29 Kasım 2015

Baskın referanduma giderken ekonomi

Genel seçimler bitti. Ama siyaset hala çok canlı. Dikkat etmişsinizdir, en aktif siyasetçi Cumhurbaşkanı R. Tayip Erdoğan.

Siyasetin bu kadar canlı olmasının nedeni AKP hükümet programında açıklandı. Gündem Anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi. Parlamenter sistemin sonu hazırlanıyor.

Daha art arda gelen iki genel seçimin etkilerini hazmedememişken, her fırsatta tam bir milliyetçi ve popülist söylemle hızla yeni bir seçime doğru gidiyoruz.

Ben işin Anayasal ve siyasi yanlarının, gidilmek istenen yolun tehlikelerinin üzerinde çok durmayacağım. Kısaca değineyim. Din, milliyetçilik ve ekonomik popülizmin bu kadar pervasızca kullanılabildiği bir sosyo-politik yapıda, kuvvetler ayrılığının sağlam mekanizmalarını kurmak çok zordur. Bu nedenle, başkanlık sistemi yerine parlamenter rejimin kuvvetlendirilmesi daha akılcı bir yoldur.

İktidar gündeme aldığına göre er ya da geç konu gündeme gelecek.

Aşağıdaki grafikte referandum olasılıklarını düzenledim. Oranlar benim görüşlerim. Sizler mutlaka farklı rakamlar dile getireceksiniz.

25 Kasım 2015

Yeni hükümet Suriye sorunu ve küresel borç krizinin üçünü aşaması

Rus uçağı krizi yeni hükümete merhaba dedi. Bakanlar daha isimleri açıklanmadan bölgesel krizin ortasına düştüler.

Buna PKK’nın hendekleri ve öz yönetim ilanlarını ekleyin.

Sadece bunlar olsa ne ala. Dahası ekonomide.

Önce Türkiye’nin adını vererek özellikle bahsettiği için, The Economist (TE) dergisinin 14 Kasım sayısına bir atıfla başlayayım.

Dünyanın saygın haftalık dergilerinden olan TE’ye göre, 2008 Küresel Krizi Amerikan hane halklarının mortgage (konut) kredisi kriziyle başladı. Ardından Yunanistan ve diğer Euro bölgesi ülkelerine sıçradı. FED ve ECB, olağanüstü parasal genişleme politikalarıyla krizlerin derinleşmesini önlemeye çalıştılar. Kısmen de başarılı oldular.

21 Kasım 2015

Küresel fon yönetim piyasası ve dolarizasyon


Dünyada sermaye hareketleri olabildiğince serbest. Gelişmekte olan ülkelerde dolarizasyon en üst düzeylerde. Dolayısıyla sıcak para akımlarını tahlil etmeden bir ekonominin geleceği hakkında yorum yapmak, ahkam kesmekten öteye gitmez.

Tahlil edeceklere yardımcı olmak için, aşağıdaki tabloda küresel fon piyasalarının son durumu özetleniyor.

2014 yılsonu itibariyle geleneksel yatırım fonlarının toplamı 109 trilyon dolara yaklaşmış (Dünya hasılası 65 trilyon dolar civarında). Geleneksel fonlar, bireysel emeklilik fonları, başta hayat olmak üzere sigorta şirketlerinin fonları ve özel amaçlı mutual fonlardan oluşuyor.

16 Kasım 2015

Sıcak paracıların istediği yapılacaklar listesi

Seçimler bitti. Tek partili, istikrarı hedef alan bir hükümetin kurulmasına birkaç gün kaldı. En geç hafta sonunda kabinenin yapısı belli olacak.

Seçim öncesinde politik istikrar arayan yabancı sıcak para yatırımcıları şimdi kendilerine göre, “yapılması gerekenler listeleri” yayımlamaya başladılar.
Önce bir liste hazırlamaya hakları var mı bir ona bakalım.

Ne yazık ki var?

Neden mi?

