1990’lı yıllarda Yap-İşlet-Devret (YİD) projeleriyle
başlayan ve günümüzde Kamu Özel Sektör İşbirliği (KÖİ) adını alan süreç, ilk olarak İngiltere’de
başladı. Uzun inşaat ve işletme süreleri olan altyapı, eğitim ve sağlık
projelerine özel sektörün dâhil olmasını amaçlayan bu sistem, başlangıçta bir
finansman modeli olarak gösterildi. Amaç, aşırı borçlanma baskısı olan kamu
sektörüne, özel sektörün finansman açısından yardımcı olması olarak lanse
edildi.
Ancak özel sektör
“taşın altına elini koyarken” kamudan çeşitli garantiler istedi. Alım ve fiyat
garantisiyle başlayan talepler borç üstlenim garantilerine kadar genişledi. Bu projelere maliye politikası teorisinde “koşullu yükümlülük” adı verildi.
Koşullu Yükümlülükler
Şartlar oluşunca
kamunun omuzlarına kalacak yük olasılığı olarak özetlenebilir. OECD’nin konuya
ilişkin önemli yayınlarından olan “Koşullu Yükümlülüklerin Yönetiminde Kamu
Borç yöneticilerinin Rolü” başlıklı çalışmada üç tür koşullu yükümlülükten
bahsediyor.[1]
i) Kamu kredi garantileri, ii) Kamu Özel Sektör İşbirliği (KÖİ) projelerinden gelen
yükümlülükler ve iii) Kamu destekli sigorta sistemleri.
KİT’ler, belediyeler
ve bankalar için verilen dış borç garantileri, ilk seçeneğe örnek olarak verilebilir.
KÖİ garantilerini artık çoğumuz, köprü, otoyol ve hastaneler için verilen
garantiler ile bu projelerin dış borç üstlenimlerinden biliyoruz. Üçüncü türe
örnek olarak, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun mevduat garantileri ile tarım
sigortalarına verilen katkıyı gösterebiliriz.
Bu tür projeleri çok değişik bakış açılarıyla
değerlendirilebilir. Özetleyebilmek amacıyla konuyu iki ana başlıkla ele
alacağım. Genel ekonomi açısından; büyümeye katkıları, finansman şartları;
maliye politikası açısından da kaynak israfı ve devlete koşullu yükümlülük
yaratması.
Ekonomik açıdan üzerinde en çok durulması öncelikli
konu, bir projenin ekonomiye katkısı ve kaynakların doğru yerde kullanılıp
kullanılmadığıdır.
İktisatçılar arasında sıkça tartışılan bir konudur.
Bizim gibi tasarruf açığı olan ülkelerde bazı büyük projeler, aşırı iç ve dış
borçlanmayla yapılmaktadır. Projenin yapım sürecinde yapılan tüm harcamalar
ekonomiyi büyütmektedir. Örneğin bir otoyol yapımında kullanılan çimento,
ödenen işçi ücreti vb. harcamalar, inşaat süresince ekonomiye pozitif katkı
yapmaktadır. Ancak inşaat bitince, büyümeye katkısı açısından artık konuşulan
şey projenin ekonomik verimliliğe olan katkısıdır. Eğer proje doğru seçilmiş ve
doğru yapılmışsa girdi maliyetlerini düşüren, ürünün pazara ulaşımını ucuzlatan
bir sonuç yaratmışsa ekonomi pozitif etkilenmiş olacaktır. Bunun yerine sadece
biraz daha harcama yapılsın diye yanlış yer ve teknoloji seçimi yapılan
projeler, değil verimliliği artırmak, ekonomiye yük olmaktadır.
Örneğin kuzey yarım kürede inşa edilen bir otoyolun
dağların kuzeyi yerine güneyinden geçirilerek yapılmasının kış şartlarında
yolun etkin ve verimli kullanılmasına yapacağı katkı bellidir. Ancak daha fazla
para harcanıyor diye kuzeyden ve bol virajlı seçenekler gündeme gelince,
ekonomik faydasından çok zararı gündeme gelmektedir. Bu zararların nasıl
hesaplanacağı, eğer bir yanlış varsa kimin hesap vereceği konusu üzerinde en
fazla durulan konulardandır.
Maliye Politikasına
etkileri
Devletin görevlerinin çokluğu tartışmasız bir
gerçektir. Öncelik savunma, emniyet, adalet, eğitim ve sağlık alanlarındadır.
Bayındırlık bunlardan daha az öneme sahiptir demek doğru olmaz. Ancak savunması
ve adaleti sorunlu bir ülkede ne kadar çok barajınız olursa olsun mutlu ve
güvenlikli yaşamanız mümkün değildir. Böylesi bir durum biraz lüks evi olan ama
her gece hırsızlardan korunmak için uyuyamayan ev sahibinin şartlarına benzer. Görevi
bu kadar çok olan devlet, onlarca milyarlık kaynağı, ekonomide verimliliği
büyütecek daha küçük projelere paylaştırarak hem üretime hem de istihdama
doğrudan ve daha uzun süreli olumlu etki sağlayacak seçenekleri düşünebilir.
Bu bağlamda büyük projeleri maliye politikası
açısından iki açıdan ele alabiliriz.
Kamu
açısından ilk üzerinde durulması gereken nokta kıt kaynakların yerinde
kullanılıp kullanılmadığıdır. Zaten az olan, akaryakıttan alınan vergiyle veya
dışarıdan alınan borçla finanse edilen bütçeden ayrılan paraların nokta atışı
yapılarak, titizlikle harcanması gerekir. Oysa bazı projeler için ciddi bir kamu kaynağı
israfı iddiası daima vardır. Kıt kaynaklar, daha ucuz bir alternatif varken, gerekliliği
tartışmalı bir alana harcanırsa sorun büyüktür.
Hatırlamakta yarar var. Fizik, kimya,
matematik, ekonomiye benzemez. Ekonomide hiç bir şey 2+2=4 gibi değildir. Her
zaman seçenekler vardır. Örneğin bütçe açığını kapatmak için vergi toplamak
yerine harcama azaltmak da bir yöntemdir. Böylesi bir durumda da kaynakların
boş yere harcanması gündeme gelecek ve sağlıklı işleyen demokrasilerde sosyo-politik
sonuçları olabilecektir. Daha önemlisi ülkenin eğitim, sağlık, adalet ve sosyal
güvenlik gibi acil ihtiyaçlarına harcanmayan para yanlış yere harcanmış
olacaktır.
