26 Aralık 2018

IMF Türkiye’de ekonomik politika belirsizliği endeksi yayınlamış

IMF aralık ayının başında bir çalışma  yayınladı. “Türkiye’de Ekonomik Politika Belirsizliği” başlığını taşıyan metin, özelikle istihdam yaratan sabit yatırım yapacaklar için önemli yorumlar içeriyor. 
IMF’ye göre ekonomi politikalarında yaşanan belirsizlikler, ekonomik kararların alınmasında kilit rol oynuyor. Artan belirsizlikler, mikro düzeyde, ekonomik ajanların tüketim ve yatırım kararlarını ertelemelerine yol açıyor. Bu tür bir gelişmenin sonucunda, talep azalıyor ve işsizlik artıyor.
Ekonomik belirsizlikler çeşitli yöntemlerle ölçülüyor. Geleneksel ölçümlerde; GSYH, enflasyon ve döviz kurları gibi makro değişkenlerde görülen sapmalara dayalı hesaplamalar yapılıyor. 
Bazı endeksler makro değişkenler yerine hisse senetlerinin getirisi ve satışlardaki büyüme gibi piyasa verilerine dayalı modellerkullanıyorlar. Veya CDS (kredi temerrüt takasları) ve diğer finansal risk enstrümanlarını ele alarak hesaplar yapıyorlar.

20 Aralık 2018

Yılın ilk on ayında borç ödeme verileri


Biraz ilgisi olanlar ekonominin gidişatını, yakın gelecekte neler olabileceğini merak ediyorlar.

Cevap vermeye çalışanların bazıları, “Biz alışkınız, gerekli önlemler alınır, bir şey olmaz” diyor. Benim de içinde bulunduğum grup ise; “Bu defa farklı. Sorun borç geri ödeme sorunu. Ona göre önlemler acilen alınmalı” yaklaşımında.

Benim gibi düşünenler, dışarıda havanın değiştiğini, dünyada kara bulutların toplanmaya başladığından yola çıkıyor. Artık dışarıdan kolayca yeni borç bulunamayacağını biliyor.

Peki, bu durumda Türkiye’de durum nedir?

İşsizlik, enflasyon, düşen üretim vb. artık herkesin bildiği sorunlar. Dolayısıyla bu yazı için bir kenara koyayım. Aylık borç geri ödeme verilerine bakarak, ekonomideki resmin önemli bir yanını dikkatinize sunayım. Karar vermenize yardımcı olayım.

18 Aralık 2018

Bu sefer farklı


Yazılarımı yakından izleyenler, yaşadığımız kriz ile 2001 Krizinin farklı olduğunu anlatmaya özen gösterdiğimi bilirler.

Bu gayreti göstermekteki amacım, farklı sorunlara farklı çözümler bulunması gereği. Farklılığı anlamak can alıcı öneme sahip. Çünkü bugün yaşananlar tam olarak anlaşılmazsa, çözüm adına yapılanların bir kısmı, krizi biraz daha derinleştiriyor.

Konuyu tekrar ele almamın nedeni, geçen Cumartesi günü 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu’nun Güz 2018 Konferanslarında Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse ve Doç. Dr. Serdal Bahçe’nin yaptığı sunum.

Ahmet Hâşim Köse’nin genel denge verilerinden yola çıkılarak hazırladığı yansı çok aydınlatıcıydı. Konunun bazı teknik ayrıntılarını ve geçmişe yönelik verileri, tanıdığım en yetkin genel denge uzmanlarından biri olan Zafer Yükseler ’in yardımıyla buldum.

Aşağıdaki grafiği hazırladım.


14 Aralık 2018

Önce sorunun tanımında anlaşalım

Yaşlı lordun genç karısının, lordun yeğeniyle ilişkisi varmış. Her fırsatta beraber olmaya çalışıyorlarmış. Bir gün şatonun bahçesinde beş çaylarını yudumladıkları sırada, genç adam masanın yakınındaki ağaca çıkmış. Bağırmaya başlamış, “Hey ayıp oluyor benim yanımda öpüşmeyin”. Yaşlı Lord şaşırmış, “Yok öyle bir şey saçmalama” demiş. Bunun üzerine genç çapkın “Ama buradan öyle gözükmüyor. Gel istersen bak” diye cevap vermiş. Kızgın Lord zorlanarak çıkmış ağaca. Aşağıya inen genç hemen sevgilisine sarılmış. Yukarıdaki yaşlı Lord “Doğru buradan bakınca insanlar öpüşüyormuş gibi görünüyor” demiş.
Kıssadan hisse: Olaya nereden ve ne niyetle baktığınız önemli. 
Ekonomide yaşananlar hakkında yapılan yorumlar ve alınan önlemler bu fıkrayı hatırlattı.
Uzatmayayım. Sorun 2001 Krizinde olduğu gibi finansal değil. Yani kurla, faizle kesin çözüm bulunamaz. Sadece ekonomik ortam biraz rahatlar, kalıcı tedavi için zaman kazanmış olunur.
Bugüne kadar çoğunlukla döviz borçlanarak ithal eden, inşaata yatırım yapan, tüketen ekonomi artık borç ödeme dönemine girdi. Yani el atıyla çalım satamayacağız.El oğlu atını geri istiyor.
İstiyor, çünkü bol döviz dönemi sona erdi.ABD Merkez Bankası FED’den sonra, Avrupa Merkez Bankası ECB de 2019 yılında parasal genişlemeye son vereceğini açıkladı. 

10 Aralık 2018

Kamu desteğiyle büyüme: Nereye kadar?


Ağustos ayından bu yana yaşanan gelişmeler nedeniyle, büyüme rakamlarını merakla bekleniyordu.

Ekonomi, bu yılın III. Çeyreğinde %1,6 büyüdü. Bu konuda tahmin yapanların çoğunluğu buna yakın veya daha küçük bir oran bekliyordu. Eğer takvim ve mevsim etkilerinden arındırılmış rakamlara bakarsak ekonomi bu dönemde %1,1 oranında küçülmüş. Bu rakam gelecek için önemli bir öncü gösterge.

Bu bağlamda bazı rakamları paylaşmanın yararı var.

Üretim tarafından bakınca, tarım %1, sanayi %0,3 ve hizmetler %4,5 katma değer üretirken, inşaat %5,3 küçülmüş.

Harcamalar tarafında durum çok farklı değil. Hanehalkı harcamalarının toplam katma değeri %1,1. Geliri artmayan, ucuz kredi/borç bulamayan haneler harcamayı kısmışlar.

5 Aralık 2018

Hazine borçlanma ilkeleri ve ihaleleri üzerine birkaç söz


Kamu borçlanması bilgi ve deneyim isteyen bir iştir.

Dünyada ve Türkiye’de çok uzun geçmişi olan bu işlemlerin, ekonomik ve siyasi sonuçlarını çok iyi anlamak, borçlanmada sürdürülebilir bir yaklaşımı hayata geçirmek için mutlak bir gerekliliktir.

