29 Ağustos 2014

Güven en önemli sosyal sermayedir

Ekonomistler için emek, sermaye ve teknoloji, üretim için olmazsa olmazlardır. Büyüme ve daha önemlisi kalkınma için bu üç temel faktörü en başarılı şekilde bir araya getiren politikaları üretebilen ülkeler başarılı olurlar. Diğer bir deyimle, eğitilmiş işgücü, yeterli sermeye ve olabildiğince yeni üretim teknolojisi üretebilen ekonomiler sürdürülebilir kalkınmayı yakalarlar.  

Bu üç faktörden bir olan sermaye bizim gibi gelişme yolunda olan ülkeler için en başta gelen sorunlardandır. Yetersizdir. Açık vardır, kapatması da çok kolay değildir.

Sermaye çeşitleri

Ama gelin önce sermayeden neyi kastediyoruz biraz açalım. Sermayeyi dörde ayıralım: Beşeri, fiziki, finansal ve sosyal sermaye.

25 Ağustos 2014

Yeni hükümet programında bulunması gereken başlıklardan bazıları

Önümüzdeki hafta yeni hükümet programı açıklanacak. Önünüzdeki dönemde ekonomide işler çok kolay olmayacak. Çünkü dışarıda hava değişmeye başladı. Sıcak paraya dayalı büyüme modelinin sonuna geldik. Bunun yerine ne konacağının, yeni bir büyüme modelinin programda detaylı bir şekilde yer alması gerekiyor.

Örneğin iç tüketime dayalı bir büyüme modeli gelecekse büyük bir yanlışla işe başlanacak demektir. Ancak ihracata dayalı büyüme için kur, enerji ve işçilik maliyetleri gibi konularda devletin yapacakları açık olmalı. Yanı sıra büyümenin teknoloji, sermeye ve insan kaynağına bağlı olduğu unutulmamalı.

Dahası, sürdürülebilir büyüme için;

22 Ağustos 2014

Ekonominin sıcak para bağımlılığı siyaseti etkiliyor

Gündem yeni başbakan ve yeni hükümet. Dün akşam başbakanın kim olacağını öğrendik. Şimdi piyasalar ekonomiden sorumlu bakanın ve ekibini merak ediyorlar.

Eğer son genel başkan ve başbakan seçimi ilkelerine bakılırsa Sayın Ali Babacan yeni hükümette olsa bile gelecek Hazirana kadar görev yapabilecek. Ama bazı medya yorumcuları sürenin uzatılmasını istiyorlar. Bu yaklaşımlarının nedenini piyasaların Sayın Babacan’a olan güveni olarak açıklıyorlar.

Güven bir devlet ve ekonomi için en önemli sosyal sermayedir.

18 Ağustos 2014

Rant ekonomisi ve demokrasi

Bir önceki yazımda “devlet malı deniz yemeyen domuzcuların” düzenine son verilmeden ekonominin sürdürülebilir bir büyümeyi yakalayamayacağını belirtmiştim. Konuyu biraz açayım.

Bunlara kısaca “rantiye” diyebiliriz.

Öncelikle belirtmemde yarar var. Aşağıdaki görüşlerin bir bölümü Nobelli iktisatçı Joseph E. Stiglizt’e ait. Son kitabı “Eşitsizliğin Bedeli, Bugünün Bölünmüş Toplumu Geleceğimiz Nasıl Tehlikeye Atıyor?” alıntı. Takip edenler bilirler, yazılarımda çoğunlukla alıntı yapmam. Ama gerek sorunun ne kadar önemli olduğunu gerek sadece ülkelere değil dünyaya ait bir dert olduğunu daha iyi anlatabilmek için bu yöntemi seçtim.

Stiglitz ABD olmak üzere tüm dünyada ekonomik eşitsizliklerin derinleştiğini belirtiyor. ABD’de nüfusun yüzde 1’lik bölümü milli gelirin yüzde 20’sini elde ediyor. Daha önce de yazdım gibi benzeri gelişmeler bizde de yayılıyor.

Ekonomideki eşitsizliklerin artmasının nedeni üretmek yerine rant arayışlarının artmasıdır. “Rant arayışları genellikle ülkenin üretkenliğini ve refahını düşüren gerçek kaynak kayıplarına yol açar. Kaynak aktarımlarını çarpıtır ve ekonomiyi zayıflatır.”

