29 Kasım 2017

Buna özelleştirme denmez

Gazete Habertürk’teki habere göre; “Bereket Enerji kontrolünde bulunan, sırasıyla 2,6 ve 1,5 milyon abonenin elektrik dağıtımını yapan Gediz Elektrik ve Aydem Elektrik’in 650 milyon TL’yi bulan borç krizi” derinleşiyormuş. Şirket Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ’ye olan borçlarını ödeyemiyormuş. Gazeteye göre sıkıntının nedeni, özelleştirmenin dolar üzerinden yapılması. O günlerde dolar 1,80 TL imiş. Oysa bugün 3,95 TL civarında.

Türkiye özelleştirme meselesini 1980’lerden bu yana tartışıyor. Kökten yanlış diyenler olduğu gibi savunanlar da var. Tartışmacıların çoğunluğu konuya “mülkiyet” açısında yaklaşıyor. Kamuda olsun diyenler karşı çıkıyorlar. Hayır, her şey piyasada, özel mülkiyette olsun diyenler de, nasıl olursa olsun özelleştirme olsun diyorlar.

Bana göre önemli olan işletmenin mülkiyetinin kimde olduğu değil, iyi yönetilmesi ve ekonomiye olan katkı sağlaması, yük olmaması. Bunun için öncelikle, kendinden çok, işletmenin içinde faaliyet gösterdiği sektörün durumu önemli. Elektrik dağıtım işinde olduğu gibi “doğal tekel” söz konusu ise, devlet o sektörü mutlaka tüketici lehine düzenlemeli ve denetlemeli. İster kamu ister özel olsun şirketin tekel şartlarından yararlanarak, maliyetlerinin tamamını tüketiciye yansıtmasının ve aşırı kâr etmesinin önüne geçmeli.

26 Kasım 2017

“Kara Cuma” çılgınlığı (!)

Televizyon kanallarında haberleri izlerken çoğunuz gibi dehşete döşüyorum. Bir mağazaya/alışveriş merkezine girmek için birbirini ezen insan manzaraları beni endişelendiriyor.
Öz eleştiri yapmam lazım. İnsanlık ne ara bu hale geldi izlememişim. 1984-85 yıllarında ABD’nin Boston kentinde lisansüstü eğitim yaptığım sırada bir büyük mağazanın, yılsonlarında yaptığı “basement sale” indirimini hatırlarım.
Anladığım kadarıyla o günlerde birkaç büyük mağazanın uyguladığı satış stratejisi, artık Amerika’dan tüm dünyaya yayılmış. Şirketlerin yıl sonu bilançolarını daha iyi gösterebilmek, ellerinde kalan stokları nakde çevirebilmek için uyguladıkları bu yöntem geniş kabul görmüş.
Daha ilginci, sadece gerçek mağazalar değil sanal satış ortamlarında da “Kara Cuma” indirimleri uygulanır olmuş. ABD’de, sadece “Kara Cuma” da internetten yapılan satışlar 7,9 milyar dolarla rekor kırmış.
Bana kalırsa bu, neoliberal politikaların tüketimle büyüme stratejinin bir parçası.
Özetlemeye çalışayım.

20 Kasım 2017

Bu düzen sürdürülebilir değil

Credit Suisse’in 2017 Küresel Servet Raporu (Global Wealth Report) basında geniş yer buldu. Dünyadaki ve Türkiye’deki zengin sayısı çok konuşuldu. Ben Türkiye’deki sayıların üzerinde durmayacağım.

Dünya rakamlarını, 2009 Küresel Krizinden sonra izlemeye çalışıyorum. Bu bağlamda, hazırladığım ve 2010 -2017 Raporlarında yer alan verilerin karşılaştırmasını içeren aşağıdaki Tabloyu bilginize sunuyorum.

Kısaca rakamlara bakalım.