Koşullu yükümlülük yaratma yanı ise
aşağıda geniş şekilde ele alınacaktır.
Yasal
alt yapı
Konuya yasal alt yapıya ve yapılan değişikliklere giriş
yapalım. Bu alandaki temel yasa 3996 sayılı Yap-İşlet-Devret (YİD) Kanunundur.
Son yıllarda
bu kanunda ilk önemli değişiklik, “Kapsam” başlıklı 2. Maddesinde yapıldı. 2008
ve 2013 yılında yapılan değişikliklerle, gar kompleksi, lojistik merkezi, hava
alanları ve limanları, yük ve/veya yolcu ve yat limanları ile kompleksleri,
sınır kapıları, milli park (özel kanunu olan hariç), tabiat parkı, tabiatı
koruma alanı ve yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında planlarda
öngörülen yapı ve tesisleri, toptancı halleri ile kongre merkezi, kültür ve
turizm yatırımları, ticari bina ve tesisler, spor tesisleri, yurtlar, tema
parklar, balıkçı barınakları, silo ve depo tesisleri, jeotermal ve atık ısıya
dayalı tesisler ve ısıtma sistemleri, raylı sistemler, teleferik ve telesiyej
tesisleri ve gümrük tesisleri YİD kapsama alındı.
Buna ek olarak Hazine garantilerini
düzenleyen 4749 sayılı Kamu Borç Yönetimi Kanununda da önemli değişiklikler
yapıldı. 2013 yılında yapılan değişikliklerle, Kanunun 8. Maddesinde yapılan
değişikliklerle Hazinenin verdiği garantilerin kapsamı genişletildi.
Böylelikle İl özel idareleri,
büyükşehir belediyeleri ve belediyeler, kendilerine ait tüzel kişilerin ve/veya
kendilerine bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz kuruluşlar
kamu adına garanti verebilir hale geldiler. Bu değişimle, koşullu
yükümlülüklerden doğacak borç ve alacaklar Hazine hesaplarına değil, ihaleyi
yapan kuruluşun defterine yazılabilir hale getirilmiş oldu.
Burada bir örnek vererek yapılan
değişikliklerin gerekliliğini takdirlerinize bırakayım. Akşamın geç saatinde
kapınız çalınsa. Açınca karşınızda kirli sakallı, 190 cm boyunda, belindeki
silahın kabzası görünen birisiyle karşılaşsanız. Size “Oğlunuzun bize 10 bin
lira borcu var. Hemen ödemezseniz sonucuna katlanır” dese ne yaparsınız?
Örneğin “Kendisi 18 yaşını geçti, artık yetişkin bir kişi, borcunuzu ondan tahsil
edin.” mi dersiniz? Yoksa “Ben babayım, onda yoksa ne eder eder, olmazsa borç
alır öderim” mı dersiniz? Devlet genellikle ikinciyi söylüyor. Dolayısıyla borç
kimin defterine yazılırsa yazılsın sonunda bütçeye, dar ve sabit gelirliye yük
oluyor.
Öte
yandan değişiklikler bunlarla sınırlı değil. Aralık 2014’ta yapılan diğer bir değişiklikle,
ihale makamı kamu kuruluşlarına projeler için Hazine garantili tahvil ihracı çıkarabilmesine
olanak tanındı. Yani Hazine garantili proje tahvillerinin önü açıldı.
Böylelikle finansman sağlama güçlükleri yaşanan, büyük altyapı projelerine
destek sağlanabileceği düşünüldü. Dahası anılan yönetmeliğin 5. maddesinin 3.
fıkrasına göre; eskiden yüklenici sadece proje kredisi teklifi ile gelirken ve
bu krediler yüzde 95’e kadar garanti edilirken şimdi tahvil ihracı
teklifi ile gelecek ve yüzde 100’e kadar garanti alacak hale geldi.
Bu değişiklik
sonucunda artık DHMİ gibi KİT’ler, belediyeler, T.C. Karayolları, Devlet Su
İşleri gibi kuruluşlar, dış piyasalarda doğrudan kendi adlarına, tahvil ihraç
edebilecek. Bu kuruluşlara aracılık edecek finansal kuruluşlar, fiyat ve diğer
şartların piyasada belirlendiğini belirtecekler. Dahası tahviller gittikçe
sıkışan sabit getirili enstrüman piyasalarında belli sayıda yatırımcıya ihraç
edilebilecek.
Ancak bugüne kadar böyle bir finansman
aracı pratikte kullanılmadı. Aslına bakarsanız kullanılması da pek akılcı
değil. Genel kabul görmüş kural olarak, hiçbir yabancı yatırımcı, bir ülkenin
hazinesinden başka bir kamu kuruluşuna borç vermeyi tercih etmez. Eğer bir
şekilde kredi vermeyi düşünürse, o zaman her halükârda artı bir risk primi
talep eder. Yani faiz hazinenin ödeyeceğinden daha yüksek olur.
Bu realite ortada iken en son olarak, büyük projelere finansman sağlamak
adına Türkiye Varlık Fonu (TVF)
kuruldu. Fona borçlanma yetkisi verildi. Nakit işlemler yapmasının önü açıldı.
Dahası garanti ve kefalet verebilecek. Yetmedi son Torba Yasa ile Hazine
(bütçe) kaynaklarından para aktarmanın önü açıldı.
Borç üstleniminin yaratacağı sıkıntılar
Bana göre en önemli değişiklik
2013 yılında yapıldı. KÖİ projeleri için özel sektörün aldığı dış borçları, koşullar
oluşunca, gerektiğinde Hazine’nin üstlenebilmesi için 4749 sayılı Kanunun 8.
Maddesine bir ek yapıldı.
