Televizyon
kanallarında haberleri izlerken çoğunuz gibi dehşete döşüyorum. Bir
mağazaya/alışveriş merkezine girmek için birbirini ezen insan manzaraları beni
endişelendiriyor.
Öz eleştiri
yapmam lazım. İnsanlık ne ara bu hale geldi izlememişim. 1984-85 yıllarında
ABD’nin Boston kentinde lisansüstü eğitim yaptığım sırada bir büyük mağazanın, yılsonlarında
yaptığı “basement sale” indirimini hatırlarım.
Anladığım
kadarıyla o günlerde birkaç büyük mağazanın uyguladığı satış stratejisi, artık
Amerika’dan tüm dünyaya yayılmış. Şirketlerin yıl sonu bilançolarını daha iyi gösterebilmek,
ellerinde kalan stokları nakde çevirebilmek için uyguladıkları bu yöntem geniş
kabul görmüş.
Daha ilginci,
sadece gerçek mağazalar değil sanal satış ortamlarında da “Kara Cuma”
indirimleri uygulanır olmuş. ABD’de, sadece “Kara Cuma” da internetten yapılan
satışlar 7,9 milyar dolarla rekor kırmış.
Bana kalırsa bu,
neoliberal politikaların tüketimle büyüme stratejinin bir parçası.
Özetlemeye
çalışayım.
Özellikle gelişmekte
olan ekonomilerdeki teknik ve siyasi karar alıcılar da “ekonomi büyüsün
de nasıl olursa olsun” yaklaşımını benimsediler. Tüketimi yatırımın önüne
koydular. Üretken, istihdam yaratan, ithal ikameci yatırım için harcadıkları
çabalar azaldı. Harcanabilir geliri büyütmek yerine, ucuz kredi nasıl sağlanır
onun derdine düştüler.
Bunun sonucu,
Türkiye’de de olduğu gibi, çok tüketen ama yeteri kadar üretemeyen, istihdam
yaratmayan ekonomik model ortaya çıktı. Birkaç yükselen piyasa ekonomisi
dışında çoğunluk küçük Amerika olmaya çalışıyor.
Dedim ya, üretemeyen
ekonomi yeteri kadar istihdam ve dolayısıyla gelir yaratamıyor. Mikro düzeyde, yeterli
geliri olmadan tüketime yönlendirilen hane halkları borç almak zorunda kalıyor.
Kredi kartına ve/veya tüketici kredisine yöneliyor. Borçluluk artıyor. Toplumun
en geniş kesimleri kredi taksitlerini ödeyebilmek için mücadele ediyor.
Makro düzeyde
ise tüketimi/talebi karşılamak için ithalat artıyor. Artan ithalat cari açığa
neden oluyor. Cari açığı finanse etmek için bu defa dövizle borçlanma çoğalıyor.
Ekonomi gittikçe artan oranda dolarize oluyor. Kurun fiyatlara etkisi büyüyor,
enflasyonda da yükseliyor. Ardından faizler artıyor, borçlanma pahalılaşıyor.
Önce insanlar sonra ekonomi bir borç sarmalına giriyorlar.
Kısacası bu iş
sadece bir “cuma günü”, stok azaltma meselesi değil. Bana göre Amerika’da,
Avrupa’da, diğer zengin ülkelerde uygulanabilir bir ekonomik model. Onlar için
üretmek kolay. Dahası tüketmek için dışarıdan dövizle borçlanmıyorlar. Gerektiğinde
merkez bankaları kendi paralarını daha çok basıyor bankalara dağıtıyor.
Bankalar da ucuz kredi olarak ekonomiye veriyor. Sorun çıkarsa çözümü kendi
içlerinde bulabiliyorlar.
Ama bizim gibi,
dışarıdan borç alarak ithalat yapan, kredi dağıtan, aldığı borçla tüketen
ekonomiler için iş farklı. Finansallaşmanın sonucu çoğu az gelişmiş ekonomi
bağımsızlığını tartışma konusu yapacak kadar dolarize oldu. Ulusal paralarıyla alınan
kararlar, ekonomiyi yönlendirmeye yetmiyor. Döviz, kira işleminden kamu
ihalesine kadar ekonomilerin kılcal damarlarına öylesine girdi ki, ulusal parayla
ne karar alsanız yeteri kadar etkili olamıyor.
Kanımca asıl “Kara” olan
burası. Ne yazık ki işin bu yanına bakan yok.
Degerli hocam,
YanıtlaSilYaziniz icin tesekkurler. Sosyal medyanin da tuketim cilginligina katki sagladigini dusunuyorum. Ozellikle bizim gibi tuketimle farkli bir sinifa ait oldugunu hissetme durtusu kuvvetli olan ulkelerde durum cok vahim.
Yukarida anlattiginiz denklemde tasarruf edenler eskiye nazaran daha kisa surede finansal ozgurluklerini kazanacaklar gibi duruyor.