Finansal Sistem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Finansal Sistem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mayıs 2018

Dünyayı ve doları anlamak için


Yıllar önce, 1970’li yıllarda, Mekteb-i Mülkiye’de (AÜ-SBF) memleket meselelerini tartışırken sık sık; “Önce dünyayı anlamak lazım. Sonra Türkiye’yi tahlil etmek kolay” denirdi.

Günümüzün küreselleşen dünyasında, özellikle ekonomide yaşananları anlamanın önemi eskisine oranla birkaç kez daha arttı. Bugün ekonomik ilişkileri, enerjiyi, finansı, emtiayı, mal ticaretindeki gelişmeleri çözmeden uluslararası ilişkilileri anlamak, politika üretmek neredeyse imkânsızdır.

Böylesi iddialı bir söylemde ulunmamın ana nedenlerinden birisi, günümüz dünyasında sermaye ve mal oldukça geniş bir serbestlik içinden hareket edebiliyor. (Emek için tam tersi bir durum söz konusu). 1990 sonrasında yaşanan gelişmelerin bir sonucu olarak sermeye sınır tanımaz hale geldi. Teknolojik gelişmelerinde yardımıyla dakikalar içinde dünyayı dolaşıyor. Sabah Tokyo’da, Hongkong’ta Singapur’da işlem gören para, öğlen Londra’ya, akşam da New York’a transfer ediliyor.

Dünyada para hareketlerini daha iyi anlatabilmek için birkaç rakam vermek isterim.

22 Ağustos 2017

Yılın ilk yarısında toplam borçluluk tarihi rekor kırdı

Her geçen gün daha fazla finansallaşan dünyada, borçluluk hızla artıyor. “Finansal ağalar” sadece gelişmiş ekonomileri değil, gelişmekte olan ekonomileri de borca boğdular. Değişen tek şey, gelişmiş ekonomilerde borçlar kendi paralarıyla. Oysa gelişmekte olan ekonomilerde, ucuz kaynak bulduğunu düşünenler, dövizle, yabacı parayla borçlanıyorlar.
Türkiye’de de durum farklı değil. Borçlar aldı başını gidiyor.
Borçların, ülkenin ekonomik ve siyasi kaderine nasıl yön verdiğini deneyimlerle biliyorum. Bu bağlamda toplam borçluluk verilerini 2002 yılından bu yana daha düzenli izlerim.
Hazırladığım toplam borçluluk rakamlarını içeren tabloları aşağıda bilginize sunuyorum. Bu tablolarda bankaların dışarıdan ve diğer bankalardan aldıkları borçlar yer almıyor. Bankaların aldığı paralar kredi olarak şirketlere ve hanelere dağıtıldığı, bir bölümüyle de kamuya borç verildiği için finansal sektörü hesaba katmıyorum. (Böylesi bir hesaplamaya itirazı olanlar olabilir. Ama çifte sayımdan kaçınmak ve rakamları konsolide etmek çok zor olduğu için bu kolay yolu seçtim.)

13 Kasım 2016

Para demokrasiyi satın aldı

ABD seçimlerini sonuçlarını değerlendiren bir BBC programında, Indiana eyaletinden bir kadınının yorumu böyleydi.
Demokrat adaya oy veren ve küçük bir işletmesi olan Amerikalının bu yorumu, bana yabancı gelmedi. Sanki bundan önceki seçimlerde halk bilinçli oy kullanmış, sağduyusu ile seçim yapmış gibi konuşuyordu.
Oysa unuttuğu bir şey var. Dünyada, özellikle 1990 sonrası dönemde popülizm önemli bir seçim silahı olarak kullanılmaya başlandı. 90’lar sonrasına atıfta bulunmamın nedeni şu. Öncesinde popülizm genellikle sol siyasetin önemli bir aracı iken, küreselleşme rüzgarlarının da etkisiyle, sağ siyasetçiler tarafından daha yoğun kullanılmaya başlandı. Sağ siyasetçiler, solculara taş çıkartır oldular.
Araştırmacılar bunun en önemli nedeninin, küreselleşmenin yarattığı artan işsizlik, gelir dağılımı eşitsizliği, cari açık vb. sorunların toplumda yarattığı etkilerin üzerini örtmek olduğunu söylüyorlar. Bunlara değinilmeden geniş kesimlerden oy almak, çoğunluğu sağlamak mümkün değil.
Burada tartışılan şey popülizmin finansmanı. Popülizm, daha az vergi toplamak, daha çok harcama yapmak kısacası daha büyük bütçe açığı demek. Bu açık piyasadan borçlanma ile finanse ediliyorsa, borcun büyüklüğüne bağlı olarak, kamuda karar alıcıların iç ve dış piyasalara mahkûm olmaları anlamına gelebiliyor.