Madde aynen şöyle: “Genel
bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idareler tarafından 8.6.1994
tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli
Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun hükümlerine göre yap-işlet-devret
modeli ile gerçekleştirilmesi planlanan ve tutarı asgari bir milyar Türk Lirası
olması öngörülen yatırım ve hizmetlere ilişkin uygulama sözleşmeleri ile Sağlık
Bakanlığınca Kamu Özel İş Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve
Hizmet Alınması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun ve 25/8/2011 tarihli ve 652 sayılı Millî Eğitim
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname
hükümlerine göre yap-kirala-devret modeli ile gerçekleştirilmesi planlanan ve
tutarı asgari beş yüz milyon Türk Lirası olması öngörülen yatırım ve hizmetlere
ilişkin uygulama sözleşmelerinde, sözleşmelerin süresinden önce feshedilerek
tesisin ilgili idareler tarafından devralınmasının öngörülmesi hâlinde, söz
konusu yatırım ve hizmetler için yurt dışından sağlanan finansmanın ve varsa bu
finansmanın teminine yönelik türev ürünlerden kaynaklananlar da dâhil olmak
üzere mali yükümlülüklerin Müsteşarlık tarafından üstlenilmesine karar vermeye,
üstlenime konu mali yükümlülüklerin kapsam, unsur ve ödeme koşullarını
belirlemeye ve teyit edilmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemeye, genel
bütçe kapsamındaki kamu idareleri için Bakanın teklifi, özel bütçeli kamu
idareleri için ilgili Bakanın talebi ve Bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu
yetkilidir.”
Yapılan Cumhuriyet tarihinin önemli ekonomik
değişikliklerinden birisidir. Hazine 1980 sonrasında ilk defa özel sektörün dış
borcunu, dolaylı da olsa, üstleneceğini söylemektedir.
Bütün bu değişikliklerin ana
amaçlarından birisi projeler için alınan borçların kamu hesaplarında gösterilmemesidir.
Normal olarak kamunun yapacağı büyük projeler için alınacak borçlar, devletin
bir kurumunun yükümlülüklerini büyütecektir. KÖİ uygulaması ile bu rakamlar
özel sektörün bilançosunda görünmektedir.
Oysa özellikle 2008 Küresel krizinden
sonra dünyada, artık sektörel ayırımlar değil ülkelerin toplam borçları
konuşulmakta, sektör ayırımlarından çok toplam borç yükü, risk hesaplarına
dâhil edilmektedir.
Alt
yapı yatırımları ihtiyacı
Konuya en geniş ekonomik açıdan bakınca yatırımlar,
özellikle büyük kaynak isteyen ve yatırım süresi uzun olan altyapı yatırımları,
her zaman öncelik gerektiren alanlardan olmuştur. Ulaştırma (karayolu,
demiryolu, limanlar) telekomünikasyon, enerji ve su vb. sektörler ekonominin
olmazsa olmazıdır. Büyüyen bir ekonomide hem üretmek için girdi sağlamak hem de
üretileni pazara ulaştırmak hayati önemdedir. Yanı sıra enerji olmadan üretim
olamayacağını söylemeye gerek yok. Telekomünikasyon ise çağımızın olmazsa
olmazıdır. O zaman modern ve gelişmiş bir altyapı olmadan ekonomiyi büyütmek,
neredeyse olanaksızdır.
Dünya
Kalkınma mücadelesinde böylesi öneme sahip bir alanda
yatırım ihtiyacı, ekonomideki ve nüfustaki büyümeye bağlı olarak sürekli
artıyor. Bir yandan gelişmiş ekonomiler (GE) diğer yandan gelişme yolundaki
ülkeler (GYÜ) hızla atan talebi karşılayabilmek için, altyapılarını büyütmek ve
modernize etmek amacıyla yoğun çaba sarf ediyorlar. Diğer bir deyimle ihtiyaç sadece
GYÜ mahsus değil. Bu alanda GE’de de, hem yeni yatırım hem de yenileme yatırımları
ihtiyaçları çok fazla.
McKinsey Global Institute ‘ün yaptığı bir araştırmaya[2] göre, dünyada 2015 yılında
4,6 trilyon dolarlık altyapı harcaması yapıldı.
2017-2035 arasındaki dönemde, dünyada 69,3 trilyon dolarlık altyapı
yatırımına ihtiyaç var. Projelerin çoğunluğu karayolu ve enerjide.
Tablo
1:
2017-2035 arasında dünyada altyapı ihtiyacı
Kaynak: McKinsey Global
İnstitute
Ekonomik büyümede geri kalmamak için, GYÜ bu tutarın
%60’ı kadarını yapmak zorundalar. Oysa bugün sadece %11’ini, yani yıllık 350
milyar dolarlık yatırım yapabiliyorlar. Kısacası büyük bir açık söz konusu.
Türkiye
Bir GYÜ olarak Türkiye, artan genç nüfusun
ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yüksek büyüme oranını yakalamak zorunda olan
bir ülke. Üretimi, özellikle sanayi üretimini olağan üstü bir hızla büyütmek
durumunda. Yanı sıra sorun sadece büyüme değil aynı zamanda döviz gelirini
artırmak için ihracat ve turizme de ağırlık vermesi gerekiyor. Yani liman,
havaalanı, demiryolu gibi alanlara öncelikli yatırım yapılması lazım.
Yüksek yatırım ihtiyacı olduğu, herkesin ortak görüş
birliğine vardığı bir konu. Ama kamunun toplam yatırım hacmi de belli. Tablo 2’de
yıllar itibariyle kamu yatırımları rakamları görülüyor. Tablodaki kamu
yatırımlarının kapsamına okul, hastane, adalet, savunma, emniyet gibi hayati
alanlardaki tüm yatırmalar giriyor. Yani büyüklükler sadece altyapı projelerini
göstermiyor.
Tablo
2:
Türkiye’de toplam kamu yatırımları
Gerek Türk Lirası, gerek dolar olarak rakamlar, dünya
örneğiyle karşılaştırılınca çok küçük gibi görünebilir. 100 milyar lira veya 40
milyar dolar civarındaki büyüklükler dünya büyüklüğü dikkate alınınca kolayca
başarılabilirmiş gibi görünüyor.
Ancak bu tabloda yer almayan ne kadar
proje stokumuz var ona bakalım. Price Waterhouse Coopers Türkiye ve Garanti
Yatırım’ın, Hükümet programlarından yola çıkarak bir rapor hazırlamışlar[3]. Söz
konusu çalışmada, 2023 Hedefleri kapsamında konuşulan, Mega projeler dâhil, YİD
ve Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) altyapı projelerinin toplamının yaklaşık 325
milyar dolar olduğu belirtiliyor. Bunun için özel sektörün, 7-8 yıllık sürede en az 65 milyar dolar öz
kaynak, 260 milyar dolar kredi bulması lazım.
