Büyüme verileri
piyasalarda nedense beklendiği kadar etki yaratmadı. Üçüncü çeyrekte 11,06
büyüme yakalayan bir ekonomide para ve sermaye piyasalarının daha olumlu tepki
vermesi beklenirdi.
Önemli olan
büyümek, Çin’i, Hindistan’ı bile geride bırakmaksa hedefe ulaşılmıştır. İlla
bardağın dolu tarafına bakalım diyenler için bu yeterli olabilir.
Ancak herkes
aynı görüşte değil. Anlayabildiğim kadarıyla, uzmanlar bu büyümenin baz etkisi, vergi indirimi, Hazine garantili KGF
desteği, bol kepçe dağıtılan KÖİ garantileri, hızlı borçlanma ve sıcak para
destekli olduğunu görüyorlar. Ve istihdam yaratmayan, inşaat, ithalat ve
tüketim ağırlıklı bu durumun ne kadar daha sürdürülebilir olduğu konusunda kafaları
karışık.
Konunun
aydınlanmasına katkı koymak adına aşağıdaki
tabloyu hazırladım. Geçen yıl ile bu yılın verilerini bir araya getirdim ve
değişimlerini hesapladım. Tamam, çok
farklı iki dönemi karşılaştırmak çok sağlıklı olmayabilir. Ama büyümenin nasıl
bir ekonomik ortamda olduğunu, etkilerini biraz daha yakından görmek istedim.
Karşılaştırma
yaparak konuya bakalım.
Yüksek büyüme
sağlanırken bütçe nakit dengesi
yüzde 94 kadar bozulmuş. Milli gelire oran olarak da önemli bir bozulma var. Vergi
toplamamanın, özelikle faiz dışı harcamalara yüklenmenin etkisi çok net ortaya
çıkıyor. Nakit açığının milli gelire (her iki yılın üç dönemlik rakamları
toplanarak bulunan) oranına bakarsak, doğal olarak, orada da yüzde 73’e yakın
bir negatif değişim var.
Aynı etkiyi program tanımlı faiz dışı dengedeki
bozulmada da görüyoruz. Buradaki bozulma sıra dışı bir büyüklükte, yüzde
550’lik bir artış söz konusu.
Bütçedeki
bozulmanın borçlanma miktarını
değiştirmemesi düşünülemez. Sonuç bu alanda da iç açıcı değil. Geçen yıl ilk
dokuz ayda 30 milyar lira borçlanan Hazine bu yıl aynı dönemde 67 milyar
liradan fazla borçlanmış. Artış oranı yüzde 124. Dokuz ayda milli gelirin %3
kadar yeni borçlanma yapılmış.
Buraya kadar
özetlenen rakamlardan, büyüme sağlanırken
mali disiplinden uzaklaşıldığını söylersek yanlış olmaz. Bu tespiti bir
kenara koyalım.
Yanı sıra özel kesimin borçlanması
da çok yavaşlamamış. Reel sektör ve hanehalkı da borçlanmada yavaşlamamış.
Tüketimlerinin çoğunluğunu gelirle değil borçla yapmışlar.
Bir de dış
denge göstergelerine bakalım.
On aylık cari açık verilerini karşılaştırınca,
yüzde 34’lük artış görülüyor. Ancak artış oranından çok, milli gelire oranına
bakmak lazım. Geçen yılın aynı döneminde yüzde 4,2 olan cari açık/milli gelir
oranı bu yıl yüzde 5,2’ye çıkmış.
Cari açığa bakıp
sıcak para girişine bakmamak olmaz. Hisse
senedi + Tahvil + Mevduattan oluşan sıcak para girişi, geçen yıl 14 milyar
dolarmış. Bu yıl, yüzde 86’ya yakın artarak, 26 milyar dolara yaklaşmış.
Ekonomiye, milli gelirin yüzde 4,2’si kadar yeni sıcak para girmiş. Bu tutar
geçen yıla oranla bir kat artmış.
Bu büyüklükler cari açığın ve sıcak paraya bağımlılığın büyümekte
olduğunu gösteriyor. Bu tespiti de unutmayalım.
Gelelim son
tespitimize.
Önce enflasyona bakalım. Geçen yılın
kasımında yüzde 7 olan yıllık TÜFE, bu yıl yüzde 13’e çok yaklaştı. Tüketime ve
ithalata dayalı büyümenin etkisiyle enflasyondaki artış hızlandı.
Bunun sonucu
olarak faizlerin yönü de yukarı. Merkez
Bankası’nın Ağırlıklı Ortalama Faizi (TCMB AOF) yüzde 12’nin üstünde. Bu
rakamın önümüzdeki Perşembe günü değişeceği konusunda, piyasalarda güçlü bir
beklenti var. Kimileri 50, kimleri 100, hatta bazıları 150 baz puanlık
artışlardan söz ediyorlar. Eğer çoğunluğun beklentisi gerçekleşirse TCMB AOF
yüzde 13’leri geçecek. Geçen yılla karşılaştırınca önemli bir artış olacak.
O zaman, mali disiplinin ve dış dengelerin, eskisine
oranla önemli oranda bozulduğu, enflasyonun ve faizlerin arttığı bir ortamda
yüksek büyüme ne kadar sürdürülebilir?
Benim cevabım
net. Çok uzun olamaz. Eğer böylesi bir
büyüme modelinde ısrarcı olunursa, ekonomi sıkı bir yüksek faiz sarmalına girer.
Kaleminize sağlık. Yazılarınızı takip ederken çok şey öğreniyorum. Teşekkürler...
YanıtlaSil