Konuya bu açıdan bakınca, kamu borçlanmasının üç temel ilkesi vardır: Likidite, şeffaflık ve basitlik.

Kısaca değinmek istersek, likidite; uzun vadeli kamu borçlanma senetlerinin, vade sonunu beklemeden elden çıkarılmak istenmesi durumunda çok zarar etmeden işlem görebilmesi demektir.

Basitlik ilkesi; borçlanma prosedürünün, borçlanma enstrümanlarının, ikincil piyasa işlemlerinin (Hazine ihaleleri 1. Piyasa, BİST Tahvil piyasası işlemleri 2. Piyasa olarak adlandırılır), itfa (geri ödeme) işlemlerinin kolayca gerçekleştirilebilir, anlaşabilir olmasıdır.

Benim, geçmişteki deneyimlerime dayanarak, en çok önem verdiğim ilke şeffaflık ilkesidir. Bu ilke; borçlanma faizlerindeki risk primini azaltmak üzere, taraflar arasındaki enformasyon asimetrisini ortadan kaldırmak amacıyla Hazine’nin politikalarının tahmin edilebilirliğini sağlamaya yönelik uygulamaları içerir.

Hazine, özellikle 2001 yılından sonraki dönemde, üç aylık borçlanma programlarını kamuya açıklayarak belirsizlikleri ve böylelikle risk primini en aza indirmeyi hedefledi.

Yanı sıra, piyasalarda en çok Hazine kâğıdı salıp/satan bankalardan oluşan bir “piyasa yapıcılığı sistemi” oluşturularak şeffaflığı arttırmak ve karşılıklı diyalogu sağlamak için önemli bir adım atılmıştı.

Bunları Hazine’nin son iki ayda, özellikle şeffaflık ilkesine çok uymayan davranışları üzerine yazıyorum.

29 Kasım 2018

Devlet İşsizlik Sigortası Fonuna verdiğini geri alıyor

Hafta başında yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı ile, İşsizlik Sigortası Fonunun, bir önceki yıl prim gelirlerinin belli oranına bağlanan ve yüzde 30 olan harcama yetkisi, 2019 ve 2020 yılları için yüzde 50’ye çıkarıldı.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın verilerine başvurdum. İşsizlik Sigortası Fonunun gelir-gider dengesini 2011-2018 yılları itibariyle bir araya getirdim. Aşağıdaki Tabloyu hazırladım.
Fonun üç ana gelir kalemivar. İlkiçalışanlardan ve işverenlerden toplanan işsizlik sigortası primleri. İkincisibuna ek olarak devletin fona yaptığı katkı. Üçüncüsüve en büyüğü, Fonun faiz gelirleri. 
Tablodan da görüldüğü gibi, faiz gelirleri genellikle prim gelirlerinden fazla. Bunun nedeni, tablonun son sıralarında görülen IV – Toplam Fon Varlıklarının büyük çoğunluğunun Hazine Devlet İç Borçlanma Senetlerine (DİBS) yatırılması.Buradan faiz geliri elde edilmesi.
Bu miktar, Hazine iç borçlanması açısından çok önemli. Eğer İşsizlik Sigortası Fonu, geri ödeme aldığı tarihte iç borçlanma ihalesine girmezse, Hazine ihtiyacı olan parayı bankalardan daha fazla borçlanarak karşılamaya çalışır.Dolayısıyla Fon, kamu iç borçlanmasında kritik rol oynar. 

26 Kasım 2018

Cari açık azalınca sorunlar bitiyor mu?


Son iki aylık cari denge verileri açıklanınca ortalığı pembe bulutlar kaplamaya başladı. Artık dış borca ihtiyaç azalıyor, sorunlarımız da buna bağlı olarak azalacak görüşü kabul gördü.

Bu görüşün doğru yanları olduğu yadsınamaz.

Olaya matematiksel olarak yaklaşırsak; dışarıda döviz arzı azalırken, bizim de talebimizin azalması pozitif bir durumdur. Döviz kurları üzerindeki baskı, kısmen de olsa, azalıyor.

Buna karşılık bu gelişmenin sonucunun her zaman olumlu olmadığını bilmekte yarar var.

İki başlığa dikkat etmek lazım.

Birisi ithalata bağımlı imalat sanayiinin durumu.

19 Kasım 2018

Sosyal sermayemiz hızla azalıyor


Sıcak parayla, dövizle, faizle uğraşmaktan uzun vadeli konuları görmez olduk. Devamlı atıf yaptığım üretim, paylaşım gibi konuları çok azımız konuşur olduk.

Bugün size hemen hemen hiç konuşulmayan bir konudan, sosyal sermayeden bahsetmek istiyorum.

Sermayeyi çoğumuz mal, para, gayrimenkul, hisse senedi vb. olarak biliriz. Zaman zamanda beşeri (insan) sermeyesinden konuşanları dinleriz. Özellikle eğitim konusu açıldığında ekonomistler, konuyu döner dolaşır verimliliğe ve büyümeye getirirler. Yani fiziki ve beşeri sermeye bilinen konulardır.

Buna karşılık sosyal sermaye çok yeni gündeme gelen bir kavramdır. Konu ilk olarak 1990 yıllarda gündeme gelmiştir.

Sosyal sermaye kimine göre “sosyal yapının özelliklerinin ve toplumda bireyler arasındaki ilişkilerin ekonomik performansı arttırır.” Kimine göre ise; “bireylerin, toplumun resmi ve sivil kurumları arasında üyelik yoluyla fayda sağlama kapasitesi ve yeteneğidir. Bir yandan komşular, aileler ve bireyler arasında, diğer yandan da toplumdaki kurumlar arasında bağ oluşturan bir sermaye türüdür. Toplumdaki bireylerin, mevcut kaynakların daha etkin kullanımını sağlamak üzere birlikte çalışabilmeleri için sosyal sermayeye ihtiyaç vardır. Genellikle kabul edilen görüş ise, ortak faydaya dayalı işbirlikçi davranışın sosyal sermayenin özünü oluşturduğu ve de sosyal grupların, ortak iyinin elde edilmesi için birlikte çalışabilme ve işbirliği yapabilme kapasitelerini ifade ettiğidir” (www.ekodialog.com).

OECD ye göre sosyal sermeye; iyi niyet, arkadaşlık, duygu birliği, başkalarının duygu ve düşüncelerini anlama/paylaşma ile kişiler ve aileler arasındaki sosyal ilişkilerdir.

14 Kasım 2018

KÖİ projelerinin bütçeye yükü belli olmuş


Bugün yine Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinden bahsedeceğim.

Hatırlayacağınız gibi; KÖİ projelerinin adı değiştirilerek karşımıza çıktı. Bilinen YİD projelerinden tek farkı, bu projeler için alınan dış borçlara Hazine’ce borç üstlenim garantisi verilmesiydi.

Bilindiği gibi projelerin tanıtımı yapılırken bütçeye yük olmayacakları tezi üzerinden kamuoyuna tanıtıldı. Konuyu ilk ele alanlardan birisi olarak bu yaklaşıma itiraz ettim. Bütçeye yüklerinin mutlak olduğunu söyledim.

