J. J. Rousseau’nun güzel bir sözü vardır:
“Tarih, okuyana kendi gözünün görme
derecesine göre yol gösterici bir kılavuzdur” der.
Bu deyişten yola
çıkarak, içinde bulunduğumuz dış borç ve hazine garantileri sorununa bakışınızı
biraz daha netleştireceğine inandığım için sizi 1970’lere götüreceğim. Hani
meşhur deyişle “70 cente muhtaç olduğumuz” yıllara.
O dönemde Türkiye katı
bir kambiyo (sermaye hareketleri) kontrol rejimi uygulamaktadır. Ülke ekonomik
sınırları içine dövizle işlem yapmak yasaktır.
Döviz açığı o yılların
da ana sorunudur. Dışarıdan döviz gelmesi amacıyla, Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) hesapları, ilk kez 1967 yılında
açılır. Amaç yurt dışında çalışan işçiler, serbest meslek sahipleri, müstakil
iş sahipleri ve dışarda yerleşik gerçek ve tüzel kişilere yurt içindeki yetkili
bankalarda döviz hesabı açma hakkı verilir. Açılan hesaplardan, hesap sahibine
dövizli işlem hakkı tanınır.
Ancak burada çok
hayati bir karar alınır. TCMB hesaplara,
Hazine adına, kur garantisi verir. Diğer bir deyimle oluşacak kur farkları
bütçeden ödenecektir. Çünkü bu bir kısa vadeli dış borçlanma yöntemidir.
Başlangıçta pek ilgi
görmeyen DÇM’ler bir süre sonra hızlanır. İşçisi, ithalatçısı aklınıza
gelebilecek herkes hesap açmaya başlar. Toplamı
3,5 milyar doları bulan döviz Türkiye’ye akar. Rakamı küçümsemeyin. Artışın
hızlandığı o yıllarda yıllık cari işlemler açığı 200 milyon dolar, toplam
ithalat 10 milyar dolar civarında.
Anlayacağınız DÇM’lerden
gelen kaynak o yıllar için önemlidir.
Öneminin bir nedeni de
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın sonrasına
denk gelmesi. Yani ambargo yılları. Dışarıdan borçlanmanın zorlaştırıldığı
yıllar. Türkiye’ye baskı uygulanan dönem.
Dış borçlanmada böylesine
önemli rol oynayan DÇM’ler, bankaların dövizlerini TCMB’ye devredip TL almaları
ve bu yerel para kaynağını krediye dönüştürmeleri sonucunda içeride bol bol kredi
dağıtılır (Aynen bugünkü ROM uygulaması
ve dışarıdan ucuz döviz borçlanıp, swapla TL’ye çevirip kredi dağıtmaları gibi).
Kredilerin çoğu (aynen bugün olduğu gibi) yatırım yerine işletme sermayesi
olarak kullandırılır.
Gün gelir, DÇM’lerin para arzı artışına ve enflasyonun
hızlanmasına neden olmaya başladıkları değerlendirilir ve kullanımına
sınırlandırmalar getirilir. Ancak 1977 yılının ilk aylarından sonra yeni
hesap açılması çok yavaşlamaya başlayınca TCMB ve bankalar, eski DÇM’lerin
vadesi gelenlerinin paralarını geri ödemede zorlanmaya başlarlar.
Daha önemlisi, DÇM’lerin anapara ve faiz ödenmeleri, verilen
kur garantisi nedeniyle, Hazineye aşırı yük olmaya başlar.
Sonunda sistem 1978 yılında bitirilir.
Sonrası daha
ilginçtir. Bu borçlar, 1981 yılından sonra devlet tarafından üstlenilir. O tarihte 2,5 milyar dolar kadar olan tutar
Merkez Bankası veya devlet borcuna dönüştürülür.
Kısacası dövize olan
bağımlılık önce yurt dışında çalışan işçilere, ithalatçılara, ihracatçılara, kur garantisi Hazine’den verilen döviz
hesabı açma yetkisi verilmesine, sonra da borcun tamamının Hazine tarafında
ödenmesine yol açmıştır.
Dolayısıyla bugün Türkiye’nin dış borç ve Hazine garantileri
rakamlarına bakıp; kamunun dış borcu şu kadar özel sektörünki bu kadar,
Kamu Özel İşbirliği projelerine verilen garantiler, dış borç üstlenimleri
farklı diye yorum yaparken dikkatli olmakta büyük yarar.
Sayın hocam, şu cümlenizi biraz açmanızı rica etsem:
YanıtlaSil" Kredilerin çoğu (aynen bugün olduğu gibi) yatırım yerine işletme sermayesi olarak kullandırılır."
Gelen kredilerin işletme sermayesi olması neden kötü? O da bir tür yatırım olmuyor mu? Bir işletme aldığı krediyle üretme potansiyelini arttırmıyor mu? Ayrıca, yatırım olan her şey verimli de olmayabilir, değil mi? Acaba burada kastınız kredilerle KİT yapılmaması mı?
Teşekkürler.
İşletme kredileri, genellikle, maaş, ücret, ve diğer cari giderlere harcanmak üzere alınan borçlardır. Normal oalrak bu giderlerin şirket satış ve faaliyetlerinden karşılanması, kredilerin ilke olarak sadece yeni yatırım için alınması geerkir. Eğer işletme kronik olarak işletme kredisi ile faaliyetlerini yürütebiliyorsa ekonomide/sektörde ve/veya şirkette yapısal bir sorunu var demektir.
YanıtlaSil