27 Şubat 2018

Şeker fabrikaları özelleştirilemez

Baştan belirtmemde yarar var. Ben kapitalist bir ekonomide, özelleştirmeye kategorik olarak karşı değilim. Ekonomide asıl olan işletmenin mülkiyeti değil, ekonomiye katkısıdır. Eğer işletmenin özel bir durumu yoksa, mülkiyeti kimde olursa olsun ekonomiye katkı sağlamalıdır, yük olmamalıdır. Dolayısıyla, ülke ekonomisi için özelliği olan kapatılamayan bir işletme yük oluyorsa, mülkiyet kamuda veya özelde olsun, devlet müdahale etmeli ve işletmeyi ekonomiye kazandırmalıdır. Örneğin mevduat sahiplerini mağdur etmemek için banka kurtarmayı kabul edebiliyorsanız, kötü yönetilen bir KİT’in yeniden yapılandırılmasına, ekonomiye kazandırılmasına, kategorik olarak karşı çıkmamak gerekir.

Ekonomiye yük olmamak, mutlaka kar etmek anlamına gelmez. Sağladığı dışsallıklar nedeniyle kar etmeyen işletmenin bulunduğu çevreye tartışmasız sosyal katkıları olabilir.

Kısacası, Türkiye’de bugüne kadar yapılanlara bakıp ve işletmenin ekonomiye kazandırılmasından çok birilerine para kazandırmaya yönelik uygulamaları örnek alıp her şeyi baştan ret etmek yanlıştır.

Ancak şeker fabrikalarının özelleştirilmesini tüm bu yaklaşımın dışında tutmak gerek. Kapitalist bir ekonomide temel amaç kar olduğundan, tarımsal kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) özelleştirilemez.

23 Şubat 2018

Devlet özel sektörün dış borcuna kefil olur mu?

Son aylarda bana en çok sorulan soru; Hazine’nin (devletin) özel sektörün dış borcundan ne kadar sorumlu olduğu. Soranların büyük bölümü öğrencilerim.

Önce rakamları hatırlatayım, sonra konuyu açıklamaya çalışayım. Aşağıdaki grafikten de görüldüğü gibi, sermaye hareketlerinin (kambiyo rejiminin) serbestleştirildiği 1989 yılında reel sektörün dış borç stoku 2,7 milyar dolardı. Finansal sektörünki ise 4 milyar dolar kadardı. 2001 Kriz yılında reel sektörün dış borcu 30,3 milyar dolara, finansal sektörünki 12,8 milyar dolara çıkmıştı. 2017 yılı sonunda bu rakamlar sırasıyla 159 milyar dolar ve 179,3 milyar dolara ulaştı.

1989’de 6,7 milyar dolar özel sektör dış stoku, geçen yılın sonunda 338,2 milyar doları aştı. Buna karşılık kamunun dış borç stoku, 2017 yılsonu itibariyle, sadece 90 milyar dolar.

Şimdi gelelim girişteki sorunun cevabına.

20 Şubat 2018

Türkiye’de borç artışı hızlandı


Türkiye’nin borçlarını, KİT borçları hariç, 2017 sonu itibariyle güncelledim.
Tablo 1’den de görüleceği üzere; Türkiye’nin toplam borçları önceki yıla göre 644 milyar lira (%22) artmış, 3 trilyon 604 milyar lira olmuş.
Hazine, KİT (Eylül), belediyelerin bankalara borçlarından (tahmin) oluşan kamu borçlarının toplamı 926 milyar lirayı geçmiş. Önceki yılsonuna göre artış, yaklaşık 116 milyar lira.
Buna karşılık, reel sektör ile hanehalkı borçlarından oluşan özel sektörün borçları 2 trilyon 677 milyar liranın üstüne çıkmış. (Burada bankaların ve finansal sektörün dışarıdan aldığı borçları da tabloya eklemem gerektiğini düşünenler var. Finansal sektör, aldığı borcu şirketlere ve hanehalkına tekrar kredi olarak verdiği için, basit bir konsolidasyonla kendimce çift saymayı önlemeyi amaçlıyorum). Önceki yıla göre artış 527 milyar lira kadar. Artışın büyük bölümü şirketlerin aldığı iç ve dış borçlardan kaynaklanıyor.


