28 Mart 2019

Ekonomide son günlerde yaşananlar ve milli paraya sahip çıkmak


Bir haftadır ekonomide yaşananları anlamak kolay değil. Bazıları dış güçlerin seçimleri etkilemek istediğini iddia ediyor. Olaya bu zaviyeden bakınca, anlamak ve anlatmak kolaylaşıyor.

Evet, her teknik ve ekonomik olayın mutlaka bir politik yanı vardır. Ama siyaset teknik gelişmelerin neresinden sonra etkendir? Bunu çok iyi değerlendirip, kararları ona göre almak önemlidir.

Yaşadıklarımızın tek nedeni var: Sermaye hareketlerinde tam serbestlik ve ekonominin aşırı dolarize olması. Bu bir haftalık bir olay değil. Ağustos 1989’tan başlayan ve 2009’dan sonra hızlanan bir gelişme.

İşin siyasi değerlendirmesini ilgilerine bırakıp, teknik yanını anlamaya çalışalım. Bunun için yerlilerin yılbaşından bu yana hızlanan döviz talebine bakmamız lazım.

Şirketlerin döviz almasının nedeni, dış borç taksitlerini ödemek ve ithalat yapmak.  

Peki, hanehalkının döviz talebi neden artırdı? Bunun bir açıklaması düşen mevduat faizleri olabilir. Enflasyonun altına düşen mevduat faizlerinden hoşlanmayanların paralarını dolara, Euro’ya yatırdığı söyleniyor.

Öte yandan hanelerin artan döviz talebini karşılamak için bazı bankaların, piyasaya yoğun döviz arz ettikleri konuşuluyor. Böylelikle kısmen dizginlenen döviz talebinin devam edeceğini gören spekülatörlerin, swap işlemleri aracılığıyla dövize talebi daha da tetikleri iddia ediliyor.

Olabilir. Ben hareketin ilk başlangıcı olan hanelerin döviz talebine biraz daha geriye giderek, farklı bir açıdan bakmak istiyorum.

Aşağıda sizler için bir tablo hazırladım.

23 Mart 2019

İşsiz bir Mülkiye mezununun mesajı

Ekonomi konuştuğum her ortamda, doğru bir ekonomik yapının en temel göstergesinin, istihdam yaratma kapasitesi olduğuna vurgu yaparım. Diğer bir yaklaşımla, eğer bir ekonomide işsizlik minimum düzeyde ise orada, doğru tercihler ve başarılı uygulamalar vardır demektir. Bunun yerine borsa, faiz, kur gibi günlük piyasa göstergelerinin, en çok sıcak para yatırımcılarını ilgilendirdiğini düşünürüm.
Bir işe sahip olmak, özellikle gençler için hayati öneme sahiptir. Onlar düzenli ve sürdürülebilir bir gelire sahip olamazlarsa, hayallerine kavuşmak, mutlu olabilmek için gerekli en basit ön koşula sahip değildirler. Yani iyi bir işleri olacak ki iyi bir eş bulabilmek, mutlu olabilmek için çaba gösterebilsinler.
Bazı okurlarım, son dönemde bu konuya sıklıkla değindiğimi fark edeceklerdir.
İki nedenivar. 

17 Mart 2019

Doğu Akdeniz’de neler oluyor?

Bugünkü yazımın uzunluğu için özür dilerim. Ancak konu oldukça önemli.
Üyesi olduğum 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu ile Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KÜDENFOR)ve Mersin Deniz Ticaret Odası, Mersin’deDoğu Akdeniz ve Türkiye II” çalıştayı düzenledi.
Çalıştay’ın amacı, Doğu Akdeniz’de son dönemde enerji alanında yaşananları ve Türkiye’ye etkilerini tartışmaktı.
Gelişmeleri daha iyi anlayabilmek için öncelikle dünyada enerjide yaşanan gelişmelere bakmakta yarar var. Alanındaki önemli raporlardan olan “BP Energy Outlook 2019”sayısında dikkat çeken tespitlerle başlayayım.
Bunlardanbirisi2040 yılı itibariyle dünya enerji talebinin yaklaşık üçte birinin Çin, Hindistan ve Asya’dan geleceği. Anlaşılan o ki; artık Orta Doğu’da ve Rusya’da bulunan birincil enerji kaynaklarını Avrupa’dan çok doğuya ulaştırmak gerekecek. Bu durum, önümüzdeki dönemin jeopolitiğini değiştirecek bir öngörü. Türkiye’de bundan oldukça etkilenecektir.
Diğeri, enerji üretim sektörünün birincil enerji kaynaklarının yüzde 75 kadarını kullanacağı ve bunun doğal sonucu olarak ulaştırmanın payının azalacağı. Ulaştırmada elektrikli araçların kullanımının hızla artması sonucunda, petrolün kullanımı azalması doğaldır. Bunun sonucunda petrol ve doğal gaz en çok elektrik üretiminde kullanılacaktır.
Üçüncübelki de en önemli öngörü, gelecekte enerjinin yüzde 85’inin yenilenebilir kaynaklardan ve doğal gazdan üretileceği. Bu öngörü hem Türkiye’nin hem de dünyada bilinen birincil kaynakların büyük çoğunluğuna sahip olan yakın komşularımızın hayatını değiştirecektir.