Tablo 3: 2023 kamu Özel İşbirliği Hedefleri
Bu kadar büyük kaynağı bulmak, kamunun diğer
yatırım ihtiyaçlarını da dikkate alınca oldukça zor. Hatta neredeyse imkânsız
gibi.
O zaman nereden bulunabileceği hakkında
biraz düşünmek, fikir jimnastiği yapmakta yarar var.
Finansman nereden
bulunur?
Finansman konusunda ilk kuralın, yatırımcının parasını
geri alma garantisi olduğunu unutmamak lazım. Diğer bir deyimle, borç veren kreditör
için, yatırıma harcanan paranın geri dönüşünün nasıl olacağı özel önem
taşımaktadır. İster banka olsun ister özel girişimci olsun, bir projeye para
yatıran açısından öncelik, parasının geri dönüş garantisini sağlamaktır. Bu
yerel para ise anapara ve faiz ödemelerinin zamanında yapılması yeterlidir.
Döviz olunca hem zamanında ödeme hem de istendiğinde yerli parayı dövize
çevirebilme önemli hale gelmektedir. Elinde yerel para olsa bile kreditör döviz
bulamıyorsa o da önemli bir risk unsurudur.
Kreditörler uzun vadeli para verirken bu ve benzeri
bütün riskleri minimize etmek için gayret ederler. Ne kadar az risk
üstelenirlerse o kadar ucuz kredi verirler. Çünkü kredinin maliyeti ile
ülkedeki enflasyon ve diğer sosyo-ekonomik tüm riskler doğrudan ilişkilidir. Risklerin
minimuma indirildiği ortamlarda maliyetler de düşer.
Konun önemi altyapı projelerinin karakteristiğinden
gelmektedir. Uzun inşaat ve işletme süresi olan bu yatırmalar için sosyolojik,
politik ve ekonomik riskleri hesaplamak kolay değildir. Bu bağlamda, çoğu zaman
yanlış ve abartılı hesapların yapılması olağan karşılanır. Verilen garantilerin
arkasında yatan mantık, risklerin azaltılmasıdır.
Dünyadaki
şartlar
Yatırım ve işletme süresine bağlı olarak büyük
projelerin ortak sorunu uzun vadeli kredi bulmaktır. Peki, bu kaynak nerede
var?
Yukarıda adı geçen rapora göre, dünyada bankaların
kurumsal yatırımcıların (fonlar ve uluslararası kuruluşlar) kredi dağıtımında
kullanılabilecek yaklaşık 120 trilyon dolarlık varlıkları var. Bilindiği gibi
krediler banka bilançolarının aktif tarafında yer alıyor. Diğer bir deyimle,
finans sektörü bir yerden para/mevduat buluyor. Bulduğu bu kaynağı da kredi
olarak dağıtıyor. Ama kredi talep eden sadece alt yapıcılar değil. Hanehalkları
var, KOBİ’ler var, ithalatçılar var, diğer şirketler var, kamu hazineleri var.
Var da var.
Ancak alt yapıcı yatırımcılarının talepleri uzun
vadeli. O zaman uzun vadeli kaynak kimlerde var ona bakalım. Tablo 3 bu amaçla
hazırlandı. Uzun vadeli para dünyadaki bir avuç zenginde, bireysel emeklilik
fonlarında ve sigorta şirketlerinde bulunuyor. Bunlardan bireysel emeklilik
fonlarına özel önem vermek gerek. Çünkü dünyada uzun vadeli fonların büyük
çoğunluğu onların elinde. Örneğin, bir Amerikalı, çalışmaya başladığından
itibaren emeklilik fonuna para yatırıyor ve emekli oluncaya dek orada
biriktiriyor. Emekli olduktan sonra oradaki birikimiyle geçiniyor. Diğer bir
deyimle milyonlarca insan, 25 yaşında işe başlasa 65 yaşında emekli olsa, 40
sene vadeli bir kaynağı emeklilik fonunda tutuyor. Benzeri yorumu hayat ve
sağlık sigortası için yatırılan paralar ve zenginlerin tasarrufları içinde
yapabiliriz.
Tablo
4:
Küresel varlık yönetim rakamları [4]
2004
|
2007
|
2012
|
2020
|
|
Emeklilik
Fonları
|
21,3
|
29,4
|
33,9
|
56,5
|
Sigorta
Şirketleri
|
17,7
|
21,2
|
24,1
|
35,1
|
Kamusal
Fonlar (SWF)
|
1,4
|
3,3
|
5,2
|
8,9
|
En
Yüksek Servet Sahipleri (High-net-worth-individuals)
|
37,9
|
50,1
|
52,4
|
76,9
|
Üst
Gelir Grubuna Dâhil Olanlar (mass affluent)
|
42,1
|
55,8
|
59,5
|
100,4
|
Not: Son iki sıradaki yatırımlar tam bir ayırıma tabi
tutulamadığından çifte sayım olabilir. Dolayısıyla tablodan toplam varlık
rakamı çıkarmak doğru değildir.
Söylemeye gerek yok. Bu fonların çok büyük bir bölümü
GE’de. Dünyadaki bireysel emeklilik fonlarının yüzde 70’i ABD, İngiltere,
Japonya ve Hollanda’da. ABD ve İngiltere’de borsada işlem yapan kurumsal yatırımcıların
çoğunluğu emeklilik fonları ve sigorta şirketleri ile Özel Birikim fonları
(Mutual Funds). Bunların fonları uzun vadeli olduğu için, Anglo-Sakson finansal sistemi sermaye
piyasalarına ağırlık verir. Bu piyasalarda, eğer kriz çıkmazsa, bir yandan
şirketler diğer yandan da emekliler kazanır.
İç
piyasalar
Bizde hiç para yok mu?
Tablo 4’te[5] bankacılık sisteminin
proje finansmanı olarak dağıttığı miktar 379 milyar lira olduğu görülüyor. Stok
rakamları gösteren bu tablodan da görüleceği üzere, sistem gereği kadar proje
kredisi artışı sağlamakta zorlanıyor.