O zaman rant nedir? “En basit haliyle rant toplumun geri kalanından rant arayanlara gelir aktarımıdır.” Yazar konunun önemine binaen tanımı biraz açıyor; “Devletten alınan açık ve gizli yardım ve sübvansiyonlar, piyasayı daha az rekabetçi yapan kanunlar, mevcut rekabet kanunlarının gevşek uygulanması ve şirketlerin değerlerinin üzerinden çıkar sağlanması veya maliyetlerini toplumun geri kalan kesimine yüklemesi. Rant kavramı ilk olarak toprak gelirlerini tanımlamak için kullanılmıştı çünkü toprak sahipleri yaptıkları herhangi bir iş için değil sadece mülkiyet sahibi oldukları için bu gelirleri kazanmaktaydı.” diyor.

İlişkiyle para kazanmak

Günümüzde rantiyeler herhangi bir inovasyon yapamadan, yeni teknik geliştirmeden, hatta çoğu zaman sermaye bile koymadan sadece politik ilişkilerini kullanarak oturdukları yerden para kazanabiliyorlar. Bir tek ilişki geliştirmek için para ve zaman harcıyorlar. Bunlar çoğu zaman profesyonel insanlar. Hangi parti yetkilisinin, hangi bürokratın rant dağıtacağını çok iyi biliyorlar. Hemen geliştirilen ilişkilerle çeşitli ortaklıklar kuruluyor. Kimi zaman ihale, kim zaman maden ruhsatı, kimi zaman vergi uzlaşması, kimi zaman da değişecek kuralları önceden öğrenmeleri sayesinde büyük paralar kazanıyorlar.[1] Vergi de ödemedikleri için gelirleri, servetleri her geçen gün artıyor.

Bunlar demokrasiye de düşman

Bu tür paylaşım sistemleri zaten küçük olan refah pastasının daha da küçülmesine yol açıyor. Toplumun bir bölümü pastayı götürürken büyük bir bölümü kırıntılarla geçinmek zorunda kalıyor. Ne yazık ki ekmek yerine pasta kırıntılarına alışan gen iş seçmen kitleleri kendilerine “pastadan kırıntı verenlere” meftun oluyor. “Daha önceleri ekmeği bile zor buluyorduk, şimdi kırıntısı da olsa pasta yiyoruz.” diyorlar.

Rant düzeninin sürdürülmesi için oya ihtiyacı olan rantiyeler ve siyasi işbirlikçileri de o kırıntıları bilinçli olarak sofranın dışına dağıtıyorlar. Onlar sayesinde düzenlerini sürdürebildikleri için kamudan aldıklarının bir bölümünü örgütleri aracılığıyla dağıtıyorlar. Toplumun muhtaç kesimlerine balık tutmayı değil pasta kırıntısıyla geçinmeyi öğretiyorlar.

Ancak bu düzenin sürdürülebilmesi için sofrada her zaman büyük bir pasta ve kırıntılarının da dışarıya dağıtılabilecek kadar çok olması lazım. Ekonomi/pasta küçüldükçe önce sofradakiler kavgaya tutuşacaklar. Yeni gelenlere yer açmayacaklar. Gerekirse yeni ittifaklar kurup eskilerin bir bölümünü sofradan kovacaklar. Önce parti içindeki, sonra kırıntıyla geçinenlerin isyanını önlemek için ülkedeki demokratik kurumları yok edeceklerdir.



[1] Geniş bir rant yöntemi dizisi için; Devlet nasıl zengin yaratır?

16 Ağustos 2014

Bu düzen değişmemeli (?!)

Hem 68’li abilerimizin hem de biz 78’lilerin gençliği, önce dünyada sonra ülkemizde düzeni değiştirme uğraşısıyla geçti. Kimimiz olaya sınıfsal batık kimimiz milliyetçi. Ama ortak ideal ülkede fakirliğin azaltılması, refahın artması ve bağımsız, demokratik bir ülkede yaşamaktı. Evet amaçlar aynı olsa da yöntemler farklıydı. Bunun nedenleri ayrı bir konu.

Hepimiz ezilenin, mazlumun yanında olduğumuzu söylüyorduk. Zaten çoğumuz dar ve sabit gelirli ailelerden geldiğimiz için çözmeyi istediğimiz sorunlar aslında yakın çevremizin sorunlarıydı.