Aşağıdaki tablo çok net. Türkiye’nin önümüzdeki 12 ay içerisinde ödemesi gereken dış borçlarının toplamı 210 milyar dolar civarında. Civarında diyorum, çünkü cari açık rakamı değişebilir. Bunun büyük çoğunluğu özel sektöre ait. Bankalar rahatça yeniden borçlanırlar. Ama hangi maliyetle? Eğer döviz kazançları varsa, şirketler içinde aynı şey söylenebilir. Yoksa işleri zor.

Buna karşılık, ülkenin döviz sağlayabilecek kuruluşu, TCMB’nin net (kendisine ait olan) uluslararası döviz rezervlerinin toplamı 30 milyar dolar. Dolayısıyla eğer ihtiyaç olursa elindeki kaynak sınırlı. O zaman yabancıları, tekrar Türkiye’ye para getirmek için ikna edecek bir siyasi ve ekonomik ortam oluşmazsa döviz kuru hareketlenir.

Bu arada FED ve diğer dışsal etkiler nedeniyle zaten yukarı yönlü bir hareket beklenen döviz kuruna bir de içeriden kaynaklanan olumsuz gelişmeler eklenirse dertler büyür.

Peki, bu ortamda sıcak paracılar ne istiyor?

13 Kasım 2015

Siyasette insan eleği çalışmıyor

Siyasetin insan için, insanlar tarafından yapıldığını düşünüyorum. Okuduğum kitaplarda, katıldığım toplantılarda, izlediğim belgesellerde, görev için gittiğim farklı ülkelerde siyasetçi profillerini tanımak için çaba sarf ediyorum. Gelişmiş ile az gelişmiş ülke örneklerinde büyük farklılıklar var.

Bir az gelişmiş ülke örneği olan ülkeme bakınca moralim bozuluyor.

Sünnetçinin vitrinine koyduğu ustura misali, önde gözüken küçük bir azınlık dışında, siyasetçilerimizin dürüstlük ve yetkinlik konusunda ne hallerde olduklarını hepimiz biliyoruz.

İşte burada şu kritik soruyu soruyorum kendime: “Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, neden bizim siyasi sistemimizde insan eleme sistemi yok? Neden, çoğunluk idealleri için değil de kamudan geçinmek ve kısa yoldan zengin olmak için siyaset yapanlar hep önde?”

Bazılarınızın, “Haksızlık ediyorsun. Tüm siyasetçiler böyle değil”  dediğini duyar gibiyim. Haklısınız. Dedim ya vitrindekilerin arasında çok saygı duyulacak insanlar da var. Nasıl bir arada durabildikleri sorusu ayrı bir muamma.

Ama hepsi aynı değil.

11 Kasım 2015

Ekonominin finansallaşması

2008 Küresel Krizinden sonra daha da hızlanan finansallaşma, dünya ekonomilerinin en önemli sorunlarından birisi haline geldi. Özellikle sanayileşmiş ülkeler başta olmak üzere, artık üretim/sanayileşme ekonomik aktivitedeki önemini kaybetmeye başladı.

Finansallaşma ne demek?

Bir ekonomide karlar daha çok finansal faaliyetlerden elde ediliyor, mal ve hizmet ticareti ile üretiminden elde edilen karlar azalıyorsa, orada finansallaşma var demektir. Bazı ekonomistler, sayısal bir gösterge kullanarak finansallaşmayı; toplam kredi hacminin, milli gelirin yüzde 80’nini geçmesi olarak tanımlıyorlar.

Neden önemli?

Bir ekonomik aktivite ya “yaratıcı” ya da “dağıtımsal” olabilir. “Yaratıcı” faaliyetler üretimi temsil eder. Kısacası sanayileşme de denebilir. Yani ekonominin can damarıdır. “Dağıtımsal” faaliyetler ise, birinin parasını alıp ötekine kredi vermek gibi çok sofistike olmayan, “paradan para kazanma” gibi üretici/yaratıcı yanı da çok gelişmemiş olan bir faaliyet türüdür.

7 Kasım 2015

Kapitalizm zorda

İktisadi doktrinler arasındaki en büyük tartışma; ekonomide kıt kaynakları hangisinin daha iyi dağıttığı, refah paylaşımını hangisinin daha adil yaptığı hakkındadır.

