Tarımsal destekleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarımsal destekleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2018

Şeker fabrikaları özelleştirilemez

Baştan belirtmemde yarar var. Ben kapitalist bir ekonomide, özelleştirmeye kategorik olarak karşı değilim. Ekonomide asıl olan işletmenin mülkiyeti değil, ekonomiye katkısıdır. Eğer işletmenin özel bir durumu yoksa, mülkiyeti kimde olursa olsun ekonomiye katkı sağlamalıdır, yük olmamalıdır. Dolayısıyla, ülke ekonomisi için özelliği olan kapatılamayan bir işletme yük oluyorsa, mülkiyet kamuda veya özelde olsun, devlet müdahale etmeli ve işletmeyi ekonomiye kazandırmalıdır. Örneğin mevduat sahiplerini mağdur etmemek için banka kurtarmayı kabul edebiliyorsanız, kötü yönetilen bir KİT’in yeniden yapılandırılmasına, ekonomiye kazandırılmasına, kategorik olarak karşı çıkmamak gerekir.

Ekonomiye yük olmamak, mutlaka kar etmek anlamına gelmez. Sağladığı dışsallıklar nedeniyle kar etmeyen işletmenin bulunduğu çevreye tartışmasız sosyal katkıları olabilir.

Kısacası, Türkiye’de bugüne kadar yapılanlara bakıp ve işletmenin ekonomiye kazandırılmasından çok birilerine para kazandırmaya yönelik uygulamaları örnek alıp her şeyi baştan ret etmek yanlıştır.

Ancak şeker fabrikalarının özelleştirilmesini tüm bu yaklaşımın dışında tutmak gerek. Kapitalist bir ekonomide temel amaç kar olduğundan, tarımsal kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) özelleştirilemez.

14 Ocak 2018

Uygulama yanlışları tarımda dışa bağımlılığı artırmış

Yazlarımı düzenli okuyanlar, sanayide dışa bağımlılıktan sıklıkla bahsettiğimi hatırlarlar. Bunun dış ticarete, cari açığa, onun finansmanına, ülkeni dış borçluluğuna ve de enflasyona etkilerinden devamlı bahsederim. Diğerleri gibi, enflasyonla mücadele konusunda ithalata ve dolayısıyla kur hareketlerine bağımlılığın yarattığı sorunlar üzerinde durmaya çalışırım.  
Ancak sanayide gösterdiğim duyarlılığı, nedense tarımda göstermediğimi fark ettim. Gözümü açan, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası’nın, Tarım eğitiminin 172. Yıldönümü için düzenlediği toplantısı oldu. Toplantıda yaptığım “çerçeve sunum” için hazırlık yaparken, tarım dış ticareti verilerinin ayrıntılarını pek bilmediğimi anladım.
Evet, medyadan saman, et, baklagiller ithalatı gibi haberleri okuyor ve hepimiz gibi üzülüyordum. Ama, itiraf edeyim TÜİK verilerine bakana kadar, bunları geçici olarak değerlendiriyordum.
Ne yazık ki değilmiş.

7 Kasım 2017

Çiftçinin devletten ne kadar destekleme alacağı var?



Son günlerdeki “ucuz et” tartışmalarını dikkatle izliyorum çünkü benim için çok eski bir konu. Rahmetli annemin, 1970’li yıllarda beni zorla gönderdiği “Et Balık kuyruğu” günlerimi hatırladım. Ne kadar sıkıcı bir şeydi o.

Yıllar sonra Hazine’de tarımsal desteklemenin finansmanından sorumlu birimlerde çalıştım. Tarımın, gıda güvenliğinin ne olduğunu yaşayarak öğrendim.

Özellikle gıda güvenliği sorununa özel ilgi duydum. Örneğin ABD’nin en tanınmış devlet adamlarından eski dış işleri bakanı Henry Kissinger 1970 yılında söylediği şu sözü hiç aklımdan çıkarmam: “Eğer petrolü kontrol ederseniz ülkeyi kontrol edersiniz, eğer gıdayı kontrol ederseniz nüfusu kontrol edersiniz”.

Dolayısıyla, tarımı programlamayan, planlamayan bir devlet olamaz. Planlama yapılmaz, tarım piyasa koşullarına terk edilirse et, saman, buğday, bakliyat eden ülke haline gelinir.

Bugün dünyada başta en zenginler olmak üzere tüm ülkeler, tarımı planlıyorlar ve destekliyorlar. Tersinden söylerlersek, destekleme olmadan planlama olamayacağını çok iyi biliyorlar.