25 Ekim 2016

Küresel ekonomik sorunların çözümü için arayışlar başladı

Bugün dünya “düşen büyüme, artan eşitsizlik ve yükselen toplam borç” sorununu çözmekte zorlanıyor. Çünkü hastalığın tedavisi kapsamlı fiskal değişimlere bağlı. Ancak yüksek borçluluk bu alandaki radikal reformların önünde engel olarak duruyor.

2008’den bu güne düşük faiz ve genişlemeci para politikası sayesinde zaman kazanmaya çalışan karar alıcılar artık işin sonuna gelindiğini biliyorlar.

Çünkü çözüm kolay değil. 1990 sonrasında aşırı finansallaşan ekonomilerde, para ile reel sektörün ilişkisi koptu. Bilindiği gibi, bankacılık “kısa vadeli ve ucuz bir şekilde borç alınan paranın, uzun vadede yüksek faizle borç verilip, risk alınarak para kazanma sanatıdır.” Ancak düşük/negatif faizlerin yaygınlaştığı bir dönemde kimse uzun vadede para kazanamaz oldu. Uzun vadede düşük gelirle yüksek risk almak istemeyen finansal sistem, reel sektöre kredi vermek yerine, para ve sermaye piyasalarına yatırmayı seçiyor. Bu yolla iyi de gelir elde ettiler. Ama onun da sonuna gelindiği konuşuluyor.

Bu yapı, yatırımları ve büyümeyi olumsuz etkiler hale geldi. Büyüme hızları düşünce, bir yandan ülkeler arasındaki diğer yandan ülke içindeki toplumsal kesimler arsındaki eşitsizlikler büyümeye başladı.

6 Ağustos 2016

Helikopterden mermi değil para atılacakmış

Biz Ankaralılar helikopterden mermi, füze atıldığını 15 Temmuz gecesi gördük.
Oysa gelişmiş ekonomilerde, örneğin Japonya’da, iktisatçılar ve siyasetçiler helikopterden para atılmasını tartışıyorlar.
Sakın “Japonya’dan bize ne” demeyin. Eğer onu diğer büyük merkez bankaları da izlemeye kalkarsa dünyada yeni bir döviz bolluğu dönemi başlar. Sonunda biz de nasibimizi alırız. Ekonomi biraz olsun rahatlar.
“Helikopter para” özünde bir tür parasal genişleme. Çok bilinen niceliksel genişlemeden (quantitative easing - QE) en belirgin farkı şu: QE’de merkez bankaları hazine kağıtlarını satın alırlar. Ancak vadesi geldiğinde hazineden paralarını isterler. Yeni kağıt alarak kamuyu desteklemeye devam ederler.

9 Mayıs 2016

Kredi artışlarındaki farklı eğilimler

Geçen hafta Reuters haber ajansında yer alan, “Kötü borçlar ve iflaslar Türkiye ekonomisi için alarm veriyor”  başlıklı haberi dikkatle okudum.

“Neden?” derseniz. Biliyorsunuz ekonomi uzun süreden beri iç tüketim ve bankalardan alınan borçla büyüyor. Bu bağlamda kredilerde yaşanan gelişmeleri yakından izlemek gerekiyor.

Haber; büyümedeki yavaşlamaya, turizm gelirlerindeki sert düşüşe ve terör olaylarındaki artışa değiniyor. Yanı sıra şirket iflas ertelemelerini gündeme getiriyor. Bazı şirket yöneticileri, bankaları, zamanından önce kredileri geri çağırdıkları için suçluyorlar.

Haberde, bankacılık sektöründe yüzde 3,3 olan tahsili gecikmiş alacakların (TGA) KOBİ kredilerinde yüzde 4,4 olduğu belirtiliyor. Bu oran, bankalar toplam kredilerinin sadece belirtilen yüzdesini tahsil edemeyeceklerini düşünerek yasal işlemlere başladıkları anlamına geliyor.

