28 Eylül 2017

Orta Vadeli Programın sorunlu kurgusu ve artan Hazine borçlanma limiti

Orta Vadeli Program (OVP) ve Orta Vadeli Mali Program 2001 Reformlarının bir parçasıdır. Temel amacı; kur, enflasyon ve faiz başta olmak üzere makro değişkenler hakkında, kamu otoritesinin kamuoyuna ve piyasalara bir politika sözü vermesidir. Böylelikle, özel sektör yatırımcıları da daha belirgin bir ortamda yatırım kararı alabilecekler ve büyümeye dolayısıyla istihdam artışına katkı sunabileceklerdir.
Bu bağlamda OVP’lerde ilk bakılması gereken temel makro büyüklüklerdir. Eğer Programın orta direği yanlış kurulmuşsa yapısı da sorunlu olacaktır. Asıl doğruluğun sorgulanması gereken yer burasıdır. Bütçe ne olacak, borçlanma ne kadar olacak sorularının yanıtı daha sonra aranmalıdır.

Bu bağlamda kur varsayımıyla başlayalım. Döviz arzında bir değişim olacağını dünya âlem herkes konuşuyor. Hatta Alman Deutsche Bank o kadar ileri gitti ki, geçen hafta “Gelecek Finansal Kriz” başlıklı bir çalışma yayımladı.

Bu durumda, yıllık ortalama kur artışlarının yüzde 4-5’ler düzeyinde kalması oldukça zor. Yanı sıra, eğer kur artışı bu seviyede iken enflasyon yüzde 6-7’lerde olursa bu gelişme reel kurun yükselmesi anlamına gelecektir. Yüksek reel kur ithalatı ucuzlatacak, ihracatçıyı zorlayacaktır. Böylesi bir gelişme, OVP’nin ithalat, ihracat ve cari açık öngörülerini de zora sokacaktır.

Kur varsayımının tutmaması demek, yüksek geçişkenlik nedeniyle enflasyon hedefinin de tutmayacağı anlamına gelir. Dahası, OVP ile beraber açıklanan vergi paketi de yeni bir zam dalgasının gelmesine yol açacaktır. Bir yandan dış diğer yandan iç girdi maliyetlerinde başlayacak yukarı hareket, zaten yüksek olan enflasyonun yükselmesine neden olacaktır.

Eğer kur ve enflasyon tutmazsa faizlerin düşmesini beklemenin de bir anlamı kalmayacaktır. Bu yatırım ortamını etkileyecektir.

Yani OVP’nin temel kurgusunda sorun vardır.

Ama ben yine de büyüme ve mali denge tarafına bakmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

25 Eylül 2017

Biri bana açıklasın

Hisse senedi piyasalarını uzaktan izlerim. Dolayısıyla, günlük yatırım kararlarının nasıl alındığı konusunda uzman değilim. Bu bağlamda yazımda ele almak istediğim konu, borsalardaki günlük hareketleri tahlil etmeye yönelik değildir. Diğer bir deyimle, bu yazıya bakıp yatırım kararınızı değiştirmeyin.

Okuyanlar hatırlayacaktır, önceki yazımda; “finansallaşan dünyada” gelişmekte olan ekonomilere (GOE) daha fazla sıcak para yatırımı gittiğine dikkat çekmiştim. Bu nedenle, yabancıların faiz ve borsa gelirleri için GOE’lerin, dışarıdan borçlanmak zorunda kaldıklarını belirtmiştim. Gerekli olan dövizin turizm ve ihracat gelirlerinden karşılanamaması sonucu dış borçlanmaya gidildiğine değinmiştim. Böylesi bir sarmalın, GOE’leri her geçen gün daha fazla dış borca mahkûm ettiğine vurgu yapmıştım.

Sıcak paranın geldiği tahvil piyasaları sabit getirili piyasalar olduğu için oralardaki değişimleri anlamak çok zor değildir. Eğer ülkedeki enflasyon ve yabancıların risk algılaması yüksek ise faizler de yüksek olacaktır. Veya tersi durumda faizlerin düşük olması normaldir.

21 Eylül 2017

Döviz dengesi değişirken Türkiye’nin durumu

Beklenen FED kararı sonunda açıklandı. Yakında Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve diğer büyük merkez bankalarının da benzeri kararlarını duyabiliriz. Eğer beklenmedik bir olay olmazsa artık ucuz döviz yok. Bir devrin sonuna geldik!
Bu bağlamda, öncelikle kısa vadeli döviz yükümlülüklerinin düzeyini dikkatli değerlendirmek lazım.

Dünyada dengeler değişirken Türkiye'nin döviz yükümlülükleri büyüdü. Haziran sonu itibariyle; yurt dışında yerleşiklerin Türkiye’den, 49 milyar $ hisse senedi, 123 milyar $ tahvili (38 milyar $’ı bankalara, 75 milyar $’ı kamuya, 10 milyar $’ reel sektöre ait),48 milyar $’lık mevduatı var. Diğer bir deyimle ekonominin 220 milyar dolarlık kısa vadeli yükümlülüğü var. (217 milyar $’lık krediler ve diğerleriyle beraber toplam yükümlülükler 647 milyar $’a ulaşıyor).

