şeffaflık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şeffaflık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Temmuz 2017

Bütçesini tutamayan devlet ve çişini tutamayan kişi!

Siyasetçiler ekonomik büyümenin seçmenin oy tercihlerinde önemli etken olduğuna inanırlar. Seçim zamanı gelince, yol şartları ne olursa olsun kamyonun gazına basarlar.

Son referandum ve erken seçim söylentileri, tekrar gaza basıldığını gösteriyor. Bu ortam, artan bütçe açığında, cari açıkta ve finansal sektörde (makro ihtiyari tedbirlerde) gevşeme işaretlerini çoğaltıyor.

Bu bağlamda, önce konut ve beyaz eşyada KDV ve ÖTV indirimleri geldi. Ardından istihdam teşvikleriyle vergi ve SGK ödemelerini kamu üstlendi. Kamuya elaman alımına hız verildi. Vergi ve SGK alacakları birkaç ay aradan sonra yeniden yapılandırıldı.

Yanı sıra büyümenin motoru olan borçlanmanın yavaşlamaması için Kredi Garanti Fonu’nun (KGF) kapsamı genişletildi. Sonrasında bankaların özkaynak hesaplama yöntemi değiştirildi, tahsili gecikmiş alacaklardan kalan gayrimenkullerin sermayeye eklenmesine izin verildi. Son olarak, birden fazla tüketici kredisi borcu olanların sorunlu kredileri için, bankaların ayırması gereken karşılıklarda yumuşamaya gidildi.
Finansal sektördeki gevşemeleri şimdilik bir kenara bırakalım.

Bütçenin ilk altı aylık performansına bakalım.

7 Nisan 2017

Borca dayalı büyüme kırılganlıkları artırıyor

Son günlerde iki önemli veri yayımlandı.

İlki TÜİK’in büyüme rakamlarıydı.

Ne yazık ki, rakamlardan çok teknik dayanakları tartışıldı. Akademisyenler ve işin deneyimli uzmanları, rakamların tutarlılığını artırmak için yapılması gerekenleri, özenle kamuoyunun bilgisine sundular.

Bunları şimdilik bir yana koyarsak, 2016 yılındaki yüzde 2,9’luk büyüme oranına en çok katkıyı sağlayanlar arasında özel tüketimi ve kamu harcamalarını sayabiliriz.
Hanehalkının tüketimini tetikleyen faktörlerden birisi, geçen yılbaşında yapılan asgari ücret artışları. Bir de bireysel kredilerdeki artışların etkisi var. Diğer bir deyimle, harcamalar en çok gelir artışlarıyla değil borçlanmayla finanse edilmiş.

Diğer veriler IIF (Uluslararası Finans Enstitüsü)’ne ait. Dünyadaki borç artışına dikkat çekiyor. Dünyada 1996 yılında 63,5 trilyon dolar olan toplam borçlar, 2016 sonunda 216 trilyon dolara ulaşmış. Devasa değişim. Artış hızı en yüksek olan alan, yükselen piyasa ekonomilerindeki reel sektör şirketleri. Ardından gelişmiş ekonomilerdeki kamu otoriteleri geliyor.

18 Mart 2017

İşsizlere geçici iş sağlayan İşsizlik Fonu!

Önceki gün televizyon seyrederken İş-Kur’un geçici istihdam (kısa çalışma) için yapılan kura çekilişleri dikkatimi çekti. Plastik turşu kavanozlarına konulan ve yüksük makarnaya sarılmış isimler ilginç görüntüler oluşturmuştu. Kazananlar, sekiz aylığına da olsa, gelirleri olacağı için sevinçten uçarken kaybedenler üzgündü.

Kuraları kazanların maaşları nereden ödenecek diye bakınca, aldığım bilgiye göre, karşıma İşsizlik Fonu çıktı. Ne yaman çelişki! Çalışanların prim ödeyerek, gelecekte işsiz kaldıklarında kullanmak üzere biriktirilen para, hiç prim ödemeyen işsizlere maaş olarak dağıtılıyor.

Konuyu biraz araştırayım diyerek eski günlere gittim.

Ekonomide zor günlerin yaşandığı 1999 yılında bir kanun çıkarılır ve Türkiye İşsizlik Sigortasıyla tanışır. Amaç krizler veya başka nedenlerle işsiz kalanlara, yeni iş bulana kadar yardımcı olmaktır.

Gelirlerini işçi, işveren ve devletten alınan primler ile birikimlerin Hazine borçlanma senetlerine yatırılmasıyla elde edilen nemalar oluşturur.

İlk yıllarda giderler, sigortalı işsizlere verilen ödenek ve yönetim kurulu kararı ile kurum için yapılan giderlerden oluşuyormuş. Yani biriken para, tamamen kayıtlı çalışanlar, diğer bir deyimle prim ödeyip Fonu büyütenler için harcanabiliyormuş.

13 Kasım 2015

Siyasette insan eleği çalışmıyor

Siyasetin insan için, insanlar tarafından yapıldığını düşünüyorum. Okuduğum kitaplarda, katıldığım toplantılarda, izlediğim belgesellerde, görev için gittiğim farklı ülkelerde siyasetçi profillerini tanımak için çaba sarf ediyorum. Gelişmiş ile az gelişmiş ülke örneklerinde büyük farklılıklar var.

Bir az gelişmiş ülke örneği olan ülkeme bakınca moralim bozuluyor.