Buraya kadar her şey normal.

25 Şubat 2016

Dünya finans sistemi yeniden şekillenirken

Dünya 2008 yılında yaşanan derin ekonomik krizden çıkmaya, bir yenisinin içine girmemeye çalışıyor. Ne yazık ki bugüne kadar başarı sağlanamadı. Büyüme patinaj yapmaya devam ediyor. En son OECD büyüme tahminini aşağı doğru revize etti, yüzde 3’e çekti.

Yeni durgunluk olasılığı konuşulup, yazılmaya başlandı bile. Soruna daha önce değinmiştim: Talep yaratılamıyor.

Maliye politikaları, aşırı kamu borç yükü nedeniyle birçok ülkede çalışmıyor.
Yük para politikasının sırtına yüklendi. Önce sıfır faizle başlandı, yetmedi parasal genişlemeler geldi. Dünya, bol para ortamında çılgınca borçlanmaya devam etti. Stoka, 2007 yılından bu yana 60 trilyon dolar yeni borç eklendi. Böylelikle toplam borç yükü 200 trilyon doları, dünya milli gelirinin üç katını geçti.

Şimdi sıra negatif faizlerde. FED dışındaki büyük merkez bankaları kendisine para getiren bankalara ceza kesiyorlar. Ancak bu aracın da etkin çalışıp çalışmayacağı konusunda ciddi şüpheler var.

Şüpheciler haklı olabilirler mi?

11 Şubat 2016

ABD ile Suudi Arabistan arasında “gizli bir finansal aşk hikâyesi”

Konularımı seçerken çoğunlukla, alıntı ağırlıklı yazmamaya, yorum ve görüşlerimi dile getirmeye çalışırım.

Ancak bugün durum biraz farklı olacak. Konunun gizlilik taşıması nedeniyle bilgiye ulaşma olanağım yok. Dolayısıyla Bloomberg’te yer alan bir yazıyı geniş oranda özetleyeceğim.

Bildiğiniz gibi, uluslararası finans dünyasındaki ilişkiler, gazete haberleriyle anlaşılabilecek kadar basit değil. Bir de işin içine enerji, diploması, savaş, bölgesel dengeler gibi konular girerse. Üstüne üstlük bir de olay Ortadoğu’da geçiyorsa... Karışıklık, gizlilik neredeyse işin özünde var demek yanlış olmaz.
Neyse gelelim “gizli aşka”.

Yıl 1973. Arap-İsrail savaşında İsrail’e silah verdiği için, OPEC Amerika’ya petrol ambargosu uygulamaya başlıyorlar. Petrol fiyatları tavan yapıyor, dünya ekonomisi krize giriyor. Bu arada dönemin, Vietnam savaşı yenilgisi yılları olduğunu, savaş harcamalarının ABD ekonomisini mahvettiğini hatırlayalım.

6 Şubat 2016

Kapitalizmin büyük çıkmazı

Başlığa bakıp, teorisyenlerin asırlardır uğraştıkları sorunu çözdüğümü sanmayın. 2009 Küresel Krizinden sonra gelinen noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.

Japon Merkez Bankası politika faizini eskiye indirdi. Yani bankalara “Paranızı bana getirirseniz sizden faiz alırım. Gidin şirketlere, hanehalkına kredi dağıtın, siz faiz alın. Onlar da harcama yapsınlar, talep artsın, ekonomi canlansın” dedi.

Birde, reel, enflasyondan arındırılmış faizi, negatif olan ekonomiler var. Amerika ve Avrupa başta olmak üzere büyük merkez bankaları ekonomiye can suyu vermek adına, reel faizi eksiye çektiler.

İş öyle bir yere geldi ki, bir araştırmaya göre bugün dünyada 5 trilyon dolarlık tahvilin getirisi negatif. Yatırımcılar zarar ediyor.

Yanı sıra, bol kepçe dağıtılan ucuz krediler, ekonomiler yeteri kadar büyüyemediği için, geri ödenemiyor. New York Times’a göre, Çin’de 6 trilyon dolar, Avrupa’da bir trilyon dolar tahsili gecikmiş alacak var. Çin 12 trilyon dolarlık bir ekonomi olduğuna göre, milli gelirin yarısı kadar bir batık kredi miktarından bahsediliyor. Rakam kesinse, batıkları temizlemenin imkanı yok.