İtiraz ederken Hazine’nin klasik dış borç garantilerinden ve Yap-İşlet-Devret (YİD) projelerinden üstlendiği ödemeleri örnek verdim. Ve ekonomi büyürken, bütçe ve diğer kamu gelirlerinin arttığı dönemlerde sorun olmayan garantilerin, kriz dönemlerinde bütçeye ekstra yük olarak karşımıza çıktığını ısrarla vurguladım.

Çoğu 2013 yılında başlayan KÖİ projelerinin inşaatları hızla bitiyor. Dolayısıyla inşaatlar bittikçe, çok iyi hesaplanmadan verilen kredi, yolcu, hasta, geçiş garantilerinin bütçeye yükleri de gelmeye başladı.

Bütçe konusundaki uzmanlığı çok iyi bilinen ve TÜSİAD-EAF için Merkezi Yönetim Bütçe İzleme çalışmasını da yürüten dostum Ferhat Emil üşenmemiş aşağıdaki tabloyu hazırlamış.

Aslında tablo kendisini anlatıyor. Ama biraz bilgi vermekten bir zarar çıkmaz.


10 Kasım 2018

Maliye politikasının göstergesi bozuk

21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu’nun Güz Konferanslarına konuğu kadim dostum E. Hazine Müsteşar Yardımcısı Ferhat Emil’di. “Planlamanın Görünmeyen Yüzü: Bütçe – Kurumsal Yapı” konulu konferansında zengin bilgi ve deneyimlerini bizimle paylaştı. [1]
Ferhat, sunumunda bütçeyi aracın göstergesine benzetti.
Ehliyetimi tam 41 yıl önce aldım. Tecrübeli bir şoför sayılırım. Uzun süre ikinci el araç kullandım. Karbüratör ayarını yapabilecek kadar motordan anlardım. Göstergelerdeki işaretlerin ve arabadan gelen seslerin ne demek olduğunu bilirim. 
Tamam o günler geçti. Arabalar artık tamamen elektronik oldu. Gösterge panosunun fonksiyonu çok değişti. Aracın lastik basıncını bile göstermeye başladı.
Konuyu makro iktisadın göstergesine getireceğim. Ekonomik gidişatı günlük, kur+faiz+borsa göstergeleriyle değil, uzun vadeli üretim ve paylaşım açısından bakarak değerlendirmek lazım.Çünkü asıl amaç, istihdam ve refahın adil paylaşımıdır. 
Bu amaca ulaşmada en önemli ekonomik araç maliye politikasıdır. Bu saptamaya katılıyorsanız, bütçenin en önemli gösterge olma özelliği daha iyi anlaşılır.

6 Kasım 2018

Sosyal yardım alan seçmenlerin sayısı azalmıyor

Ekonomi demek üretmek, paylaşmak demektir. Yeteri kadar üretmeyen ekonomi istihdam, zenginlik, refah yaratamaz. Bunları yaratamayan ekonomide de paylaşım adil olamaz. Bir kesim pastadan aldığı payı devamlı artırırken ötekilere çoğu zaman pasta kalmaz.
Böylesi bir yorumu yaparken yoksulluğun kendi kendini besleyen bir olgu olduğunu gerçeğinden yola çıkıyorum. Diğer bir deyimle, sosyal olduğunu iddia eden bir devletin ilk görevi, var olan yoksullukla mücadele etmek, azaltmaktır.
Mücadele, iki nedenle başarılı olamazBirincisiniyet ve gayret eksikliğidir. Devleti idare edenler, yani yürütme, yani hükümet, uzun ve meşakkatli bir iş olan yoksulluğu azaltma işine bilinçli olarak girmek istemez. Yoksullara balık tutmayı öğretmez. Bunun için örgütlenmez.
İkincisiise, mücadele için tahsis edilen kaynak yetersiz olabilir. Kamunun, diğer harcamaları nedeniyle, yoksullukla mücadeleye ayırabileceği yeter kadar kaynağı yoktur.
Türkiye’de yoksulluk araştırmalarını TÜİK yapıyor. Önce gelire bağlı bir yoksul tanımı yapılıyor. Ondan sonra hanehalkı araştırmaları ile sonuca ulaşılıyor. Resmi olarak o veriler üzerinden politika oluşturuluyor.
TÜİK kamunun harcamaları üzerinde durmuyor. Onun işi değil. 
Oysa kamu çeşitli araç ve yöntemlerle yoksullara transfer yapıyor. Bunların en çok bilinenlerini 2019 Yılı Programından alarak aşağıdaki tablodaözetlemeye çalıştım. 
Tablodan da görüldüğü gibi; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), YurtKur, T. Kömür İşletmeleri (TKİ) ve T. Taşkömürü Kurumu (TTK) ve belediyeler çeşitli adlar altında sosyal yardımlar yapıyor. 

1 Kasım 2018

Hazine’nin faiz yükü artıyor (*)

Hazine, gelecek yıl ne kadar borç ödeyeceğini ne kadar borçlanacağını gösteren Finansman Programı’nı yayınladı.
Kasım ve Aralık aylarında beklenemeyen bir şey olmazsa, veriler bize 2018 yılının programlanandan çok kötü geçmeyeceğini gösteriyor. Tahmin edilenden sadece 4 milyar lira kadar sapma olacak.
Ancak, bu değerlendirme nominal büyüklük olarak doğru olmakla beraber, borçlanmanın yapısında önemli sayılabilecek bazı değişiklikler var.
İçinde bulunduğumuz dönemde nakit iç borçlanmanın ortalama vadesi 71,2 aydan 63 aya düşmüş.Dahası, geçen yıl yüzde 11,4 olan sabit getirili iç borçlanmanın ortalama maliyeti de yüzde 17,3’e çıkmış.Yarıyı geçen bir artış var. 
Bu değişimler kamu borç yükünün geleceği açısından çok önemli. Rakamlar bize gelecekte Hazine’nin faiz yükünün artacağını gösteriyor.
O zaman geleceğe bakalım.