13 Şubat 2018

Hazine tek hesabı: “Borç yönetimi problemine nakit yönetim aracı ile çözüm bulmak (!)”


Yine bir torba kanun ve içinde 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna bir ekleme; “Tek hazine kurumlar hesabı”

Okur okumaz, hatırlarım beni 1996 yılına götürdü. Sonraki yılın bütçesi için hazırlıklar yapılıyor. Ben o zaman Hazine’de KİT (yeni adı Kamu Sermayeli Kuruluş ve İşletmeler) Genel Müdürü’yüm. Ama Halkbank konusunda dönemin bakanı ve başbakan yardımcısıyla ters düştüğüm için yurt dışı tayine gönderilmeme karar verilmiş. Atama kararnamesi bekliyorum. İşe önceki kadar dikkatimi veremiyorum.

Zamanın Refahyol hükümeti de aynı yaklaşımla bütçe hazırlatıyor. Geçmiş yılların bütün açıkları ortada dururken, 1997 yılı bütçesini denk bağlama kararı almış. Kaynaklar havada uçuşuyor. Amaç borçlanmayı azaltmak, faizi düşürmek. “Borç yönetimi problemine, nakit yönetim aracı ile çözüm bulmak” için getirilen önerilerden biride “Tek Hazine Hesabı”. Bazı saymanlıklarda para olmasına rağmen Hazineden nakit istedikleri, gereksiz borçlanma baskısı yarattıkları biliniyor. Alınan kararla kamu kurumlarının paraları TC Merkez Bankası ve onun mali ajanı TC Ziraat Bankası’ndaki hesaba aktarıldı. Bankalar Hazineye her hafta hesap özeti gönderdiler.


9 Şubat 2018

Bankaların dış borcundaki hızlı artış

Son yılların en çok üzerinde durulan konularından birisi de dış borçlarda, özellikle özel sektörün dış borçlarında görülen hızlı artış. Tartışmalar ve yorumlar çoğunlukla reel sektörün dış borçlarındaki artışlar üzerinden yapılıyor. Ancak onlara borç veren bankaların aldıkları dış borçlar üzerinde pek durulmuyor.
Önemsenmemesinin nedeni, bankaların hem borç alırken hem de borç verirken risk almayı bilen uzmanlaşmış kurumlar olmalarıdır. Mikro açıdan bakılırsa buna itiraz edilemez. Bir banka ilke olarak, başkasının parasını yöneten kurumdur. İster mevduat olsun ister borç olsun, hissedarların parası olan özkaynaklar dışındaki para, başkasından borç alınan paradır. Kısacası bankalar başkasının parasını yöneterek para kazırlar. Onlara borç veren mudiler ve/veya diğer bankalar kime para verdiklerinin bilincindedirler. Çünkü bankalar özünde güven müessesidir.
Oysa konuya makro açıdan bakınca, kim alırsa alsın, dış borçları mikroskopa yerleştirip çok dikkatle incelemek gerekir.
Bir bankanın aldığı dış borcu geri ödememesi çok uç bir durumdur. Ama ekonominin geneline bakarak yapılacak bir değerlendirme bize bu kaynakların nerede ve ne amaçla kullanıldığını irdelemenin gerekli olduğuna götürür.
Şöyle ki, her ne nedenle olursa olsun dışardan dövizle alınan borcun bir şekilde döviz olarak geri ödenmesi gerekir. O zaman bankalar dövizle aldıkları borcu kredi olarak kime veriyorlar? Döviz geliri olan şirketlere veriyorlarsa sorun mikro düzeyde kalır.
Ancak dağıtılan krediler döviz geliri olmayan şirketlere, kamuya ve kişilere kredi olarak dağıtılıyorsa, aşırı kur değişiminden doğabilecek etkiler nedeniyle, krediyi zamanında tahsil edememe riski ortaya çıkabilir.
Bu bağlamda bankaların dış borç stokundaki gelişmelere kısaca bakamım.