Kısacası, sorunlu menkul kıymetler ve kredileri bir araya getirdiğinizde kimse finansal sektördeki gerçekleri görmek istemiyor. Bazı web siteleri, trilyonlarca dolarlık aktifleri yöneten finansal işletmelerin batık olduğunu iddia ediyor.

Buraya gelinmesinin nedeni ne?

11 Kasım 2015

Ekonominin finansallaşması

2008 Küresel Krizinden sonra daha da hızlanan finansallaşma, dünya ekonomilerinin en önemli sorunlarından birisi haline geldi. Özellikle sanayileşmiş ülkeler başta olmak üzere, artık üretim/sanayileşme ekonomik aktivitedeki önemini kaybetmeye başladı.

Finansallaşma ne demek?

Bir ekonomide karlar daha çok finansal faaliyetlerden elde ediliyor, mal ve hizmet ticareti ile üretiminden elde edilen karlar azalıyorsa, orada finansallaşma var demektir. Bazı ekonomistler, sayısal bir gösterge kullanarak finansallaşmayı; toplam kredi hacminin, milli gelirin yüzde 80’nini geçmesi olarak tanımlıyorlar.

Neden önemli?

Bir ekonomik aktivite ya “yaratıcı” ya da “dağıtımsal” olabilir. “Yaratıcı” faaliyetler üretimi temsil eder. Kısacası sanayileşme de denebilir. Yani ekonominin can damarıdır. “Dağıtımsal” faaliyetler ise, birinin parasını alıp ötekine kredi vermek gibi çok sofistike olmayan, “paradan para kazanma” gibi üretici/yaratıcı yanı da çok gelişmemiş olan bir faaliyet türüdür.

29 Mayıs 2015

Büyüme, bölüşüm ve makro ekonomik politika seçenekleri

Eğer gerçekten geleceği düşünen bir politika demeti uygulamak istenirse üç temel önceliği öne çıkarmalı: Bölüşüm, ekonomik bağımsızlık ve büyüme (BBB).

Yazması kolay. Ancak her birisi yüzlerce kütüphaneyi dolduracak kadar kitap konusu. İktisatçılar asırlardır bunlar üzerinde yazıyor, konuşuyor, tartışıyor.

Evet, bu söylem doğru. Ama hangi cenahtan olurlarsa olsun tüm gerçek iktisatçıların üzerinde anlaştığı tek bir konu var. Ekonomi üretmeli, istihdam ve refah yaratmalı. Yeteri kadar istihdam yaratamayan makro ekonomik politika seçenekleri başarısızdır. Uygulayanlar, yanlışlarından dönmeyenler ya iktisat bilmiyordur ya da ekonomik bağımsızlık konusuna bilerek ve isteyerek önem vermiyorlardır. Üretim yerine, ithalatçı, dışa bağımlı politika seçeneklerini destekliyor olabilirler.

30 Nisan 2015

Yeni finansal dünya düzeni krize gebe

Yazının başlığı, belki de “2008 Küresel Krizinden çıktık mı?” olmalıydı. Konu önemli.

Hocaların hocası, Prof. Dr. Yılmaz Akyüz son çalışmasında, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde sermaye akımlarının, yükselen piyasalarda yarattığı etkileri dönemlere ayırmış.

Gelişmekte ülkelere akan dövizin arttığı birinci dönemin başlangıcı 1970’lerin sonu ile1982 öncesi yıllar. Sonucu Latin Amerika borç krizi. 1984 Brady Planıyla ABD banklarının batışının önlenmesi.

İkinci dönem 90’lı yılları kapsıyor. Yine zenginlerden, gelişmişte olan ülkelere döviz akıyor. Bunun sonucu ise, 1998 -2001 yılları arasında Doğu Asya, Brezilya, Rusya, Türkiye ve en sonunda Arjantin’de yaşanan derin krizler.

Son dönemde, 2008 sonrasında, trilyonlarca dolar dövizin, gelişmekte olan ülkelere akmasına şahitlik ediyoruz.