Tablo
5:
Türkiye bankacılık sisteminin proje finansmanı
Kaynak: Türkiye Bankalar
Birliği
Bunun iki nedeni var. Birincisi, kredi miktarı yeterli
değil. Özellikle 2001 Krizinden sonraki yıllarda ekonominin geniş kesimlerinin
borcu hızla çoğaldığı için kredi talebi çok yüksek. Bir yandan tüketici
kredileri, kredi kartları, diğer yandan ihracatçılar, KOBİ’ler ve diğer
şirketler, sonuncu olarak da Hazine. Hepsi finansal sektörden borç talep
ediyorlar. Türkiye’de borçluluk öylesine arttı ki, ekonomideki toplam borçluluk
oranı 2004 yılında milli gelirin %87’ü kadar iken 2016 sonunda %114 oldu.[6]
İkincisi, bankalardaki mevduatın ortalama vadesi
yaklaşık 50 gün. Yani bankalar her üç ayda bir, mudilerin parasını çekme
riskiyle karşı karşıya. Böylesi bir ortamda, bankanın uzun vadeli kredi vermesi,
vade uyumsuzluğu sorunu riski nedeniyle, imkânsız.
Üçüncüsü, vade sorunu çözülse bile bankalardaki
mevduatlar kredilere yetmiyor. Bunun en basit göstergesi olan TL kredi/mevduat
oranı, Ekim 2017 sonu itibariyle %143’lerde. Aynı oran yabancı para kredi ve
mevduatlar için %92. TL ve yabancı para toplam kredi ve mevduatlar için ise
%121. Yani, finansal sistemdeki TL mevduatlar kredi vermeye yetmiyor, döviz
tevdiat hesapları ve dövizle alınan borçlarla kredi dağıtılıyor.
Dördüncüsü, bir yandan krediler diğer yandan kamu
borçlanma kâğıtlarına yapılan yatırımlar bankaların, her geçen gün daha fazla
mevduat dışı kaynaklara yönelmesine neden oluyor. En son verilere göre Türk
bankacılık sektörü bilançosu pasifinin yaklaşık %30’u mevduat dışı kaynaktan
oluşuyor. Bu tutarın önemli bir bölümü yabancı banklardan alınan dövizli
borçlar.
Böylesi bir bilanço yapısındaki sektörün toplam kredi
dağılımına bakınca, toplam dağıtılan kredilerin %65’inin işletme, kedi kartı,
tüketici kredisi e ithalat, ihracat kredileri gibi kısa vadeli kredilere tahsis
edildiği görülüyor.
Özet olarak bankaların uzun vadeli TL kaynak
tahsisinde ciddi kısıtları olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Dışarıya
bağımlılık
Görüldüğü gibi uzun vadeli kaynakların çoğu GÜ iken
altyapı yatırımı ihtiyacının büyük bölümü bizim de içinde bulunduğumuz orta
gelir düzeyindeki GYÜ’de. Diğer bir deyimle para onlarda ihtiyaç bizde.
Finans kaynaklarının bu yapısı uzun vadeli projelerin
desteklenmesinde ister istemez dövize dayalı, dışa bağımlı kaynaklara yönelmeyi
zorunlu kılıyor.
Yukarıda da değinildiği gibi, dövizli kaynak ister
doğrudan dışarıdan ister yerli bankalar üzerinden sağlansın çeşitli riskler
devreye giriyor. Örneğin kurların ani ve yüksek hareketliği gibi kur riskleri, sosyo-politik
gelişmelerden kaynaklanan ülke riskleri, bölgesel savaşlardan kaynaklanan
jeopolitik riskler gibi. Altyapı yatırımlarının uzun süreli özelliği, bu
risklerin birinin ve/veya hepsinin gerçekleşme olasılığını da artırmaktadır.
Dolayısıyla dışarıda parası olanlar, normal kredi
faizlerinin üzerine tüm risk olasılıklarını da ekleyerek bir fark (spread)
talep etmektedirler. Teorik olarak haklılık içeren bu talep, genellikle
risklerin yanlı ve/veya yanlış hesaplanmasından kaynaklanan hatalarla,
gereğinden fazla yükselmektedir.
Kısacası uzun vadeli fon arayışı ve böylesi fonların
iç piyasadan bulunmamasının sonucu, GYÜ, KÖİ projeleri için ekstra maliyet
ödeyerek kredi bulabiliyorlar.
Kısaca
Türkiye’de proje finansmanı modeli
Yukarıdaki bütün kısıtların çözümlendiğini, uzun
vadeli paranın bulunduğunu varsayalım. O zaman karşımıza bankacılık
sistemimizin kredilendirme geleneği çıkıyor.
Şirketlerin tüm faaliyetlerinin kayıt altında olmadığı,
sözleşme özgürlüğünün güvence altında bulunmadığı, iş yargıya düşünce
alacaklının korunmadığı bir hukuk sisteminde, kredilendirme aşırı ipotek ve
teminat alma yoluyla yapılmaktadır. İpotek ve teminat alınırken yapılan
değerleme hesapları da tartışmalara konu olabilmektedir.
Dahası bankalar her zaman ve her yerde projenin
risklerini paylaşmak için şirketlerin ellerini taşın altına koymasını isterler.
Bu bağlamda onlardan yüzde 20-30 civarında özkaynak kullanmalarını şart
koşarlar. Örneğin 10 milyar liralık yatırım için kredi talep eden şirketten
banka, iki veya üç milyar lira kaynağı da kendisinin bulmasını bekler. Bankalar
açısından akılcı olan bu risk paylaşımı yaklaşımı KÖİ projelerinde sıkıntı
çıkarmaktadır. Çünkü çok iyi bildiğimiz gibi, şirketlerin çoğunun, bilançosuna
kayıtlı bu kadar özkaynağı yoktur. Ayrıca teminat/ipotek istenince şirketlerin milyarlarca
TL/$/Euro tutarında menkul, gayrimenkul veya başka bir şey bulunması da
neredeyse imkânsızdır.
Garantilerin
devreye girdiği yer
Yukarıda açıklanmaya çalışılan şartlar, şirketlerin
projeler için uygun kredi bulmasının önündeki en büyük engeldir.
İşte bu aşamada yatırım tutarı büyük, inşaat ve
işletme süresi uzun, özel verimlilik sorunları olan projelerin yüklenicileri, iç
piyasalarda ve/veya dışarıda kredi bulabilmek, bankaları ikna edebilmek için
ihaleyi veren makamdan çeşitli garantiler isterler.