Bu yeni bir gelişme değil. Dünyada dövizin azalacağı ve faizlerin yükseleceğini bilen yabancılar Türkiye’ye, kısa vadeli kredi, hisse senedi, devlet borçlanma senedi ve mevduat gibi kısa vadeli fonları getirmeye başlamışlar. Yılın ilk yedi ayında 3 milyar $ kadar olan uzun vadeli döviz girişlerine karşılık 25 milyar dolarlık kısa vadeli finansman girişi oldu.

Özetle, dünyada döviz pahalılaşırken bizde ihtiyaç azalmıyor. Aksine dövize bağımlılık artıyor.

Ne demek istediğimi biraz daha açayım.

12 Eylül 2017

Kamu borçlanmasında yasal limit aşıldı (mı?)

2001 Krizi sonrasında çıkarılan kanunların arasında en önemlilerinden birisi 4749 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanundur. Önemi, bu topraklarda ilk defa yasa ile devlet borçlanmasına limiti konulmasından gelir. O günlerde siyasetçileri ikna etmek için verdiğimiz uğraşıların anılarımda özel yeri vardır.

Bahsi geçen yasanın 5. Maddesi aynen şöyledir:
“Borçlanma, ikraz ve garanti limiti (1)
Madde 5 - Malî yıl içinde 1 inci Maddede belirtilen ilkeler ve malî sürdürülebilirlik de dikkate alınarak yılı bütçe kanununda belirtilen başlangıç ödenekleri toplamı ile tahmin edilen gelirler arasındaki fark miktarı kadar net borç kullanımı yapılabilir.

Borçlanma limiti değiştirilemez. Ancak borç yönetiminin ihtiyaçları ve gelişimi dikkate alınarak, bu limit yıl içinde en fazla yüzde beş oranında artırılabilir. Bu miktarın da yeterli olmadığı durumlarda, ilave yüzde beş oranında bir tutar, ancak Müsteşarlığın görüşü ve Bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile artırılabilir. Bütçenin denk olması durumunda da borçlanma, anapara ödemesinin en fazla yüzde beşine kadar artırılabilir. “

7 Eylül 2017

Hazine borç stokunun son durumu

Önce küçük bir açıklama yapayım. Hazine (merkezi yönetim) borç stoku deyince işin içine sadece Hazine’nin borçları giriyor. KİT’ler, yerel yönetimler, fonlar ve varsa döner sermayelerin iç ve dış borçları bu rakamlara dâhil değil. Dolayısıyla toplam kamu borç stoku deyince, aşağıdaki rakamlara bu kurum ve kuruluşların borçlarını da eklemeniz lazım.

Gelelim son verilere.

Temmuz sonu itibariyle Hazine’nin borç stoku toplamı 817 milyar lirayı geçti.
Geçen yılsonuna göre, bu yılın yedi ayında stok 58 milyar lira büyümüş. Aşağıdaki ilk grafikten görüleceği üzere, bu rakam az değil. Önceki yılların yıllık değişimiyle karşılaştırdığımızda 2009 Kriz yılına çok yakın. Ama dikkat: 2009 rakamı yıllık, bu yılın ki yedi aylık.

4 Eylül 2017

İrlanda dağlarında çiçekler açar

Tatili İrlanda’da geçirdim. Uzun zamandır merak ettiğim ülkenin güney yarısını dolaştım. Size gezi anılarımı anlatmak niyetinde değilim. Sadece birkaç gözlemimi paylaşmak istiyorum.
Türkler ile ilk resmi bağlantılar 1847-48 yılları arasındaki büyük açlık yıllarına dayanıyor. Osmanlı üç gemi göndererek yardım eli uzatmış. İrlandalılar bunu hiç unutmamışlar.
Sonraki bilinen ilişki ise Mustafa Kemal Paşa döneminde. İrlandalılar, Britanya’ya karşı 1916 Dublin Paskalya Ayaklanmasıyla başlattıkları bağımsızlık mücadelesinde Çanakkale Direnişinden etkilendiklerini gizlemiyorlar. Daha sonraki yıllarda, İrlanda’da ikili monarşinin tartışıldığı dönemde, Atatürk’ün İrlanda Cumhuriyetçi Partisinin tam bağımsızlıkçı politikasına verdiği destek unutulmamış. Yani bağımsızlık çiçekleri aynı dönemde oralarda da açmış.
Gözlemlediğim kadarıyla, İrlandalılar uluslaşmaya ve bağımsızlıklarına çok düşkün bir ulus. Her ortamda ortak yanlarını öne çıkarmaya aşırı önem veriyorlar.
Dublin’de Kilmainham hapishanesini gezerken, tur rehberinin 1916 Paskalya Ayaklanmasını ve Bağımsızlık hareketi liderlerinin kurşuna dizilmesini anlatımını dinlemenizi isterdim. Uluslaşma sürecinde neler yaşadıklarını, Ayaklanmanın onlara verdiklerini, ülkesini gezmeye gelen turistlere basit bir dille anlatıyordu.