29 Ekim 2018

Cumhuriyet ve donarak şehit olan askerler

Asiye annenin, benim ve daha çok baba tarafından kuzenlerimin çocukluğunda önemli bir yeri vardır. 
Bir cumhuriyet yazısına, okuma yazma bilmeyen Asiye annenin hayatını anlatarak başlamam size ters gelebilir. Ama o dönem için klasik bir yaşam. Kendisi babamın teyzesi. Dedem ve kardeşi iki kız kardeşle evlenmişler. Babamın amcası, evlendikten çok kısa bir süre sonra gittiği Sarıkamış’ta 1914’te donarak şehit olmuş. Ekonomik ve sosyo-kültürel şartlar Asiye anneyi, kardeşi ve kayınbiraderi ile yaşamaya zorlamış. Eşinden haber alamamak onun en büyük acısı olmuş. Yeğenlerine ve onların çocuklarına emek harcayarak hayatını geçirmiş. Ben yanında uzun kalamadığım için özel hikayelerini detayıyla bilmem ama duyduklarım zorluklarla dolu yaşam dilimleridir.
Tarih okurken hep aklıma, nedense o yıllar gelir. Önce Balkan Savaşı ve yaklaşık 1 milyondan fazla Türk’ün, zorunlu göç sırasında ölümü. Ardından 1. Dünya Savaşı’nda şehit olanlar. Ne beşerî ne de fiziki sermayenin kalmadığı bir ülke. Buna karşılık her yanı 1919’da işgal edilmiş. Sadece Yunan değil, İngiliz, Fransız, İtalyan, önceki savaşın galipleri, kimi ararsanız Anadolu’yu, gecekondu arsası paylaşır gibi paylaşmışlar.
Mustafa Kemal Paşave arkadaşlarının büyüklüğü burada başlıyor. Tarihte bir ilki gerçekleştiriyorlar. Az gelişmiş ülkeler arasında emperyalizme karşı ilk duruşu sergiliyorlar. Yokluk içindeki ülkeyi örgütleyip, ordu kurup, savaşıp düşmanı bu topraklardan kovuyorlar.
Örnek bir yurtsever tavır sergiliyorlar.

22 Ekim 2018

2019 Bütçe Kanunu Tasarısı üzerine birkaç not


2019 yılı Bütçe Kanunu Tasarısı TBMM’ye sunuldu.

Uzun teknik değerlendirmeler yerine, kısa notlarla, öne çıkan konuları bilginize sunacağım.

Harcamalarla başlayayım.

  • Artık sıradanlaşan ödenek üstü harcama 2018 yılında da devam etmiş. Faiz dışı harcamalarda 54,3 milyar lira, faiz harcamalarında ise 4,7 milyar lira olmak üzere toplam 59 milyar lira yetki aşımı yapılmış. Artık TBMM’nin “bütçe hakkı” sizlere ömür.
  • Genel olarak 2018 yılsonu tahmini bütçesi ile 2019 bütçesindeki faiz dışı harcamalar arasındaki artış oldukça muhafazakâr (%13).
  • 2019 yılında en önemli tasarruf kalemi bütçe yatırım harcamaları. Bu yılın yatırımlarından 14,3 milyar lira daha az yatırım yapılacak.
  • Hane halkına, belediyelere, KİT’lere transferleri içeren cari transferler kaleminde önemli artışlar öngörülmüş. Detaylar henüz belli olmadığı için kalemler hakkında görüş belirtmek imkânsız.

Gelirlere gelince;

19 Ekim 2018

Türkiye’ye sıcak para girişleri azalacakmış

Önce Amerikalı Papaz serbest bırakıldı. Ardından Hazine aylar sonra tahvil piyasalarından borçlanabildi. Yılbaşında 10 yıl vadeli tahvil için yatırımcıya % 5,2 getiri öderken, şimdi 5 yıllık tahvile %7,5 getiri ödemek zorunda kaldı.
Arada geçen sürede, diğer gelişmelerin yanı sıra ülke kredi notunun düşmesi de tahvil maliyetinin artışında önemli bir etken oldu.
Ardından döviz kurları aşağıya gelince, etrafta bir rahatlama havası göze çarpıyor.
Bu durum ne kadar sürekli olur anlamaya çalışalım.
Önce döviz talebitarafına bakalım.
TCMB verilerine göre, Ağustos 2018 – Ağustos 2019 arasındaki dönemde, Türkiye’nin vadesi bir yıldan az olan dış borç stokunun toplamı 175,2 milyar dolar.Bu toplamın 98,4 milyar doları bankacılık sektörünün, 70,6 milyar doları reel sektörün, kalanı kamunun borcu.
Yeni Ekonomik Programa göre, ekonomi 2019 yılında 26 milyar dolar cari açıkverecek. 
Rakamlar değişmez, varsayımlar tutarsa, Türkiye’nin toplam döviz ihtiyacı, yaklaşık 200 milyar doların üstünde olacak.
Öncelikle belirteyim. Bu benim önceki tahminlerimden 30 milyar dolar kadar aşağıda bir rakam. Sadece dış finansman açısından bakınca sevindirici. Ama büyüme açısından zor bir durum. Büyümek için dış finansmana, sıcak paraya bağımlı ekonomi küçülecek. İşsizlik artacak.
Şimdi gelelim döviz arzıtarafına.

15 Ekim 2018

Adaylar belediyelerin borçlarının farkında mı?

Durun hemen gülmeyin. “Hangi siyasetçi borç ödemek için aday oluyor?” demeyin. 
Soruyu sormam doğal değil mi? Siz bir işletmeyi, şirketi, ikinci el konutu vb. alırken tapudan, bankalardan araştırma yapmıyor musunuz?  Ödenmeyen borcu, ipoteği var mı yok mu diye bakmıyor musunuz?
Çoğunuzun verdiği cevabı duyar gibi oluyorum. Rasyonel davranan biri, önceki borçları üstlenmez. Ya satıcının borcu temizlemesini ister ya da borçları üstelenecekse ödemeyi ona göre yapar.
Duyuyor, görüyorsunuzdur. Mahalli idareler için binlerce aday adayı ortalıkta geziyor. Bol keseden vaatler havada uçuşuyor. Bazıları inanılmaz projelerden bahsediyorlar. Küçücük bir ilçe belediyesi başkanlığına aday adayı olan kişi, belediyenin yıllık bütçesinin 10, hatta 20 katı kadar harcama baskısı yaratacak uçuk, kaçık projelerden bahsediyor. 
Bunların çoğunun adaylığı da ciddi değil. Amaçları isimlerinin duyulması. Başkanlık olmazsa, belediye meclisi üyeliğine de razılar.Büyük çoğunluğunun amacı hizmet etmek değil. Kamudan geçinmek.İdealleri yok. O beldede hangi parti kazanacaksa oradan aday olmak için her türlü atraksiyonun içindeler.
Buraya kadar okuduysanız, “sen bunları nereden biliyorsun? Aday mısın yoksa bir partide yönetici mi?” soracaksınız. 
İkisi de değilim!

10 Ekim 2018

Krediler ve ekonominin geleceği

Ben bir olaya, özellikle siyasilerin açıklamalarına, her zaman sorgulayarak, bunun arkasında ne var diyerek bakmaya başlarım. Bu bize Mülkiye’de öğretilenlerden geliyor. Ama uzun yıllar kamuda çalışmanın verdiği bir teknisyen alışkanlığının etkisi de yok değil.
Bu bağlamda, Sayın B. Albayrak, “Enflasyonla Topyekûn Mücadele Programını”açıklayınca, önce “emirle” (!) enflasyonun nasıl düşeceğini sorguladım. Eğer bu uygulama, parasal disiplin, Merkez Bankası’nın tam bağımsızlığı, mali (kural) disiplin, reel sektörün sorunlu borçlarına vb. çözüm öneren, orkestrasyonu mükemmel bir programın parçası olsaydı, geçici etkisi olabilirdi.
Sonra açıklamaların diğer bölümlerine baktım. İlgimi en çok çeken konu, KDV iadelerinin ödeme sürecinin hızlandırılması oldu.İade miktarı, yani devletin reel sektöre borcu bir iddiaya göre 160, diğerine göre 200 milyar lira. 
Her ne kadar Bakan ödeme konusunda bir mesaj vermiyorsa da, bir niyet beyan ediyor. Eminim bu “niyet” bazı şirketleri heyecanlandırmıştır. (Ama bundan çok alacağı olan müteahhitler için henüz bir açıklama yok. Onları da eklersek kamunun bütçe dışı borçları birkaç yüz milyar lira daha artar.)
Peki bu paralar nasıl ödenecek?