Sünnetçinin vitrinine koyduğu ustura misali, önde gözüken küçük bir azınlık dışında, siyasetçilerimizin dürüstlük ve yetkinlik konusunda ne hallerde olduklarını hepimiz biliyoruz.

İşte burada şu kritik soruyu soruyorum kendime: “Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, neden bizim siyasi sistemimizde insan eleme sistemi yok? Neden, çoğunluk idealleri için değil de kamudan geçinmek ve kısa yoldan zengin olmak için siyaset yapanlar hep önde?”

Bazılarınızın, “Haksızlık ediyorsun. Tüm siyasetçiler böyle değil”  dediğini duyar gibiyim. Haklısınız. Dedim ya vitrindekilerin arasında çok saygı duyulacak insanlar da var. Nasıl bir arada durabildikleri sorusu ayrı bir muamma.

Ama hepsi aynı değil.

25 Eylül 2015

Siyasetle uğraşanlar gerçekten demokrasi istiyor mu?

Benim cevabım; hayır, istemiyorlar.

“Nasıl bu kadar emin olabilirsin?” diye sorarsanız cevap vermeye çalışayım.

Demokrasi, özünde, refahtan hak ettiğini alabilme, endişelenmeden yaşayabilme özgürlüğüdür. Refah paylaşımı ise devletin görevidir. Kapitalist bir ekonomide, kıt üretim kaynaklarının nasıl dağılacağına piyasalar karar verir. Diğer bir deyimle üretimin şekillenmesi esas olarak oralarda belirlenir.

Bölüşüm, üleşim kararını ise devlet.

Vergi, teşvik, sosyal harcamalar vb. yöntemlerle devlet fazla geliri olan kesimden alıp, ihtiyacı olanlara dağıtır. Bu dağıtımın bir bölümü karşılıksızdır. Ancak devletten her alınan bedavadır anlayışı yanlıştır. Sonunda devlet te bir yerden para bulmak durumundadır. Eğer gelirleri harcamalarını karşılayamaz duruma gelirse açık verir, borçlanmaya başlar.

Devlet üleşim işini yaparken adil olmak zorundadır. Hele bir de bizim gibi gelişmekte olan bir ülkenin devleti ise kılı kırk yarmak durumundadır. Harcamalarının çoğunu borç alarak yapıyorsa, adaletin önemi daha da artar. Adalet, dağıtım işinin şeffaf ve hesap verilebilir bir şekilde yapılamasıyla olur.

1 Kasım 2014

Bütçede kara delikler artıyor

Piyasa oyuncuları mali disiplin deyince devamlı bütçe açığı ve kamu borç toplamının milli gelire oranına bakarlar. Rakamlar küçükse sevinirler. Haklıdırlar. Çünkü onların vizyonu kısa vadelidir. Uzun vadedeki olası dertler onları germez.

Belki bazı okuyucularım hatırlayacaktır. Özellikle 90’lı yıllarda ortaya çıkan fonlarla kamu kaynaklarının kamu harcama hukuku dışına çıkarılarak özel mevzuatına göre harcanır, muhasebeleştirilir ve denetlenirdi. Bu tür uygulamalar o yıllarda ülkemizde bütçe disiplinin bozmuş; mali yönetim sisteminde dağınıklık yaratmış, kamu kaynaklarının kötü kullanılmasına yol açmıştı. Sonuç 2001 Krizi olmuştu.

23 Nisan 2014

Özel sektör dış borçlarına verilen Hazine garantisi bir devrin sonudur

2001 Krizi kamu açıkları ve finansal sistemin zafiyeti sonucu çıkmıştır. Batırılmış ama denetlenmemiş bankalar, görev zararlarıyla çivisi çıkan KİT sistemi, devasa bütçe açıkları.

Sonrasında yapısal reformlar ve milyarlarca dolar dış borçla ayağa kaldırılan ekonomi. Alınan borçları hepimiz ödedik. Borç yükünün altında en fazla ezilenler dar ve sabit gelirliler oldu.

2008 Küresel Krizi patlak verdiğinde Türkiye ekonomisi başarılı bir performans gösterdi. Bunu 2001 ‘deki yapısal reformlara borçlu olduğumuzu ilgili herkes kabul ediyor. Diğer bir deyişle halkın büyük bedeller ödeyerek destek verdiği yapısal reformlar zamanı gelince işe yaradı ve dev küresel krizin etkilerini minimum zararla geçiştirebildik.

O zaman 2001 Reformlarını hatırlayalım:

10 Mart 2014

Sayıştay halka “kör kuruşun hesabını” vermeli

Sayın Bülent Arınç’a ait bir sözdür: “Allah verdikçe veriyor” Geceleri uyuyamaz olduk. Oturup bu gece yeni ses bandı çıkacak mı diye bekliyoruz. Sesleri kaydedenler gibi yayınlayanlar da uzmana benziyor. Önceleri her gün bir tane “tape” yayınlanırken artık seri haline getirdiler. Der Spiegel’in son sayısında belirtildiği gibi, dizi izler gibi kaset izlemeye başladık.

Hepsi bir birinden önemli. Eğer konuşulanlar doğru ise bir felaket, değilse ayrı. Bugün itibariyle devlet kurumlarına olan güven kaybı en üst düzeyde: Olay ordu ile başladı. Yargı, istihbarat, emniyet, diğer bürokrasi, sonunda Sayıştay ile devam ediyor. Özel sektör ve medyadaki yıkımlar yazı konusu olamayacak kadar derin.

Denetimden neden kaçılır?