Merkezi otorite önce neyin ekileceğine, yetiştirileceğine karar veriyor. Destekleme programını net ve şeffaf bir şekilde açıklıyor. Üretici ona göre karar veriyor. Devletin şartlarına uyduğu sürece destekleme ödemesi alıyor. Zarar etmiyor. Tarımsal üretim süreklilik kazanıyor. Çok gerekli olmadıkça gıda üretiminde kendi kendine yeterli olmaya, olabildiğince az ithalat yapmaya çaba gösteriliyor.

Aslında Türkiye de konunun farkında. Tarımla ilgili 2006 yılında bir Tarım Kanunu çıkardı. Kanunun 19. Maddesi ile; Doğrudan gelir desteği, Fark ödemesi, Telafi edici ödemeler, Hayvancılık destekleri, Tarım sigortası ödemeleri, Kırsal kalkınma destekleri, Çevre amaçlı tarım arazilerini koruma programı destekleri, Diğer destek ödemeleri, tarımsal destekleme araçları olarak belirlendi.

Daha önemlisi aynı kanunun 21. Maddesi ile tarımsal desteklemelerin finansmanı yasa hükmüne başlandı ve alt limit kondu. Şöyle ki; “MADDE 21 – Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz.”

Yani kanun koyucu hükümete emir verdi, her yıl bütçeye tarımsal destekleme için para koy. Bu para o yılki milli gelirin %1’inden az olmasın.

Ama durum öyle mi?

26 Ekim 2017

Naif bir bütçe denkliği hayali

Kurgusal bir soru sorarak başlayayım: Merkezi yönetim bütçesinin açık vermesi bir zorunluluk mudur?

Öyle çok gerilere gitmeden soruyu cevaplamaya çalışayım. Sayın Maliye Bakanı, yılbaşında 46,9 milyar lira olacağı ilan edilen 2017 bütçe açığının 61,6 milyar lira olacağını tahmin ettiklerini belirtmiş. Açık beklenenden çok olmuş.

Gelin, bırakın artırmayı yok etmeyi düşünmek mümkün mü bakalım. Cevap için devletin dokümanlarından yararlanarak, 2017 bütçesi için, beraber basit bir fikir jimnastiği yapalım.

İlk önce 2017 yılı Bütçe Kanunu eklerine gidelim. Oradaki Vergi Harcamaları listesine yakından bakalım. “Vergi Harcaması kavramı; en genel anlamda "devletlerin gelir toplamını azaltan, standart vergi sisteminden ayrılan ayrıcalıklar veya istisna ve muafiyetler" olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda; bazı indirim, istisna ve muafiyetler, standart vergi sisteminin unsurları olmaları nedeniyle vergi harcaması kapsamı dışında tutulabilmektedir. Yukarıdaki liste, vergi sistemimizdeki Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim Vergisi ve diğer bazı kanunlarda potansiyel olarak vergi harcaması niteliği taşıdığı düşünülen düzenlemeleri içermektedir.”

Yani Gelir İdaresi, içinde bulunduğumuz yıl, toplam 102,2 milyar lira vergi gelirine istisna ve muafiyet uygulamış. Yasalarla konulan kurallara uymuş, bu kadar gelirden vaz geçmiş. Bu toplamın neredeyse yarısı gelir ve kurumlar vergisi istisnaları.