5 Ekim 2018

Haneler ile Hazine’nin iç borç toplamı eşitlenmiş


Yazılarımı izleyenler bilirler. Türkiye’nin borçluluğunu ölçen rakamları Hazine, TCMB, BDDK ve Muhasebat Genel Müdürlüğü verilerinden derliyorum. Ve yılda en az iki defa yayınlıyorum.

Bu bağlamda, 2002 yılından Haziran 2018’e kadar olan borçları önce iç ve dış, sonra kamu ve özel ayrımıyla tablolarlar halinde aşağıda bilginize sunuyorum. Amacım günümüzün en önemli sosyo-ekonomik ve dolayısıyla politik sorununu rakamsal olarak ortaya koymak.

Tablolar, Hazine (merkezi idare), Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT), belediyelerin sadece banka kredileri, reel sektörün (şirketlerin) kredileri ve hane halkının bankalardan aldığı kredi kartları ile tüketici kredilerini içeriyor.


2 Ekim 2018

McKinsey, piyasalar ve demokrasi

Herkes daha önce böyle bir uygulamanın (yabancı danışmanlık) Hazine’ye uygun olup olmadığını soruyor. Ne bileyim ben! Ben çalışırken Hazine birçok konuda danışman tuttu, çalıştı. Neredeyse hepsi, uzmanların kurum içi eğitimini esas alıyordu. Hiçbir istikrar/krizle mücadele programını hazırlarken ve/veya uygularken danışmanlık hizmeti alınmadı. Onlar Hazine, DPT, Maliye ve TCMB uzmanlarının hazırladıkları seçenekler üzerinden müzakere edildi. Bu kurumların uzmanları tarafından hayata geçirildi.
Bana kalırsa konuyu biraz daha geniş açıdan ele almak gerekiyor. Piyasalara ve demokratik yapıya kadar giden geniş bir tartışma/araştırma yapmak lazım. Bu bağlamda ben sadece bir deneme yapmaya çalışacağım. (Yani top sizde. Katkılarınızı bekliyorum.)

28 Eylül 2018

Dış borç stokunun mesajları

Hazine, Haziran 2018 sonu itibariyle Türkiye’nin dış borç stokunu yayınladı.
Stokun verdiği mesajları kısaca yorumlamaya çalışayım.
Nominal rakamlara göre stok önceki çeyreğe göre azalmış, 457 milyar dolara düşmüş.Ancak 2017 yılsonuna göre 2 milyar dolar kadar bir artış var. Artışı 2016 yılındaki 45,6 milyar dolarlık artışla karşılaştırınca çok cüzi kaldığı ortada.
Her zaman yazdığım gibi borçların nominal büyüklükleri kadar milli gelire oranı (reel borç) da önemli bir gösterge. Yıllar itibariyle bu oranları gösteren Grafik 1bize önemli bilgiler veriyor.
İlk olarak reel borç oranının yönünü aşağıya çevirdiğine dikkatinizi çekmek isterim. Aralık 2017’de yüzde 53,4 olan reel borç oranı, Haziran 2018’de %52’ye yaklaşmış
Oranda bir düşüş başlamış gibi. Bu gelişme bir yerde sevindirici; dışarıya borcumuz azalıyor. 

24 Eylül 2018

Yeni Ekonomi Programı üzerine kısa bir değerlendirme


Orta Vadeli Programın (OVP) adı değiştirildi, Yeni Ekonomi Programı (YEP) oldu. İletişim stratejisi açısında doğru bir yaklaşım. Çünkü OVP’lerin hiçbir kredibilitesi kalmamıştı. Adının değiştirilmesiyle, kısmen de olsa, öncekilerden farklı bir ekonomik program olacağı imajı yaratılmış oldu.

Ancak 24 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanan Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın kuruluş kararında OVP’nin hazırlanması görevi, Bakanlığın görüşlerini almak kaydıyla, adı geçen Başkanlığa verildiği halde açıklama neden Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yapıldı anlaşılmadı.

Yazıyı fazla uzatmamak için, diğer değerlendirmelerime kısa notlar halinde devam edeceğim.

14 Eylül 2018

Sorunu Merkez Bankası yaratmadı çözecek olan da o değil


T.C. Merkez Bankası son yılların en büyük faiz artırımını yaparak hepimizi şaşırttı. Para piyasaları, kararı büyük bir coşkuyla karşıladı. Bazıları öyle ileri gitti ki, artık sorun kalmadı demeye başladılar.

Oysa ekonomide yaşanan bir kur krizi değil. Yani sorun Merkez Bankasının çözebileceği bir dert değil. Sorun yüksek dış borç ve ekonominin aşırı dolarize olması. Dış borcun büyüğü de özel sektöre ait. Mart 2018 verilerine göre 467 milyar dolarlık dış borç stokunun yüzde 70’i (325 milyar doları) özel sektörün ödemesi gereken miktar.

Dünyada döviz bolken alınmasına izin verilen borçların geri ödenme zamanı geldi. Borç verenler, reel sektör şirketlerinin nereden döviz bulunacağını ve borçlarını nasıl ödeyeceklerini merak ediyorlar. Yeteri kadar döviz rezervi var mı? Cari açık ne durumda? Ekonomi yeteri kadar büyümezse, şirketler nasıl satış yapıp borç ödeyecekler? Hadi TL buldular, dünyada döviz azalıyor, eskisi kadar kolay dolar, Euro bulabilecekler mi?

Kreditörler bu ve benzeri sorulara cevap ararlarken, jeopolitik riskler, iç politika yanlışları ve “yalama saçlı” Trump nedeniyle hızla yükselen döviz kurunun, döviz borçluları üzerinde yaratacağı tahribat nedeniyle paniklemeye başladılar. Yükselişi durdurması için TCMB’den medet umdular. Ama gerekli karar zamanında alınamadı. Ağustos başında 4,90 TL’lerde olan dolar kuru 7 TL’lere kadar çıktı. Karar sonrası 6,1 TL’ye yaklaştı. Karar geç alınınca, bunca faiz yükseltilmesine rağmen kur eski yerine dönmedi.

Dönmedi ama faizler yukarı çıkmış oldu.