İki ana düşünce akımı; kapitalist ve sosyalist sistem, yüz yıldan fazla süren ideolojik mücadelede, üretim ve paylaşım sorununun çözümüne, en akılcı çareyi bulduklarını iddia etmişlerdir. Ama 1990’lı yıllara gelindiğince Sovyet sistemi çökmüş, kapitalizm, kendince, zafer ilan etmiştir.

Ancak yıllar geçtikçe, kapitalist ekonomilerin her geçen gün üretimden uzaklaştığını daha fazla finansallaştıklarını gözlüyoruz. Diğer bir deyimle, ekonomide üretimin/yaratıcılığın yerini paranın el değiştirmesi/dağıtım alıyor.

Bu gelişmenin sonucunda refah/servet dağılımı çok hızlı bir şekilde bozuluyor. Çok küçük bir azınlık servetin büyük çoğunluğunu topluyor.

Bozulmadan ne kast ettiğimi  aşağıdaki tablo özetliyor.

4 Kasım 2015

Dünyada Varlık yönetimi ve CDS piyasaları balonu

Biz genel seçimlerle meşgulken dünyada yaşananları bir kenara koyduk.

Çok yazıldı, söylendi. Küresel ekonomik geleceği belirleyecek önemli olaylardan ikisi; FED ‘in faiz artırımı ve ABD’nin Pasifik ve Atlantik Okyanuslarındaki kıyıdaşlarıyla yapmaya çalıştığı serbest ticaret bölgesi anlaşmalarıdır.

Serbest ticaret anlaşmalarına daha 24.Ekim.2015 tarihli yazımda değindim.

Bugün, FED ‘in ve diğer merkez bankalarının elini kolunu bağlayan, finans piyasalarının iki önemli yapısını ele alacağım.

2008 Küresel Krizinden sonra banka bilançolarına sıkı kurallar getirildi. Klasik bankacılık işlemleri dışındaki risklerin zamanla azaltılması istendi. Fazla sıkıntıya gelemeyen finansal piyasalar hemen “gölge bankacılık” olarak adlandırılan yeni bir faaliyet alanına yöneldiler: Yeni yapının en önemli ayaklarından birisi Varlık Yönetimi oldu.

Varlık yönetim şirketleri; başta hisse senedi, şirket ve devlet tahvilleri, gayrimenkul ve diğerlerinden oluşan 78 trilyon dolarlık bir piyasada faaliyet gösteriyorlar.

1 Kasım 2015

Trabzonspor başkanına değil kendinize kızın

Ülkenin çivisi çıkmış, bazılarımız farkında değiliz.

Ülke topraklarının bir bölümünde devletin hakimiyeti sorgulanıyor. Sokaklara belediye araçları ile hendekler kazılıyor, kuralları terör örgütü koyuyor. Polis ancak sokağa çıkma yasağı ilan ederek mahallere girebiliyor.

Ankara’nın göbeğinde canlı bombalar patlıyor, 102 kişi ölüyor. Güvenliği sorguluyoruz. Milli maçta birkaç insan müsveddesi saygı duruşuna karşı ıslık çalıyor.

Gazetelere kayyum atanıyor. Polis kameranın, atanan kayyum uydu bağlantısının fişini çekiyor. Anayasanın en temel ilkesi olan haber alma özgürlüğü ihlal ediliyor.

Oy vermeye gitmeden önce sandık güvenliğinden ve sayım/kayıt işlemlerinin doğruluğundan şüphelendiğimiz için devletin kurumlarına güvenmiyoruz. Onun yerine insanlar sosyal medya üzerinden örgütlenip oylarına sahip çıkmaya çalışıyorlar.

Bunlara daha nice örnekler eklenebilir.

Çivinin çıktığına son örnek, geçen gün Trabzon’da yaşanan hakemlerin statta alıkonması olayı. Hakemin kararını beğenmeyenler, sözde dışarıda başlarına bir şey gelmesin diye, hakemleri saatlerce Avni Aker stadında alıkoyuyorlar. Başkanın “çok özel önem verdiği kişi” aramasa belki de bırakılmayacaklar. Bu arada o ilin valisi var. Emniyet müdürü var. Jandarma komutanı var. Hepsi kulüp başkanını seyrediyorlar. Çünkü orada kuralları o koyuyor.