Klasik söylemdir; “yıllar
ne çabuk geçiyor?” Aradan 20 yıl geçmiş. Tayland’da başlayan Kriz, G. Kore,
Endonezya derken dünyayı etkilemişti.
Üzerinde çok bilimsel
çalışma yapıldı. Nedenleri araştırıldı. Hatırlayın, adı geçen ülkelerde enflasyon
düşüktü. Bütçe açığı yok denecek kadar azdı. Politik istikrar istemediğin
kadardı. Diktatörlerin varlığı, “istikrara yaradığı için (?!)” görmemezlikten
geliniyordu. Doğrudan yabancı sermaye, sanayiye olduğu kadar dış ticarete açık
olmayan inşaat sektörüne de yatırım yapıyordu. Kısacası herkes halinden
memnundu. Ortalık güllük gülistanlıktı.
Ancak bir sorun vardı:
Dolara sabitlenmiş kur sistemi.
Düşük uluslararası rezervlere rağmen ülke kurları dolara bağlanmıştı. Dışarıdan
para geldiği sürece sorun olmadı.
Ama her şeyin bir sonu
olduğu gibi, gün geldi dolar değirmeninin de suyu kesilmeye başladı. Yerel
paralara baskı oluştu. Önce Tayland parasını devalüe etti. Ardından diğerleri. Kur
ve vade uyumsuzları kendini gösterdi. Ortalık toz dumana döndü.
IMF her zamanki gibi
olayın nedenlerine büyük hissedarların penceresinden baktı. Sorun serbest
olmayan kur sistemiydi. Eğer kur rejimi öyle olmasaydı sorunlar yaşanmayacaktı.
Hatta 1999 yılında Türkiye ile “İstikrar Programı”
yaparken bu görüşü dile getirdi. Ama başta bankalar olmak üzere, ekonomideki büyük
açık pozisyonlar nedeniyle, tam serbest kura aşamalı geçişin daha doğru olacağı
düşünüldü. 2001 Krizinden sonra zorunlu geçişin sonuçlarını hepimiz biliyoruz.
O yıllarda artık Çin
ve birkaç ülke dışında hiçbir yerde serbest olmayan kambiyo sistemi (sermaye hareketleri)
kalmadı.
Dövizin sahipleri artık mutlu ve gelecekten umutluydular.
Ne kadar mutlu olduklarını birkaç rakamla açıklamaya çalışayım. BIS (Bank for
International Settlements) rakamları bu konuda çok şey anlatıyor.
Dünyada günlük ortalama döviz işlemi rakamı 1995
yılında 1,6 trilyon dolarmış. Bu rakama spot ve türev dahil. 2016 sonunda tezgâh
üstü piyasalardaki döviz işlemlerinin toplamı 6,5 trilyon doları geçmiş. Yılda 250 iş günü olduğunu düşünürsek,
1,625 trilyon dolar eder. İnanılmaz bir rakam. (Toplamın sadece 1,7 trilyon
dolarlık kısmı spot döviz alım satımı. Diğerleri türev ürün.)
İşlemlerin yüzde 57’si New York ve Londra piyasalarında
yapılıyor. Aglo-Saksonlar piyasaya hâkim. Bunun arkasındaki
neden de bireysel emeklilik fonlarında biriken trilyonlarca uzun vadeli kaynak.
Dünya, doğal olarak,
20 yıl önceki dünya değil. Her şey gibi o da değişiyor. Ekonomik değişimin en
önemli yanı, böylesi devasa döviz işlemlerinin, bizim gibi gelişmekte olan ekonomilere
etkisi. En kısa özet, borçluluktaki
inanması zor artış. 1999 yılında gelişmekte olan ekonomilerdeki borçların
toplamı, milli gelirlerinin yüzde 136’sı kadarken, 2017 Mart’ında bu oran yüzde
216’ya çıktı. Dahası borçların çoğu dışarıdan alınmış, dövizli borçlar.
Dolayısıyla artık bu ülkelerin çoğunda, ekonomiyi yönlendirmede
hükümetler değil sıcak paracılar daha etkin. Sıcak paracılar için öncelik
olan kur istikrarı, ekonomide her şeyin önüne geçmiş durumda. Onların
beklentisine ters düşen politikaları, örneğin faiz politikasını, izlemenin
maliyeti çok yüksek.
Artık birçok ülke ve
hatta IMF, sıcak paranın akılcı yönetimi konusunda arayışlar içinde.
Egemenliğin tekrar meclislere, hükümetlere dönmesi için seçenekler tartışılıyor,
üretiliyor.
Biz hariç!
Sizin dediğiniz gibi borç alan emir alır!
YanıtlaSilElin şeyiyle gerdeğe girenin çocuğuda elin olurmuş.yazık.
YanıtlaSilElinize sağlık çok güzel ve bilgilendirici bir yazı olmuş
YanıtlaSilGelinen iktisâdi sonuç, târihi gelişimi ile birlikte, ancak bu kadar net ve güzel özetlenebilir, açıklanabilirdi.
YanıtlaSilAklınıza, elinize sağlık. Teşekkürler.