1990’lı yıllarda enerji ağırlıklı projelerle gündeme
gelen Yap-İşlet-Devret (YİD) projelerinde bir yandan girdi garantisi verilirken
öte yandan üretilen elektriğin alımına hem de belirli bir fiyat üzerinden
garanti veriliyordu. Girdisi, üretimi, satışı ve fiyatı kamu tarafından garanti
edilen bir projeye kredi vermeyen bir finansman kuruluşu düşünülemez bile. Böyle
bir kredi başvurusunu sorgulayan, irdeleyen, ret eden bankacıyı patron o saatte
işten atar.
KÖİ Projelerinin büyüklükleri
Hazine KİT’lerin, belediyelerin ve TCK, DSİ gibi kamu kurum ve
kuruluşlarının büyük projelerine geçmişten beri kredi bulmakta ve borç geri
ödeme garantisi vermektedir. Eğer onlar ödemezse, verdiği garantinin sonucu
Hazine borcu öder, bütçeye ek yük oluştururlar. Bütçeden para ödenir. Bugün
için klasik garanti stokunun toplamı 13,2 milyar dolardır.
Buna ek olarak, özellikle 2009 yılından sonra hızla büyüyen, Kamu Özel
İşbirliği (KÖİ) projelerine verilen garantiler ve borç üstlenim anlaşmaları
var. Kalkınma Bakanlığı’nın en son verilerine göre, “bu projelerin toplam
sözleşme değeri 129,5 milyar dolar”. Bu sözleşmelerin yatırım tutarı ise 58,6
milyar dolar.
Tablo 6: KÖİ Projelerinin
yatırım ve sözleşme değerleri
Kaynak. Kalkınma Bakanlığı.
Aradaki fark neyi ifade ediyor?
Sözleşme değeri nedir? En basit anlatımıyla devletin
köprüden, havaalanından, tünelden, karayolundan, limandan 20-25 yılda elde
edeceği gelirin, bugünkü para ile (bugünkü değere indirgenmiş miktar)
hesaplanmasıdır. Yani Ulaştırma Bakanlığı (TCK veya DHMİ) kendisi projeyi
yapsaydı 20-25 boyunca elde edeceği gelirlerin toplamının bugünkü değeri 500
milyar lira (130 milyar dolar) olacaktı. Buna karşılık tabloda yer alan yatırım değeri ise bu kadar gelirinden
vaz geçilen KÖİ projelerinin yatırım değeri. Diğer bir anlatımla devlet, 20 yılda kasasına girecek olan 130
milyar dolarlık gelirden vazgeçip, özel sektöre gel 59 milyar liralık yatırımı,
borç bul sen yap diyor.
Devlet, kendisinin 59 milyar dolarlık yatırımı aynı
anda yapamayacağını düşünüyor. Bu kadar büyük borcun altına girip, Hazine’yi borçlandırırsa, zaten çok şişmiş
olan Türkiye’nin borç rakamlarının daha da şişeceğinden, piyasalara yanlış
görüntü verileceğinden endişe ediyor. Borçlar doğrudan Hazine’ye
yazılacağına, koşullu yükümlülük olarak, bütçe dışında bir yere yazılsın daha
iyi olur diyor. Oysa dış borç kimin
defterinde olursa olsun, yabancılar onu Türkiye hesabına kaydediyorlar.
Öte yandan devletin yükü sadece gelir kaybı değil. Bir de bütçeden ödemek zorunda olduğu
doğrudan yükümlülükler var. Bunların bir kısmı köprü ve tünel
geçişlerinde olduğu gibi verilen geçiş garantilerinden az araç geçişi
karşılığında ödenecek olan paralar. Bu yıl bütçeye 3,6 milyar lira kondu.
Ayrıca sağlık
sektöründe, aşağıdaki tabloda görünmeyen bir tutar, ödenecek olan kiralar var.
Konunun uzmanlarından Prof. Dr. Uğur
Emek, “2016 yılı ortası itibariyle
20 sağlık tesisinin (şehir hastaneleri) yatırım bedeli 10,2 milyar Euro ve
Sağlık Bakanlığı’nın bu tesisler için ödeyeceği kira (doğrudan yükümlülük)
yıllık toplamda (kira+isteğe bağlı hizmet bedeli) 2,280 milyar Euro’dur. Bu
kiraların 25 yıl boyunca toplam tutarı 57 milyar Euro’dur. Ödemeler finansmanın
sağlandığı para cinsinin ülkesinde gerçekleşen enflasyonla güncellenecektir.”[7] diyor. Hatırlanacaktır 2018 bütçesine bu ödemeler için 2,6
milyar lira ödenek kondu.
Olası yükler için
örnekler
Basında yer alan haberlerden derleyebildiğim
bilgilerden derleyebildiğim kadarıyla; İstanbul 3. havaalanı için, 25 yıllık
işletme süresince yolcu başına 20 Euro tarife garantisi verilmiş. Bu miktar
diğer havaalanları için 15 Euro. Ardından gelir garantisi var. Devlet
şirketlere, 12 yıl boyunca en az toplam 6,3 milyar Euro gelir elde edileceği
sözünü vermiş. Üçüncü garanti ise “Sözleşmenin feshi halinde devlet tesise el
koyacak olması. DHMİ’nin, ortakların o güne dek gerek öz kaynak gerek krediye
yaptığı tüm masrafları üstlenmesi”. Böyle bir YİD modeli ilk defa görülüyor.
Şirketlerin hiçbir para ve finansman riski yok. İşler kötü giderse masraflar
bir şekilde devletçe ödeniyor. Bunlar yetmezmiş gibi bir de Atatürk havalimanı
kapatılıyor ve 25 yıl süreyle yeni havaalanı yapılmayacağına söz veriliyor.
Garantiler için başka bir örnekte Sinop Nükleer[8] santrali ihalesinde devlet
Japonlara, üretilen elektriği 20 yıl süreyle ortalama12 cent/dolardan alacağını
taahhüt etti. Oysa uzmanlar dünyada nükleer santralde üretilen elektriğin birim
maliyetinin en fazla 7-8 cent/dolar civarında olduğu iddia ediyorlar. Eğer bu
doğru ise, yüzde 50 fazlası bir tarifeyle, hem de 20 yıl alım ve fiyat
garantisi verilmesi ne kadar doğrudur?