6 Eylül 2018

Gelecek yılın bütçe gelirlerini tahmin etmek zor olacak

Sanırım bütçe hazırlıkları sonuna yaklaşmıştır. Eğer eski yöntemler devam ediyorsa, önce kurum ve kuruluşlardan harcama talepleri toplanmıştır. Strateji ve Bütçe Başkanlığı bu talepleri bir araya getirdikten sonra, gelirleri tahmin edecektir. Tahmini bütçe açığı da Hazine tarafından finanse edilecek.
Eğer devam ediyorsa (!), bu bana göre yanlış bir yöntem. Mali disipline de aykırı. Mali disiplini esas alan bütçe hazırlığında önce gelirleri belirlenir. Ardından kamu borç idaresine, bir yıl içinde ne kadar ek borçlanma yapabileceği sorulur. Onun verdiği rakam gelirlere eklenir ve toplam harcamalar belirlenir. Böylelikle kamu borç idaresi para piyasalarında baskı yaratmadan borçlanma yapar. Ekonomide faiz baskısı olmaz. Özel sektörün yatırımlarının, yeni istihdamın önü açılır. 
Dikkat ettiyseniz böylesi bir bütçe hazırlama prosedürü, kamu borç idaresinin bağımsızlığını gerektirir. Bizdeki örneğin bununla bir ilgisi yok.
O zaman biz de hayalleri bırakıp, gerçeklere dönelim.
Gelecek yıl bütçesinde gelirleri tahmin etmek, önceki yıllara göre biraz daha zorlaşıyor.
Nedenini özetle açıklamaya çalışayım.

31 Ağustos 2018

Yeni OVP nasıl olmalı?

Bilindiği gibi OVP’ın (Orta Vadeli Program) amacı; kamunun üç yıllık sürede izleyeceği makro politikaları açıklayarak, özel sektöre ışık tutmaktır. Makro büyüklükleri ve yatırım ortamının nasıl olacağını açıklayarak, girişimcilerin önlerini görmelerini ve istihdam üreten yatırımlara başlamasını amaçlar.
Hazırlıkları devam eden yeni OVP’nin bunların yanı sıra, önemli bir görevi daha var. Yaşanan kriz ortamında beklentileri pozitife çevirmek için önemli bir kamu politika belgesi.Önemli çünkü; siyasi otoritenin konuyu nasıl gördüğünü ve nasıl çözeceğini açıklayacak. Eğer onda da, günü kurtarmaya yönelik önlemlere değinip, kapsamlı bir yapısal değişim programı açıklanmazsa Türkiye’nin çok derin bir krize girmesi kaçınılmaz olabilir.
Diğer bir deyimle yeni OVP, eskiler gibi “çattı pattı kaç attı?” türü sadece ekonomideki bir takım makro büyüklüklerden ibaret kalırsa beklentileri karşılamaz. 
Şimdi ne demek istediğimi biraz açayım.

28 Ağustos 2018

Bayramlık enflasyon hikayeleri

Bu tatili dolarla, Euro’yla geçirdim desem yalan değil. Tatilin başlangıcı, ay başında piyasalardaki hızlı yükselişi soranlara, görüş isteyenlere elimden geldiğince cevap vermekle geçti. Ardından bayram sırasında aşırı kalabalıklaşan kıyıların ekonomiye katkısı ve fiyatlardaki hızlı yükselişin nedenlerini anlamayla. Anlayacağınız tam bir tatil yaptım diyemem. Zaten sevgili eşim de bundan şikayetçi. Bir aydır izinliyim, “tatile ne zaman başlayacaksın?” diye soruyor.
Kafam tatil yapamıyor ki!Ne kadar zorlasam beceremiyorum. 
Sorular kafamda uçuşup duruyor. Kurlar zirveye tırmanışa devam ediyor. Bir yabancı banka raporunda bu süreç Everest tırmanışınabenzetilmiş. Zirve yapan dağcılar, ara kamplarda dinlenir, oksijen eksikliğine vücudu alıştırır, sonra tırmanışa devam eder, zirveye ulaşırlarmış. Ben de “Daha bunun zirvesine gelmedik mi? diye sorup duruyorum. Önümüzdeki aylardaki borç geri ödemeleri ve cari açığın finansmanını düşününce moralim bozuluyor.
Ardından yaşadığım iki olay beni enflasyonun ne olacağı konusuna götürdü. 

22 Ağustos 2018

Almanya finansal savaş ilan etti (mi?)

Haberi okuyunca heyecanlandım. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas“Dünyada ABD’den bağımsız yeni bir ödeme sistemine ihtiyaç var” demiş. Bakanın bu çıkışı ABD’nin İran ambargosu politikasına bir tepki olarak gündeme gelmiş. Dahası, Almanlar IMF’ye alternatif olarak, Avrupa Para Fonu kurulmalı demişler. Anlayacağınız ABD’ye “yeni dünya kurallarını tek başına koyamazsın” demeye getiriyorlar. 
Önce kısa birkaç teknik bilgi vereyim. Dünyada tüm dolar ve Euro işlemlerinin kaydedildiği SWIFT, merkezi Belçika’da olan bir sistem. Asıl amacı tüm finansal işletmelere parasal işlemler hakkında bilgi sunmak. 
Kuruluş amaçlarına bakarsanız sanki siyasetten bağımsız bir özel işletme. Oysa durum buna pek uymuyor. Örneğin gazetelerde yer alan bir habere göre, yıllar önce Danimarkalı bir iş adamı, bir Alman bankasına, ABD’nin ambargo uyguladığı Küba’dan dolarla puro almak istediğinde, işlem Washington’dan bloke edilmiş.
Benzeri olayları bizler de Rıza Zarrafdavasından hatırlıyoruz. Halkbank davasının özünde, ambargoya rağmen İran’la dolarla işlem yapılması konusu var. ABD mahkemesi, Türkiye’de, İran’la dolarla ticaret yapılmasını, kendi kanunlarına aykırı bularak ceza verdi. Aynı argümanı, Fransız bankası BNP Paribas’ın Afrika’da yaptığı dolar işlemleri için, 9 milyar dolar kadar ceza keserken de kullandı.
Almanların bu çıkışı önemli. Çünkü son dönemde “dolar dışında bir parayla ticaret” tartışmaları var. Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan ve hatta Türkiye bu yönde adımlar atmak için bir arayış içerisindeler.

17 Ağustos 2018

Ekonomide yeni denge!