11 Haziran 2017

İngiltere seçimleri ve biz

1996 yılı sonunda, Tony Blair’in ilk seçim zaferini kazandığı günlerden önce Londra’daki görevime yeni başlamıştım. Seçim çalışmalarını elimden geldiğince izliyor, sistemi anlamaya ve değerlendirmeye çalışıyordum.
İlk olarak İngiliz İşçi Partisi’nin klasik sol söylemden uzaklaşan, neoliberal “Üçüncü Yol” yaklaşımı dikkatimi çekmişti. Kısaca “ne sağcı ne solcuyuz, orta yolcuyuz” deyişiyle özetlenebilecek bu politika, Ms. Teacher sonrasının Muhafazakâr Britanya’sında ses getirmeye başlamıştı.
T. Blair hatırı sayılır bir zaferle iktidara geldi. Ardından 2003 Irak işgaline kadar, kendince başarılı, bir iktidar süreci yaşadı. Ancak Körfez Krizi sırasında kimyasal silah kullanıldığı yalanı dahil birçok ABD politikasına destek verdiği için, kredisini kaybetmeye başladı.
Britanya’nın zarar gördüğünü değerlendiren İşçi Partisi, Başbakanı istifa ettirdi. Yerine Hazine Bakanı Gordon Brown’ı getirdi. İngilizlerin dediği gibi, yılan bir taşın arkasında derisini değiştirdi. Hepimiz onu başka, yeni bir yılan sandık. Önemli olan, bir ülkenin uzun vadeli çıkarları söz konusu olunca, devletin aldığı tavırdı. Kişiler hiçbir zaman ülkenin çıkarlarının önüne geçemiyordu.
Aradan yıllar geçti geçen hafta yapılan erken seçimde, İşçi Partisi Jeremy Corbyn önderliğinde, yeni bir zafere imza attı. Tek başına iktidar olamasa da oy oranını önemli oranda yükseltti. Büyük ilgiyle karşılanan bu gelişmenin en dikkat çekici yanı, partinin klasik sol çizgisine geri dönüşü içeren seçim manifestosuydu.
Refah devletine geri dönüşü önceleyen, kamulaştırma, vergi politikasında köklü değişiklik, vb. politika seçenekleri özellikle Avrupa’da ilgi gördü. Yoğun tartışmalar başladı. “Acaba liberal politikaları benimseyerek politika yapan Avrupalı sosyal demokratlar da İngiliz İşçi Partisi’ni örnek almalı mı?” sorusu her yerde günün konusu oldu.
Olayın etkisi doğal olarak bize kadar geldi.

21 Nisan 2017

Kuru fasulye ithal edilirken tarımsal destekleme politikası

Geçen gün HaberTürk gazetesindeki haberi görünce, çoğunuz gibi benim de moralim bozuldu. Habere göre, son aylarda, soğan İran’dan, sarımsak Çin’den, nohut Meksika’dan, elma Şili’den, kırmızı et Brezilya’dan, kuru fasulye Kırgızistan’dan, havuç Avustralya’dan ithal ediliyormuş.
Önce inanamadım. Sonra ithal tutarlarına baktım. İçim biraz rahatladı. Bazı tutarlar birkaç yüz bin dolar kadar.  
Rahatsız olmamın nedeni; kabaca ele alınırsa, insanoğlunun tarihi karnını doyurmak için verdiği mücadeledir. Dolayısıyla, gıda güvenliği ve tarım her ülke için en öncelikli politikadır.
Türkiye de yıllardır tarımsal destekleme politikası uygulanır.

12 Ekim 2016

Ağır borç geri ödemeleri harcanabilir geliri azaltıyor

Harcanabilir gelir bir milli muhasebe kavramıdır. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya çeşitli eklemeler, çıkarmalar yapılarak elde edilir. Amaç ekonomide tüketim ve tasarruf miktarlarını bulmaktır desek yanlış olmaz.

Ben harcanabilir gelir tanımına, son dönemdeki gelişmeleri açıklayabilmek için, birkaç ekleme yapacağım. Bilinen tanımı biraz değiştirip hanelerin borçlanmasını, borç geri ödemelerini ve devlete ödenmeleri gereken yükümlülükleri de ekleyeceğim. Amacım yaşadığımız büyüyememe sorununa özel tüketim harcamaları açısından bakmak.  

Anlatımı basitleştirmek için önce formülü yazayım.

1 Mayıs 2014

Çay stokları yine sorun olmaya başlamış

Küçük çay üreticisi olduğumu belirterek yazıya başlayayım. Yani ÇAYKUR’un üretici lehine her uygulaması, az da olsa, bana yarıyor.

2001 Reformlarından önceki dönemde tarımsal destekleme ve tarım ürünü stokları ekonominin ve bütçenin önemli sorunlarındandı. Tütün, şeker, fındık ve çay gibi tarımsal destekleme konusu olan ürünlerde depolar ürün stoklarıyla doluydu.

1991 seçimlerinde, o zamanki muhalefet lideri Ege Bölgesindeki mitinglerden birinde tütün üreticisine, iktidar olurlarsa tütüne “Kim ne veriyorsa 5 bin lira fazlasını vereceğini” söylemişti. 2001 yılında TEKEL depolarında 10 yıl yetecek kadar tütün stoku vardı. Benzeri durum şeker, fındık ve çay içinde geçerliydi.

Sonra önlemler alındı. Reformlar uygulanmaya başlandı. Ürün fazlası olan ürünlerde alternatif ürün ekimi için teşvikler, önlemler hayata geçirilmeye başlandı.