Bu nedenle geniş kitleleri etkileme şansını yakaladık. Şans diyorum ama, aslında ideallerimiz için gece, gündüz demeden; yemeden, içmeden çalıştık. Düşündüklerimizin, hayallerimizin ne kadarı doğru ise, yaptıklarımızın, eylemlerimizin o kadarı yanlıştı. Ama sonuçta mevcut düzeni değiştirmek istiyorduk.

Bugün kimsenin düzenle sorunu yok(!?)

15 Ağustos 2014

Banka kredisi ile beş yıldızlı otelde tatil yapmak

Ekonominin temel amaçlarından biri refahtan daha çok pay alabilmektir. Eğer çalışıyor, emeğinizin karşılığını alabiliyor ve bu oranda da tüketebiliyorsanız ne mutlu size. Ama geliriniz olmadan, birinden borç alarak tüketiyorsanız önemli bir sorunla karşı karşıyasınız. Gelecekten yiyorsunuz. Dolayısıyla eğer gelecekte geliriniz, ödediğiniz borç taksiti kadar artacak ise sorun yok demektir. Ama borç taksitleriniz artarken geliriniz artmıyorsa fakirleşiyorsunuz.
Ne demek istediğimi biraz açayım.

13 Ağustos 2014

Haziran 2014 itibariyle kamu borç stokunun durumu


Kamu borç stokunun artış hızı geçmiş yıllara oranla yavaşladı. Yılın ilk yarısında stok 593,5 milyar liraya çıktı. 2003 öncesindeki ve 2009 yılında görülen artış hızları şimdilik uzakta kalmış gibi görünüyor. Ama unutmamakta büyük yarar gördüğüm bir şeyi hatırlatmadan geçemeyeceğim: Kamu borcunun azaldığı bu dönemde hanehalkının ve özel sektörün borcundaki artış ülkemiz ekonomi tarihinde görülmeyen düzeylere ulaştı.

Bu açıklamayı yaptıktan sonra;

1. Yılın ilk altı ayında kamu borç stoku 5 milyar liradan fazla artmış.



2. Artışın büyük bölümü TL borçlanma sonucu oluşmuş.


3. Hazine içeride döviz borçlanmıyor. Bu nedenle borçların yüzde 70’i TL. Bir anlamda döviz riski azalmış gibi görünüyor.




4. Ancak kamu borç stokunun enstrüman yapısına diğer bir açıdan bakınca başka bir şey göze çarpıyor.  Dağılımda yüzde 31 döviz, yüzde 32 değişken TL, toplam yüzde 64’ü dövizdeki ve faizdeki değişimlere açık bir yapı karşımıza çıkıyor. Diğer bir deyimle, FED ve Bayan Yellen okyanusun öte tarafında hareketlenirse bizim borç stokumuzun üçte ikisi etkilenecek demektir.




5. Kimler Hazineye borç vermiş? Aslında çok dramatik bir değişim yok. Bankalar, şirketler ve yabancılar ağırlıklı bir alacaklı yapısı var. Bankaların içinde de kamu bankaları önde gidiyor. Gerçek kişiler kamu kağıdı almazken, tüzel kişilerin ilgisi devam ediyor.




6. Yabancıların piyasada önemli bir etken olduğu kesin. Yabancı iştahı çok doğal olarak elde ettikleri getiriyle doğrudan ilişkili. Aşağıdaki grafikten de görüleceği gibi reel faizler düştükçe yabancıların devlet iç borçlanma senedi (DİBS) tutma tercihleri azalıyor.



Son söz yerine

Vadelerin uzadığı, faizlerin düştüğü bir borçlanma ortamının sonuna yaklaşıyoruz. Dünyadaki döviz bolluğunun yarattığı bu elverişli çevre yakında yerini yüksek faiz ortamına bırakacak.

Buna karşılık Hazine seçim popülizmi ve bütçe dışına atılan işlemlerle karşı karşıya. Bütçe dışında biriken riskler günü geldiğinde önce nakit sonra borçlanma baskısı yaratacak. Olumsuz etkileri azaltmak için ivedi vergi ve harcama reformlarının hayata geçirilmesi gerek.


Öneri bizden, uygulama parti içi dertlerle ve gelecek seçimlerle uğraşan siyasilerden.

8 Ağustos 2014

Moody'si beklemeyin ülke kredi notunu kendiniz verin.