Baştan belirteyim. Ne olduğunu anlamakta zorlananlar varsa hiç kendilerini yormasınlar. Bakış açılarında derin bir ayrılık var. Olayı tetikleyen etkenlerin ekonomik mi yoksa siyasi mi?  
Aşırı dolarize olmuş, sıcak paranın toplamı milli gelirin yüzde 25’le tarihi zirvesinde olan, yılda 240 milyar dolar dış kaynak bulması gereken bir ekonomide, niyeti kötü olan yabancılar bunu istismar etmez mi? Kendi lehine kullanmaz mı? Orta ve uzun vadeli politikalarını bunun üzerine kurmaz mı? Osmanlı kapitülasyonlar ve aşırı dış borçlar yüzünden ne hallere geldi bilmiyor muyuz?
Sıcak paraya bağımlı bir ekonomide ülke riski değerlendirmeleri hayati önemini Benim Mülkiye’deki öğrencilerim biliyor. Ülke derecelendirmesi yapılırken nelere dikkat edildiğini onlara her yıl anlatırım. (Derste yaptığım sunuma ulaşmak için: http://hakan.hozyildiz.com/kaynaklar/?tid=30#sbf-5.-hafta )  ABD, AB, İngiltere ve Japonya ile ilişkilere verilen özel öneme atıfta bulunurum.Öğrencilerim genellikle neden özellikle bu ülkeler diye sorarlar. Cevabım basittir: Sıcak para döviz fonlarının büyük çoğunluğu New York ve Londra olmak üzere Tokyo, Frankfurt ve Paris’ten yönetilir. Eğer o ülkelerle bir sıkıntı yaşanırsa bu sorun olarak algılanır ve ülke risk primleri artar.
Bunlar tamam. Ama son yaşananları sadece dış politika ile açıklamak, alınan bunca ekonomik kararı açığa düşürür.

11 Ağustos 2018

Piknikçilerin mangalı ormanı yakıyor

Gazi Mustafa Kemal’inöğretisinden biliyoruz ki; “Ekonomisi zayıf ulus, yoksulluktan ve düşkünlükten kurtulamaz; güçlü bir uygarlığa, kalkınma ve mutluluğa kavuşamaz; toplumsal ve siyasal yıkımlardan kaçamaz.”
Bu bağlamda, yıllardır; “Bu borç yükü ve bu kadar dolarizasyon ile ekonomi gitmez. Dışa, sıcak paraya bağımlı ekonomik yapı bir gün duvara toslar. O zaman borç verenler emir vermeye başlarlar.”diye yazdım, durdum.
Ancak çok az duyarlı insan dışında kimse sesimi duymadı. Bazıları yazılarımı hor gördü. Bazıları gereksiz, bir kısmı para kazanmadığım bir iş yapmamın nedenini sorguladılar. 
Elimden geldiğince basit bir cevap vermeye çalıştım: “Belki yazılarımı beğenmiyor olabilirsiniz. Ama ben 1994 ve 2001 Kriz deneyimlerini bir şekilde yaşamış biriyim. Elimden geldiğince, çapım yettiğince iyileri ve kötüleri gözlemledim. Gözlemlerimi ve deneyimlerimi ne kadar okuyucum varsa, özellikle öğrencilerimle paylaşmak benim yurtseverlik görevimdir” diyerek yazmaya devam ettim. 
Amacım bugünlerde yaşadıklarımızın kaçınılmaz olduğunu anlatmaktı.

5 Ağustos 2018

Yapmayın etmeyin gitmeyin gençler

Birkaç ay önceydi. Yurtsever bir baba, mühendis olan ve yarı resmi bir şirkette çalışan kızının yurtdışından iş teklifi aldığını söyledi. İçi buruk, kafası karışıktı. Çok sevdiği yavrusu; ülkesinde kalıp, orta halli bir sabit gelirli olarak yaşamak ile yurt dışına gidip, daha iyi şartlarda, çağdaş bir iş ortamında yaşamak arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Ne diyecekti?
Bana sordu. Her konuda az çok fikri olan birisi olarak hemen cevap vermekte çok zorlandım. Devlet okullarında okuyup mühendis olan, en iyi devlet üniversitelerinden birinde lisansüstü eğitimini tamamlayan, iyi de bir işi olan genç mühendise ne denebilirdi? 
Anladığım kadarıyla onun en çok aradığı şey, kendi alanında kariyer yapmaktı. Çalıştığı şirkette siyasi tercihler, liyakatin önüne geçmeye başlamıştı. Kararını verdi ve Avrupa’ya gitti. Yolu ve bahtı açık olsun.
Sonra araştırmaya başladım. 

2 Ağustos 2018

2001 Krizinden çıkışta bir aşama: İstanbul Yaklaşımı

Yıl 2001. Yine bir Ağustos ayıydı. Günler Krizin tahribatlarını onarmakla geçiyor.
Kamu açıkları ve bankalar için önlemler alınmış, yavaş yavaş taşlar yerine oturmaya, sistem çalışmaya başlamış. Herkes umutlu. Sadece Krizin ve öncesi dönemin reel sektör üzerinde yarattığı tahribatın nasıl çözüleceği düşünülüyor. Öneriler havada uçuşuyor. 
Fikrin kimden çıktığını tam olarak hatırlamıyorum. Daha önce İngiltere’de uygulanan “Londra yaklaşımından” esinlenerek adına “İstanbul Yaklaşımı” denen bir Finansal Yeniden Yapılandırma Programı (FYYP) süreci başlatıldı.
Önce, 31/Ocak/2002 tarihinde, 4743 sayılı Mali Sektöre Olan Borçların Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Maddelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunçıkarıldı.
Bu kanunla; bankalarla anlaşan, borçlarını yeniden yapılandıran şirketler, neredeyse tüm vergilerden ve kamuya olan bazı yükümlülüklerinden muaf tutuldular.  
Yanı sıra, bu Programa katılan bankaların sermayelerinde herhangi bir azalma olursa ve eksiklik sermayedarlar tarafından karşılanamazsa, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’ndan (TMSF) sermaye benzeri uzun vadeli kredi verilmesi karara bağlandı. TMSF bu kaynağı Hazine’nin çıkaracağı özel tertip devlet iç borçlanma senedi olarak bankalara verdi.
Borçlarını ödemekte zorlanan şirketlere yeni şartlar, Türkiye Bankalar Birliği’nin hazırladığı bir Çerçeve Anlaşma ile sunuldu. 
Sonuç Tabloda özetlendiği gibi oldu.

26 Temmuz 2018

Yeni devlet yapılanmasında maliye politikasının uygulayıcıları değişti

Ekonomi politikası para ve maliye politikasının toplamıdır. 
Para politikasının merkez bankaları tarafından yürütüldüğünü biliyoruz. Para politikası sorunlu zamanlarda gelen dalgayı ilk göğüsleyen bir araçtır, kalıcı çözümler için kullanılamaz.
O zaman ekonomiyi kalıcı olarak etkileyen politika setinin maliye politikası olduğu ortaya çıkıyor.
Maliye politikası deyince aklınıza tek bir araç gelmesin
İlk olarak gelirtarafına bakmak lazım. Burada vergi, özelleştirme gibi vergi dışı gelirler var. Vergileri de dolaylı ve dolaysız olarak ayırmak mümkün.
Harcamalar tarafında seçenekler daha geniş. Ekonominin geniş alanlarını etkileyen başlıca kalemleri; personel, sosyal yardımlar ve transferler, Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) yapılan transferler, tarımsal destekleme, KİT’lere yapılan sermaye ve görevlendirme (görev zararı) transferleri, kamu yatırımları, teşviklerdir.
Gelir ve harcamalar arasında fark (açık) oluşması durumunda açık borçlanmaile kapatılıyor, finanse ediliyor. Bunun finansal piyasalarda, kredi kaynakları ve faizler üzerinde önemli etkileri var.
Son yıllarda önemi artan Kamu Özel İşbirliği (KÖİ)projelerine değinmezsek maliye politikasını tam anlatmamış oluruz. Bildiğiniz gibi, 134 milyar dolardan fazla sözleşme tutarı olan ve altyapı yatırımlarını finanse eden bu modelin bütçeye olası yükleri de maliye politikasının geleceğin anlaşılması açısından önemli.
Açıklamalardan amacım, devletin yeniden yapılanması sonrasında maliye politikalarını uygulayan kurumlarda önemli değişiklikler olmasıAşağıdaki tabloda eski ve yeni uygulayıcı kurumlar görülüyor.