Diğer bir örnek te Akkuyu Nükleer Santralidir (ANS). Konuyu
yakın takip edenlerden öğrendiğim kadarıyla, dört reaktörden oluşan ANS’de her
reaktör için, ayrı ayrı 15 yıl süreyle garanti verilmiş. Birinci ve ikinci
reaktörün üretiminin %70’ine, üçüncü ve dördüncü reaktörlerin %30 üretimine
alım garantisi varmış. Elektrik alım garantili fiyatlar, ilk yıllarda 15,4
cent/kw ile başlıyor. Ortalaması 12,4 cent/kw oluyormuş. Bu projenin yükünü
hesaplarken, sadece verilen garantileri değil, bu kadar pahalı elektriğine
sanayiye ne de konutlara satamayacağı için, devletin yapmak zorunda kalacağı
sübvansiyonu da hesaplamak lazım. Aynen Osmangazi Köprü geçişleri örneğinde
olduğu gibi.
Öte yandan, yatırım bedeli milyar dolar olarak hesaplanan projenin
%49’luk payı Türk şirketlerine ait. Diğer bir deyimle onlar, 10 milyar dolar
kredi ve yaklaşık 3milyar dolar civarında özkaynak bulmak zorundalar.[9]
Yukarıda da değinildiği gibi bu tür koşullu
yükümlülükler, bütçede doğrudan açık olarak görünmez. Garantilerin verilmesinin
nedeni olan şartlar ortaya çıkınca ödeme yapılacağı için bir tür nazım hesap
benzeri işlem görürler. Böylesi bir işlemin arkasındaki temel etken koşulların
ne zaman kamudan ödeme yapılmasına yol açacağının bilinmemesidir. Bütçe, diğer
muhasebe işlemleri gibi, dönemsel bir kayıt olduğu için doğrudan ödenek
yazılması mümkün değildir.
Dolayısıyla, garantiler bugün için sorun değilmiş gibi
duruyor olabilir. Ancak ekonomik büyüme biraz duraklayınca, seyahat edenlerin
sayısı azalmaya başlar. Sanayi ve hanehalkı daha az elektrik kullanır. Pahalı
olduğu için köprüden, tünelden geçilmez. Bu şirketler verilen garantilere
dayanarak hesap kitap yaptıkları için zora düştükleri anda Hazinenin kapısına
dayanırlar. Verilen sözlerin yerine getirilmesini talep ederler. Para isterler.
Sonunda projelerin uygulanmaya başlandığı ilk günlerden itibaren bütçeye ödenek
konmaya başlanır.
Sonuç - Bu kadar garanti verdikten sonra kamu kendisi
neden yapmıyor?
Şimdi risklerin
büyüklüğü ve son dönemde yaşanan bütçeye gelen yük miktarı ile yatırım tutarını
bir araya getirerek, KÖİ modelini, külahı önümüze koyup tekrar
düşünelim.
Bunca
garantiden sonra gelinen yerde, projeler için bir etkinlik araştırması yapılsa
eminim ki karşımıza tartışılmaya değer birçok sorun çıkacaktır.
En
basitinden, verilen garantiler ile şirkete sağlanan getirinin ne kadar olduğu
bugüne kadar pek çalışılmamış bir konudur. Örneğin devlet milyarlarca lira uzun
vadeli gelirden vaz geçip, bütün projeleri aynı anda başlatmasa. Bir de üstüne milyarlarca
lira harcama yapmasa. Yatırımları, çok uzun olmayan bir şekilde zamana yaysa ne
olur? Bu soru iktisatta “kıt kaynakların etkin ve verimli kullanımı” olarak
açıklanmaya çalışılan temel paradigmadır. Bütün yatırımları aynı anda yapmak,
büyümeye, daha önemlisi, kalkınmaya ne kadar katkı sağlamaktadır?
Sorulara doğru cevap vermek için diğer ülkelerin
deneyimlerine bakmakta yarar var.
İsveç bu konuda çok önemli bir adım
atmış ve 2013’de, ulaştırma alanındaki KÖİ projelerini yasaklamıştır. [10]
Uzun deneyimlerden sonrsında, projelerin verimlilik ve maliyet konuları
tartışılmış ve beklenen sonuca ulaşılmadığına karar verilmiş. Özellikle pahalı
finansman ve aşırı kar baskısı sıklıkla gündeme gelmiş. Daha önemlisi, dört
yıllık süre için seçilen siyasetçilerin ellerindeki parayı sonraki seçim
döneminin arkasına düşecek kadar uzun vadeli projeler yerine kısa vadeli olanlara
yatırmayı tercih ettiği anlaşılmış. 20 yıllık bir deneyimden sonra yanlış proje
ve finansman tercihlerinin çoğaldığı anlaşılınca yasak gelmiş.
Özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinin deneyimlerinde,
KÖİ projelerinin tek yararının hızlı inşaat süresi olduğu anlaşılmış. KÖİ
sözleşmeleri belirlenen bir sürede elde edilecek gelir üzerinden yapıldığı için
şirketler inşaat süresini olabildiğince hızlandırmaya çaba göstermişler. Bu
projelerin üzerinde en çok durulan yanı.
Konunun savunucularından Dünya Bankası
da KÖİ projelerinin risklerini değerlendirirken benzeri noktalara değiniyor. [11]
Aynen İsveç örneğinde olduğu gibi toplam maliyetin
yüksekliğine dikkat çekiliyor. Birçok proje için, daha kısa sürede biten inşaat
maliyetleri düşürürmüş gibi görünmekle beraber işletme sürecindeki etkinlik ve
verimlilik sorunları maliyetleri olumsuz etkilediğinden bahsediyor.
Finansman konusuna biraz olsun açıklık getirebilmek
için bir örnek vermekte yarar var. Türkiye’de Hazine kadar uzun vadeli dış borç
alabilen bir kuruluş yok. Hazine yurt dışından 2047 vadeli tahvil ihraç
edebiliyor ve % 6,3 faiz ödüyor. Özel sektörün en uzun vadeli Euorbond tahvili
2027 vadeli ve faizi %7,4. Oysa Hazinenin aynı vadeli tahvilinin faizi %5,5.Arada
2 puan yani 2/5,5=%36 fark var.
Kaba bir hesap yapalım. Tüm KÖİ yatırımlarının aynı
şartlarda kredi aldığını varsayalım. Böyle bir hipotetik örnek gerçek olsaydı,
yatırımlar için alınan borçlardan ülkenin tasarrufu yaklaşık bir milyar dolar
civarında olacaktı. Unutmamak gerekir ki, özel sektör bu farkı kendi cebinden
ödemiyor. Doğal olarak inşaat/işletme maliyetine ekliyor. O maliyeti sonunda
vergi ödeyenler ödüyor.