6 Şubat 2018

Borsalar çıldırdı

Aslında hikâye 2013 Mayıs’ında başlamıştı. Biliyorum çoğunuz “Beş yıl öncesinden bahsediyorsun” diye tepki vereceksiniz. Haklısınız. İzin verin açayım.
O tarihte FED Başkanı Bernanke, merkez bankaları bilanço büyümesinin sonuna geldiklerini, parasal genişlemeye son vermeyi düşündüklerini, bu bağlamda faizleri de yükselteceklerini açıkladı. Hatırlayın başta gelişmiş ülkelerdekiler olmak üzere dünya piyasaları birden karıştı. Kurlar, faizler fırladı. Bir süre sonra, büyük merkez bankalarının yetkilileri teker teker açıklama yapmaya, geri adım atmaya başladılar.
İşi ağırdan alacaklarına vurgu yapmaya özel önem gösterdiler. Çünkü para sermaye piyasalarındaki trilyonlarca dolarlık türev ürünlerin zarar etme ve büyük finansal kuruluşların batma tehlikesi vardı.
Ama söylemlerinden de vaz geçmediler. Çünkü bol ve ucuz paranın özellikle hisse senedi, gayrimenkul ve emtia piyasalarında yarattığı balonlardan korkmaya başlamışlardı. Devamlı, varlık balonlarına dikkat çekerek, küçük yatırımcıları uyarmaya çabaladılar. Her ortamda 2018 ve 2019’un değişim yılı olacağını defaten belittiler.

2 Şubat 2018

Dış ticarette ne yaptığımızın farkında mıyız?

2017 yılı dış ticaret verileri açıklanınca aklıma hemen bu soru geldi.
Nasıl gelmesin ki! Dış ticaret açığı geçen yıl 76,7 milyar dolara ulaşmış. Önceki yıla göre yüzde 37’lik bir artış var. Açığın artış nedeni ithalatın, ihracattan daha hızlı büyümesi. İhracattaki yüzde 10’luk artışa karşılık ithalattaki artış yüzde 18. İthalattaki yıllık artış yaklaşık 35 milyar dolar.  Bu artışta en büyük pay petrol, altın ve demir, çelikte. Sadece bu üç kalemdeki artışın toplamı 24,5 milyar dolar (Artışın % 70’i).

Tamam, petrolümüz, doğal gazımız yok. Enerjide dışa bağımlıyız. Bu malların ithalatını anlıyorum. Ama dışa bağımlılığı azaltmak için, sanayide kullanılan teknolojiden tutun da otomobil üretimine kadar enerji tasarrufuna yönelik alınan önlemler yeterli mi? Enerji tasarrufu için havuç/sopa sistemi var mı? Uyana teşvik, uymayana en ağır ceza veriliyor mu? Varsa ne kadar etkin çalışıyor? Uygulamalar etkin ve yeterli ise neden enerji ithalat miktarını düşüremiyoruz? Çok soru sormayayım. Teknik ayrıntıları uzmanları daha iyi bilirler. Ama ekonomik açıdan sonucun yetersiz olduğu kesin.


Demir, çelik ithalatını da bir yere kadar anlamak mümkün. Üretmek için dışarıdan hurda ithal etmek lazım. Ancak bu kadar ithalata bağımlı üretim yapısını değiştirmek için orta vadeli bir planımız var mı?
Ama altın için akılcı bir neden bulmak çok zor. Dünya Gazetesi’nden Alaattin Aktaş, konuyu yıllar itibariyle incelemiş. Geçen yıl toplam altın ithalatı 16,5 milyar dolar. Benzer bir durum 2013 yılında da görülüyor. O yıl da 15,1 milyar dolar ithalat yapılmış. Sadece altın dış ticaretinden gelen açık, 2013’te 12 milyar dolar, 2017’de 10 milyar dolar. Yani ithalatın ana nedeni ihracat değil, iç piyasa. Daha ilginç olan şey, ticaretin büyük çoğunluğunun Birleşik Arap Emirlikleri ile yapılması. Orada altın madeni mi var?