23 Temmuz 2018

Kamu ek yük almaya hazır mı?

Son günlerde, utangaç bir şekilde olsa da özel sektörün aşırı borçluluğundan, maliye politikasının borç geri ödemeye nasıl yardımcı olabileceğinden bahsedilmeye başlandı. Ben böyle sözleri duyunca hemen kamu borç stokunun durumuna bakarım. Bilirim ki artan borcun ülkeye ve ekonomiye maliyeti oldukça fazladır. Bana göre “Borç alan emir alır”. 
Bu bağlamda borç stokunun geleceğini klasik bütçe açığı üzerinden değil, nakit hareketleri özellikle de faiz dışı denge hareketlerinden izlerim.
Nedenine gelince…
Önce bazı basit teknik açıklamalar yapmama izin verin. Faizler her yılın bütçesinden ödendiği için, borç stoku = anapara demektir. Stokun içinde faizler yoktur. Diğer bir yaklaşımla, borç stokunun artmaması demek, dönem başındaki anapara stokunun, dönem sonundakine eşit olmasıdır.
Borç neden artar? Bütçe açık verdiği için değil mi? Bütçe açığının finansmanı ile faiz ödemeleri ve faiz dışı denge arasında yakın bir ilişki vardır.
Ne demek istediğimi aşağıdaki tablonun yardımı ile açıklamaya çalışayım

17 Temmuz 2018

KİT görev zararının adı “Görevlendirme” olarak değiştirildi

“Görev zararı” kavramını KİT sistemi ve kamu finansmanı ile ilgilenenler bilirler. 
Özünde bir ticari işletme olan KİT’lere hükümet, uygun gördüğünde, zarar etme görevi verebilir. Örneğin, Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO), “buğdayı çiftçiden 100 liraya al ama zahireciye/değirmenciye 90 liradan sat. Aradaki zararı sana merkezi bütçeden ödeyeceğim.” diyebilir. Böylelikle yeteri kadar gelir sağladığı çiftçiyi üretimden uzaklaştırmamış, buğday üretiminde devamlılığı sağlamış olur. Yanı sıra, tüketiciye de pahalı ekmek yedirmemeye çalışır. 
Bu eski bir uygulamadır. Sadece reel sektörde faaliyet gösteren KİT’ler değil, kamu sermayeli bankalar da zarar etmekle görevlendirilirler. TC Ziraat Bankası çitçiye, Halkbank esnafa verdiği kredilere normalden düşük faiz uygular. Oluşan zararı Hazine’den talep eder.
Aradan epeyi zaman geçti. Unutulmuştur. Hatırlamakta yarar var. Kamu bankalarının,1991-94 arasında biriken görev zararı alacakları 10 milyar $’dı. Bütçe açığını büyütür diye zamanında ödenmeyen görev zararı borçları, 1994 Krizinin ardından uygulanan 5 Nisan Kararları ile bu borçlar 1995’te 3,7 milyar $’a kadar düşürüldü. Ama popülist siyasetçiler alışkanlıklarından vaz geçmedikleri için, 2000 yılı sonu itibariyle kamu bankalarının Hazine’den alacaklı oldukları görev zararı miktarı 24 milyar $’a ulaşmıştı.

11 Temmuz 2018

Hazine Müsteşarlığı’nın sonu ve Hz. İsa

Kamudaki kariyerime Haziran 1978’de Maliye Bakanlığı, Hazine Genel Müdürlüğü ve Milletlerarası İşbirliği teşkilatı Genel Sekreterliği (HAZMİİT) Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü’nde başlamıştım. Son yapılan değişikliklerle genel müdürlüğüm kapanmış, Hazine’de Maliye Bakanlığı ile birleştirilmiş. 
Anılarım beni 40 yıl öncesine götürdü. Yurtseverliği, dürüstlüğü öğrendiğim rahmetli babamın “sakın kul hakkı yeme” diyerek ilk günde işe uğurlayışı aklıma geldi. Uzmanlık günlerimi, camlarını elimle sildiğim, dosyalarını her yıl elimle düzenlediğim Ulus’taki eski Maliye binasının kambiyo koridorlarını hatırladım. 
HAZMİİT, 1984 başında Turgut Özal’ın “ihracata dayalı büyüme modeli” çerçevesinde, teşvikler, ihracat ve nakit desteklerin bir arada örgütlenmesi mantığıyla yeniden yapılandı. Ticaret bakanlığından dış ticaret ve DPT’den teşviklerle bir araya getirildi, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı kuruldu. Yaklaşık on yıl sonra hükümet Hazine ve Dış Ticareti iki ayrı müsteşarlık olarak örgütledi. 
Asıl işi nakit ve borç idaresi olan Hazine’nin nasıl örgütleneceği tamamen siyasi tercihtir. İktidarın mali disipline ama özellikle kamu borçlanmasına bakışının bir göstergesidir. 

7 Temmuz 2018

Ekonomide cam kemik hastalığı

Durun hemen kızmayın. Hekim değilim. Seçimlerin erkene alınmasının nedenlerinden birisinin ekonomide kırılganlıklar olduğu konuşulunca aklıma “cam kemik hastalığı” geliverdi. 
Cam kemik hastalığını, hekim yakınlarımdan ve medyadan izlediğim bir hastalık olarak bilirim. İnternetten tanımını araştırdım. Şöyle bir açıklamaya rastladım: “Cam kemik hastalığı, (Osteogenesis imperfekta)kemiklerde kolay ve sık kırılmanın yanı sıra mavi sklera, diş bozuklukları ve işitme bozukluklarının da birlikte görülebildiği bir hastalıktır.Cam kemik hastalığı, kemik yapısında da bulunan tip 1 kollajenin yapı bozukluğu ile ortaya çıkmakta”ymış.
Benim anladığım kadarıyla, kemik yapısında bulunması gereken bir maddenin yapısal bozukluğunun sonucunda kemikler kırılganlaşıyor. Özellikle çocuklarda görülen bir hastalık.
Ardından kırılganlık endeksini güncellemem gerektiğine karar verdim.
Hazırladığım kırılganlık endeksi, 1995-2017 arasındaki dönemi kapsıyor.Ağıdaki grafikten de göreceğiniz, gibi verilerin hepsi gerçekleşmiş, realize olmuş rakamlar. Yani hiç tahmin içermiyor, öncü gösterge değil.