Türkiye’de finansman açısından daha önemli bir sorun
kur riski. Bilindiği gibi projeler kamusal mal ve hizmet (köprü, otoyol,
hastane vs.) ürettikleri için gelirleri yerel para, yani TL. Oysa borçları
döviz. Yani açık pozisyonları var ve kur riski taşıyorlar. Osmangazi Köprüsü
örneğinde olduğu gibi, geçiş ücreti dövize bağlı hesaplanınca, aşırı
pahalılaşan ücretin tahsili zorlaşıyor. Hele bir de popülist bir maliye
politikası söz konusu ise, yük hemen kamunun üstüne kalıyor. Kamu kim? Vergi
ödeyen dar ve sabit gelirli.
Değişim mümkün mü?
Evet. Ama ön koşulu var: Uzun bir geçmişi olan “kamu eliyle
zengin yaratma” sisteminin, akılcı bir modele evrilmesi lazım.
Bu siyaset yapma modelinin kökten değişmesi anlamına gelir ki bu yazıldığı
kadar kolay bir şey değildir.
Eğer başarılabilirse, Türkiye’de de KÖİ
projelerinde stratejik seçimler yaparak hepsini aynı anda yapmak yerine,
sanayileşmenin önünün açacak projelere öncelik verilerek doğrudan kamu eliyle
yapmak daha akılcı ve ekonomik olacaktır.
[1] The role of public debt managers in contingent liability management, OECD, Lerzan
Ülgentürk, http://www.oecd-ilibrary.org/docserver/download/93469058-en.pdf?expires=1510146010&id=id&accname=guest&checksum=D9A5C4D68D258436FBEC08A78D463CBD
[2] Bridging
Global Infrastructure Gaps, McKinsey Global Institute. https://www.mckinsey.com/industries/capital-projects-and-infrastructure/our-insights/bridging-infrastructure-gaps-has-the-world-made-progress
[3]Capital
Projects and Infrastructure Spending in Turkey Outlook to 2023, Ocak 2017 https://www.pwc.com.tr/en/hizmetlerimiz/danismanlik/sirket-birlesme-ve-satin-almalari/yayinlar/turkiye-altyapi-yatirim-harcamalari-raporu.html
[4] PwC
Asset Management 2020: A Brave New World.
[5] *Orijinal tahsis tarihi itibariyle taahhüdü en az 20 milyon USD karşılığı
ve en az 5 yıl vadeli canlı (mer'i) kredileri içermektedir. Bu şartları yerine
getiren tüm krediler kime kullandırıldığı fark etmeksizin tabloda yer
almaktadır.
[6]
Türkiye’de borçluluk rakamları için http://www.hakanozyildiz.com/2017/02/borcluyum-kederliyim-her-ne-desen-haklsn.html
[8] Projelerin
teknik ve çevre yanları hakkındaki endişelerimi, uzmanlık alanıma girmediği
için, bu çalışmada bir kenara koyacağım.
[9]
İlgililer, benzeri santrali Mısır’da inşa eden Rusların, projenin %85’ini
yıllık %3 faizli 13 yıl vadeli krediyle finanse ettiklerine dikkat çekiyorlar.
Küresel sermayenin vesayetine giren bir ekonomide kaynakların verimli kullanılması neredeyse olanaksızdır.Ithalata bağımlı ekonomisürekli borç üretir.Sürdürülemez.Hazinenin bütçe dışı yükümlülükleri devasa boyutlara tırmanıyor.Bu toplumun geleceğinin ipotek altına alınması,vesayet altına sokulmasıdır.Hakan Özyıldız'ın araştırması oldukça aydınlatıcı ve yol gösterici niteliktedir.
YanıtlaSilTeşekkürler.
Siltşkler
YanıtlaSilBen teşekkür ederim.
SilHakan Bey; bu değerli, bizler için oldukça zihin açıcı olan yazı vesilesiyle size tüm paylaşımlarınız için teşekkür ederim.
YanıtlaSilİLGİ VE DESNEĞİNİZ OLMASA YAZMAK ÇOK ZOR. TEŞEKKÜRLER.
SilVerdiğiniz donelere göre torunlar çok borç ödeyip az yiyecekler.
YanıtlaSilDOĞRU SÖZE NE DEMELİ?
SilHakan çok kapsamlı ve güzel bir çalışma ve değerlendirme olmuş. Ellerine sağlık. Bizim gibi ülkeler için doğru bir yaklaşım olarak gözüken ve başlatılan, ancak hesapsız-kitapsız-sonuçları yeterince irdelenmeden biraz da siyasi hesaplarla yola çıkılan büyük ölçekli birçok projenin hep birlikte başlatılmasıyla gelinen noktada açığa çıkan riskin büyüklüğü ortada... Son cümledeki önerine, her ne kadar gecikilmiş olsa da, katılıyorum. Zararın neresinden dönülse kardır, ayrıca gelecek nesillere yaşanabilecek bir ülke bırakmak için de şarttır. Binnur Berberoğlu
YanıtlaSilBİNNUR KARDEŞ,
SilİLGİNE SONSUZ TEŞEKKÜRLER. BU DESTEKLER SAYESİNDE YAZMAYI SÜRDÜRÜYORUM.
Hocam yazınız için çok teşekkürler hala bu ülkede sizin gibi, Mahfi hoca gibi, Korkut Boratav vede Fikret Başkaya gibi değerli bilim insanlarının olması bize büyük bir Umut aşılamaktadır. Ki yazılarınızı herkesin anlayacağı şekilde yazmanız ve akademik kavramlarla boğmamanız çok önemlidir. Tekrardan teşekkürler Allah yar ve yardımcınız olsun. Selametle...
YanıtlaSilÇOK TEŞEKKÜRLER
SilElinize sağlık , çok aydınlatıcı bir yazı olmuş , umarım ilgililer de okur
YanıtlaSilUMARIM
SilHakan bey verdiğiniz emek için teşekkürler, yazılarınızı merakla bekleyip kendimi eğitiyorum...
YanıtlaSilBen teşekkür ederim.
YanıtlaSilOldukça detaylı ve faydalı bir analiz olmuş. Teşekkürler.
YanıtlaSil