Bu aynı başlıklı yazı dizisinin üçüncüsü. İlk ikisinde dünyadaki günlük döviz işlemlerinin 6,6 trilyon dolara, türev ürün işlemlerinin de 6,5 trilyon $’a ulaştığını yazmıştım. Yıllık ihracat miktarının ise 25 trilyon kadar olduğunu belirtmiştim.
Kısacası dünyayı artık mal ve hizmet ticareti üzerinden değil, parasal işlemler/finans üzerinden anlamak gerekiyor.
Finansallaşmanın birçok sonucu vardır.
Ben ikisine değineceğim. Borçlanma ve gelir dağılımındaki bozulmaya.
Aşağıdaki tabloda, Uluslararası Finans Enstitüsünün – (IIF) 1991-2019 yılları arasındaki küresel borç verileri yer alıyor.
Trilyon ABD Doları
|
Haneler
|
Şirketler
|
Hükümetler
|
Finansal şirketler
|
TOPLAM
|
Mart 1999
|
15,6
|
22,1
|
20,1
|
21,7
|
79,5
|
Mart 2019
|
46,6
|
72,6
|
67
|
60,4
|
246,5
|
Değişim (%)
|
199
|
229
|
234
|
178
|
210
|
Görüldüğü gibi 20 yılda, hanelerin borcu yüzde 200’e yakın artarak 47 trilyon dolara, şirketlerin borcu yüzde 229 artarak 73 trilyon dolara, hükümetlerin borcu ise yüzde 234 büyüyerek 67 trilyon dolara ulaşmış. Toplam borçlar ise yüzde 210 artış ile 246,5 trilyon dolar olmuş. Dünya milli gelirinin 70 trilyon dolar civarında olduğu düşünülürse, gelirin üç katından büyük borç yükü olduğu ortaya çıkıyor.
Resim çok net. Düzenli bir iş, sürekli ve yeterli gelir elde edemeyenlere borç veriliyor.
Geri ödeme zamanı gediğinde, borcu ödeyebilmek için gerekli olan gelir artışı da sağlanamayınca, borç borçla kapatılmaya çalışılıyor. Haneler, şirketler ve devletler devamlı borç sarmalı içinde bocalıyorlar.
Olayın bir de servet eşitsizliği yanı var. Borç verenler devamlı faiz geliri elde ederek gelir dağılımını bozuyorlar.
Dünyada gelir dağılımındaki eşitsizlik ciddi boyutlara ulaştı. Dünyada yetişkin nüfusunun yüzde 0,8’ini oluşturan 42 milyon insan, toplam servetin yüzde 45’ine, 142 trilyon dolarlık servete sahip. Buna karşılık yetişkinlerin yüzde 64’ü, toplam servetin sadece yüzde 2’sine, 6,2 trilyon dolarlık servete sahipler.
Küçük azınlığın serveti her geçen gün daha da artıyor.
Burada akla gelen soru şu: Çözüm var mı?
Kolay bir çözüm yok. Acılar var. Ama acıların topluma nasıl paylaştırılacağı çok önemli. Yük her zamanki gibi dar ve sabit gelirlilerin üstüne mi kalacak?
Bu yolda ilk ekonomik adımlar için, gelir dağılımını daha adil hale getirebilmek ve kalkınmaya hız verebilmek için dünyada ortak servet ve kurumlar vergisi tartışılıyor. Eski IMF yeni AMB Başkanı Lagarde, şirketlerin ödediği kurumlar vergisinin tüm dünyada ortak olmasını öneriyor. Böylelikle, şirketlerin vergiden kaçınmak için ülkeden ülkeye yer değiştirmesinin önüne geçmek istiyorlar.
Konunun öneminin daha iyi anlaşılabilmesi için bir örnek vereyim. OECD’ye göre dünyada yıllık doğrudan yabancı sermaye yatırımı 40 trilyon $. Bunun yüzde 85’i vergi cennetlerinde yerleşik şirketlerden yapılıyor. Bu ülkelerin başında toplam nüfusu 600 bin kişi olan Luxemburg geliyor. Hollanda ile birlikte, dünyadaki toplam doğrudan yabancı sermaye yatırımların yarısı bu iki ülkede yerleşik şirketlerce yapılıyor.
Servetin vergilendirilmesi hakkındaki çözüm yine bir Fransız’dan, konu hakkındaki çalışmalarıyla tanınan ünlü ekonomist Piccety’den geliyor. Dünyada ortak servet vergisi uygulanmasını öneriyor. Böylelikle bir ülkede para ve sermaye piyasalarından para kazananların vergilerini o ülkede ödemesi hedefleniyor. Bunu istemesinin nedeni basit. Büyük servet sahiplerinin vergi kaçıramayacak, sürdürülebilir kalkınmanın maliyetlerine ortak olmaları.
Bir de vergileme fikrine karşı çıkan, eski İsrail Merkez Bankası Başkanı ve FED Başkan Yardımcısı Stanley Fisher gibi “helikopter para” fikri savunucuları var. Onlar, merkez bankalarının para basarak, hazinelere ucuz borç vermesini ve bu paranın maliye politikası araçlarıyla halka dağıtılmasını öneriyorlar. Altyapı yatırımları, kamu yatırımları, eğitim ve sağlık harcamaları artırılsın diyorlar.
Bu arada kimse, gelişmekte olan ekonomilerde kambiyo rejimleri (sermeye hareketleri) bu kadar serbest olmalı mı diye hiç tartışmıyor. Çünkü işlerine gelmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder