı genişletildi. Sonrasında bankaların özkaynak hesaplama yöntemi değiştirildi, tahsili gecikmiş alacaklardan kalan gayrimenkullerin sermayeye eklenmesine izin verildi. Son olarak, birden fazla tüketici kredisi borcu olanların sorunlu kredileri için, bankaların ayırması gereken karşılıklarda yumuşamaya gidildi.
Finansal sektördeki gevşemeleri şimdilik bir kenara bırakalım.

Bütçenin ilk altı aylık performansına bakalım.