14 Mart 2019

Türkiye’nin reel borç yükü sabit kaldı


Bloğumun yakında takipçileri aşağıdaki tablolara aşinadırlar.

Veriler, 2002 yılından bu yana Hazine’nin, KİT’lerin, reel sektörün iç ve dış borçlarını; belediyelerin sadece bankalara olan borçlarını, bankaların dış borçlarını ve hanehalkının banklara olan borçlarını içeriyor.

Böylelikle, yaklaşık olarak, ülkenin toplam borç yüküne ulaşılmış oluyor.

Sözü uzatmadan tabloları özetleyeyim.

Tablo 1’de iç ve dış borç ayırımı yer alıyor. Geçen yılın sonunda toplam borç yükü 5,1 trilyon liranın üstüne çıkmış. İç borçların toplamı 3 trilyon lirayı geçmiş. Görüldüğü gibi en çok iç borcu olan kesim, reel sektör. Toplam iç borçların üçte ikisi şirketlere ait.

Dış borçların toplamı da 2 trilyon lirayı geçmiş. Bu alanda bankalar ve şirketlerin borçları bir birine yakın. Dış borçların yaklaşık yüzde 80’i özel sektöre ait.

Tablo 1: Toplam borç yükü

9 Mart 2019

Bol kepçe seçim vaatlerinin borçlarını kim ödeyecek?

Ülkenin her yerinde seçim heyecanı var. Adaylar her ortamda, ülkenin içinde bulunduğu değerlendiriyor, vaatlerini anlatıyor, seçmenden oy istiyorlar. 
Bir yanıyla tam bir demokrasi şöleni. İnsanlar mahallesinin, köyünün, kasabasının, şehrinin sorunlarını konuşuyorlar. Seçmen duyarlılığı yüksek yerlerde çözüm önerileri tartışılıyor. 
Son günlerde sıklıkla Ankara dışına çıkıyorum. Anadolu’da dikkatimi çeken konulardan birisi, ekonominin içinde bulunduğu durumun, geniş bir kesim tarafından tartışılması. İşsizliği, pahalılığı, var olan sorunların nasıl üstesinden gelineceğini sorgulayan geniş bir kesim var. Farklılık şurada; iktidara oy verenler sorunun varlığını inkâr etmiyorlar. Sadece sorunların kaynağı konusundaki görüşleri farklı.
Ekonomik sorunlardan çok dikkatimi çeken bir konuya değinmek istiyorum.

2 Mart 2019

Ekonomi için eğitim ve hukuk neden önemli?

Bana göre yeteri kadar istihdam yaratamayan ekonomiyi, neresinden bakarsanız bakın, başarılı olarak değerlendirmek yanlış. Eğer ülkenin egemenlik sınırları içerisinde yaşayan ve çalışmak isteyen herkese sürekli ve yeterli geliri olan bir işsağlanamıyorsa sorun var demektir. Çünkü, geliri, işi olmayanın aşı olmaz. Aşı olmayanın da mutlu ve sağlıklı bir yaşamı.
Sürekli ve yeterli geliri olan iş denince akla, kamudaki iş olanaklar ve öncelikle sanayi sektörü sonra da hizmet sektöründe çalışan büyük ve kurumsallaşmış şirketler geliyor.
Kısacası yatırım geliyor.
Türkiye’ye baktığımızda, işsizlik yüzde 12’lerin üstüne çıktığına, eğilimin yukarı yönlü olduğunu görüyoruz. O zaman bize acil olarak daha fazla yatırım lazım dersek yanlış olmaz.
Peki istihdam yaratacak yatırımı kim yapacak? 
Devlet mi? Eğer kamunun hizmet alanı genişletilemiyorsa yani serbest piyasacı bir yapıdan, kamu müdahalesi ağırlıklı bir ekonomik yapıya geçilmiyorsa, sadece iş olsun diye şişirilen kamu istihdamı, vergi verene yük demektir. Veya gereğinden fazla kamu borçlanması.
Özel sektör mü? Olabilir.
Bir de yabancılar var.