Dünyada, 1 milyon $’dan çok serveti olanların sayısı 36 milyon. Bu kadar az sayıdaki insan, toplam dünya servetinin yüzde 46’ısına sahipler. Rakamı 2010’la karşılarınca, artışın yüzde 86 olduğunu görüyoruz. Neredeyse bir katı kadar artış var.

15 Kasım 2017

Eski günler hayalimden gitmiyor

İnanın son günlerde ekonomide alınan kararları, özellikle kurdaki gelişmeleri anlamak için okumaktan, telefon etmekten helak oldum.

Yetersizliğimin bir nedeni konu uzmanlık alanım değil. Ben de işin uzmanı köşe yazarlarının makalelerini altını çizerek okuyarak anlamaya çaba gösteriyorum.

Dünya Gazetesi’nde Fatih Özatay hocanın yazısını okudum. Şu cümleler dikkatimi çekti: “Döviz kurunda bu nedenlerle son haftalarda artış oldu. Dahası, çoğu analistin işaret ettiği gibi döviz kurunun ileride yukarıya gitme ihtimali az değil. Bu ihtimal döviz borçlusu şirketler açısından önemli bir risk. MB’nin atmayı düşündüğü adım öncelikle bu riski azaltmayı hedefliyor. Dikkat: Şirketler yükümlülüklerini yerine getirmek için yine döviz bulmak zorundalar; bu nedenle ortaya çıkan döviz talebi azalmayacak.”

“Ne olacak o zaman?” derken, Hürriyet’ten Uğur Gürses’in yazısı konuya açıklık getirdi. Yazısını şöyle bitirmiş: “Son nokta şu; Merkez Bankası bu aracı kullanarak özel kesimin potansiyel kur zararını da üstüne almış olacak. Kar ettiğinde Hazine’ye transfer ederken, zarar ettiğinde bunu Hazine’den isteyecek mi? Hazine bunu ödemek için bütçeye ödenek koydurtacak mı?”

Bu cümle beni eskilere götürdü.

11 Kasım 2017

Kamu Özel İşbirliği projelerinde devletin vazgeçtiği gelirler

2018 bütçesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken gündeme geldi. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinden bütçeye gelecek yükler için ilk defa bir yılın bütçesine ödenek kondu. Karayolları ve şehir hastaneleri için konulan 6,2 milyar lira oldu.
Şeffaflık adına sevindirici bir gelişme. Daha önce tartışma konusu olan KÖİ projelerinin bütçeye yükü artık bir gerçek ve hepimiz biliyoruz. Kur ve enflasyon varsayımlarındaki sapmalar nedeniyle hesaplama tam olarak yapılamamış olsa bile, hesap verilebilirlik açısından olumlu.
Aklıma Kalkınma Bakanlığının KÖİ envanteri geldi. Dönüp bir kez daha baktım.
Envanterde, sektörler itibariyle büyüklüklere yönelik iki ana tablo var. Birincisinde sözleşme değerlerinin sektörlere göre dağılımı var. İkincisinde ise yatırım tutarlarının dağılımı görülüyor.
Ben ikisini birleştirip aşağıdaki tabloyu hazırladım.

7 Kasım 2017

Çiftçinin devletten ne kadar destekleme alacağı var?



Son günlerdeki “ucuz et” tartışmalarını dikkatle izliyorum çünkü benim için çok eski bir konu. Rahmetli annemin, 1970’li yıllarda beni zorla gönderdiği “Et Balık kuyruğu” günlerimi hatırladım. Ne kadar sıkıcı bir şeydi o.

Yıllar sonra Hazine’de tarımsal desteklemenin finansmanından sorumlu birimlerde çalıştım. Tarımın, gıda güvenliğinin ne olduğunu yaşayarak öğrendim.

Özellikle gıda güvenliği sorununa özel ilgi duydum. Örneğin ABD’nin en tanınmış devlet adamlarından eski dış işleri bakanı Henry Kissinger 1970 yılında söylediği şu sözü hiç aklımdan çıkarmam: “Eğer petrolü kontrol ederseniz ülkeyi kontrol edersiniz, eğer gıdayı kontrol ederseniz nüfusu kontrol edersiniz”.

Dolayısıyla, tarımı programlamayan, planlamayan bir devlet olamaz. Planlama yapılmaz, tarım piyasa koşullarına terk edilirse et, saman, buğday, bakliyat eden ülke haline gelinir.

Bugün dünyada başta en zenginler olmak üzere tüm ülkeler, tarımı planlıyorlar ve destekliyorlar. Tersinden söylerlersek, destekleme olmadan planlama olamayacağını çok iyi biliyorlar.

Merkezi otorite önce neyin ekileceğine, yetiştirileceğine karar veriyor. Destekleme programını net ve şeffaf bir şekilde açıklıyor. Üretici ona göre karar veriyor. Devletin şartlarına uyduğu sürece destekleme ödemesi alıyor. Zarar etmiyor. Tarımsal üretim süreklilik kazanıyor. Çok gerekli olmadıkça gıda üretiminde kendi kendine yeterli olmaya, olabildiğince az ithalat yapmaya çaba gösteriliyor.

Aslında Türkiye de konunun farkında. Tarımla ilgili 2006 yılında bir Tarım Kanunu çıkardı. Kanunun 19. Maddesi ile; Doğrudan gelir desteği, Fark ödemesi, Telafi edici ödemeler, Hayvancılık destekleri, Tarım sigortası ödemeleri, Kırsal kalkınma destekleri, Çevre amaçlı tarım arazilerini koruma programı destekleri, Diğer destek ödemeleri, tarımsal destekleme araçları olarak belirlendi.

Daha önemlisi aynı kanunun 21. Maddesi ile tarımsal desteklemelerin finansmanı yasa hükmüne başlandı ve alt limit kondu. Şöyle ki; “MADDE 21 – Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz.”

Yani kanun koyucu hükümete emir verdi, her yıl bütçeye tarımsal destekleme için para koy. Bu para o yılki milli gelirin %1’inden az olmasın.

Ama durum öyle mi?

2 Kasım 2017

Hazine şirketin muhasebecisi değildir (*)

Hazine, kamu borçlanmasına ilişkin iki önemli açıklama yayımladı. İlki 2018 Finansman Programıydı. İkincisi de Müsteşarlığın borçlanma limit aşımı ve nakit rezerv biriktirmenin nedenlerine yönelikti.  
Öncelikle borçlanma limiti konusuna değineceğim. Yazacaklarımdan muradım, idaredeki arkadaşlara, 4749 sayılı Kamu Borçlanma Kanunu hazırlanırken tartışılan bir konuya değinmek. Böylelikle limit konusuna açıklık getirmek.
Açıklamada “Dolayısıyla net borçlanma limitinin bu dinamik yapısı nedeniyle limite ilişkin değerlendirmelerin, tüm resmi görerek mali yılsonunda yapılması gerekmektedir.” Yani borç limiti aşımlarına yıl bitmeden yorum yapmanın yanlış olduğu ima ediliyor.
Kanunun 5. Maddesinde, bütçe açığına bağlanan borçlanma limitinin değiştirilemeyeceği, sadece otomatik olarak %5, gerekirse ek olarak bir %5 daha Bakanlar Kurulu (BKK) kararıyla artırılabileceği hükme bağlanmıştır. O da yetmezse, hükümet “bütçe hakkının” sahibi TBMM’ye gidecek ve ek bütçe çıkarılmasını isteyecektir.
Diğer bir deyimle, yasanın özünde yılsonunun beklenmesi gibi mantık kesinlikle yoktur. Çünkü bu yasa bir muhasebe kurallarını düzenleme yasası değildir. Diğer bir deyimle limit, muhasebe hesabına değil, siyasi hesaplara konmaktadır. Hükümetlerin aşırı borçlanmasını frenlemeye yöneliktir.