Sabahtan beri Moody'si bekler olduk. Ben size yardımcı olayım. 5. MAyıs 2012 tarihli Habertürk'teki köşemde yayımladığım yazıyı tekrardan bilginize sunuyorum.

Ülke kredi derecelendirmesi yapılırken sadece ekonomik gelişmelere bakarak karar verilmiyor. Ağırlığı değişmekle beraber, ekonomi dışındaki konular da hayati önem taşıyor.

DEMOGRAFİK EĞİTSEL VE YAPISAL FAKTÖRLER
* Risk derecelendirilmesi yapılan ülkenin nüfus artış oranı,
* Yaş dağılımı ve nüfusun bağımlılık oranı (14 altı + 65 üstü / 15-64 yaş arası)
* Çocuk ölümleri, hayat beklentisi ve sağlık hizmetlerinin gelişmişliği,
* Kentsel nüfusun toplamı ve nüfusa oranı (şehirleşme)
* Etnik, dinsel ve dilsel azınlıkların dağılımı,
* İkinci ve yüksek eğitime katılım oranları,
* Özellikle uluslararası karşılaştırmaya yarayacak eğitim kalitesini ölçen herhangi bir ölçütün yıllar itibarıyla gelişimi,
* Yaşam standartlarını ölçmeye yarayan; satın alma paritesine göre ölçülmüş kişi başına milli gelir, kişi başına düşen kredi miktarı,
* Gelir dağılımı, refah ve toprak sahipliği bilgileri,
* Ulaştırma ve telekomünikasyon altyapısı standartları ve ana planları hakkındaki bilgiler.

4 Ağustos 2014

Bir Temel fıkrası

Yurtdışında yaşayan bir hemşerim, son günlerde yayımlanan BIS, IMF ve OECD raporlarını hatırlattıktan sonra, nedenini tam anlamasam da, aşağıdaki fıkrayı anlattı.

Birgün Temel'le Fadime'nin köyüne sağlık uzmanları gelmişler. Erkekleri ve bayanları ayırdıktan sonra, doğum kontrolu ve diğer bazı konularda köylülere bilgi vermişler ve sorularını cevaplamışlar.

Akşam eve erken gelen Temel, Fadime'ye ısrarla uzmanların neler anlattığını sormuş. Fadime biraz utangaç bir tavırla, doğum kontrol yöntemlerini anlattıklarını söyleyip kestirip, atmış.

Temel biraz daha ısrarlı bir biçimde, "Başka hiç birşeyden bahsetmediler mi?" diye sormuş. Fadime dayatmalara dayanamamış, "Bir de ön sevişme diye birşey anlattılar." demiş. Buna çok sinirlenen Temel, "O ne demek?" diye hiddetlenmiş. Fadime, "Seks sırasında partnerini uyarmak için yapılan şeylermiş." diye olayı kapatmaya çalışmış.

Ertesi sabah Temel evden çıkarken, mutfafta olan Fadime'ye bağırmış, "Fadime, akşam için seni şimdiden uyarıyorum" diyerek kapıdan çıkmış.

Temel kim, Fadime kim, sağlık uzmaları kim? Yorumu size ait.

2 Ağustos 2014

Küresel altyapı yatırımları ve finansman sorunu

Hükümet yerel seçimlere hazırlanırken 3. Havaalanı, 3. Boğaz Köprüsü gibi mega altyapı projelerinin bazı çevrelerce istenmediğini, hatta engellendiğini ileri sürdü. İşin siyasi ve teknik yanı bir tarafa, ben burada finansman konusunda bazı şeyler söyleyeceğim.
Öncellikle bilinmesi gereken şey şu; bir ekonominin büyüme mücadelesinde, kamunun üzerine düşen ilk ve en önemli görev, altyapı yatırımlarını yapmaktır. Altyapı bir doğal tekeldir ve kamu malıdır. İki şehir arasına birden fazla demiryolu yapılmaz. Aynı şehre birden fazla su ve kanalizasyon hattı döşenmez. Dolayısıyla altyapının özelleştirilmesi, tamamen piyasa koşullarına bağlı olarak işletilmesi mümkün değildir. Eğer özel sektörün kısmi dahli gerekiyorsa, mutlaka bağımsız bir otorite tarafından düzenlenmesi ve denetlenmesi gerekir.
Yıllık 13 trilyon dolarlık piyasa