Teşvik sistemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Teşvik sistemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2018

KÖİ projelerinin bütçeye yükü belli olmuş


Bugün yine Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinden bahsedeceğim.

Hatırlayacağınız gibi; KÖİ projelerinin adı değiştirilerek karşımıza çıktı. Bilinen YİD projelerinden tek farkı, bu projeler için alınan dış borçlara Hazine’ce borç üstlenim garantisi verilmesiydi.

Bilindiği gibi projelerin tanıtımı yapılırken bütçeye yük olmayacakları tezi üzerinden kamuoyuna tanıtıldı. Konuyu ilk ele alanlardan birisi olarak bu yaklaşıma itiraz ettim. Bütçeye yüklerinin mutlak olduğunu söyledim.

İtiraz ederken Hazine’nin klasik dış borç garantilerinden ve Yap-İşlet-Devret (YİD) projelerinden üstlendiği ödemeleri örnek verdim. Ve ekonomi büyürken, bütçe ve diğer kamu gelirlerinin arttığı dönemlerde sorun olmayan garantilerin, kriz dönemlerinde bütçeye ekstra yük olarak karşımıza çıktığını ısrarla vurguladım.

Çoğu 2013 yılında başlayan KÖİ projelerinin inşaatları hızla bitiyor. Dolayısıyla inşaatlar bittikçe, çok iyi hesaplanmadan verilen kredi, yolcu, hasta, geçiş garantilerinin bütçeye yükleri de gelmeye başladı.

Bütçe konusundaki uzmanlığı çok iyi bilinen ve TÜSİAD-EAF için Merkezi Yönetim Bütçe İzleme çalışmasını da yürüten dostum Ferhat Emil üşenmemiş aşağıdaki tabloyu hazırlamış.

Aslında tablo kendisini anlatıyor. Ama biraz bilgi vermekten bir zarar çıkmaz.


24 Eylül 2018

Yeni Ekonomi Programı üzerine kısa bir değerlendirme


Orta Vadeli Programın (OVP) adı değiştirildi, Yeni Ekonomi Programı (YEP) oldu. İletişim stratejisi açısında doğru bir yaklaşım. Çünkü OVP’lerin hiçbir kredibilitesi kalmamıştı. Adının değiştirilmesiyle, kısmen de olsa, öncekilerden farklı bir ekonomik program olacağı imajı yaratılmış oldu.

Ancak 24 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanan Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın kuruluş kararında OVP’nin hazırlanması görevi, Bakanlığın görüşlerini almak kaydıyla, adı geçen Başkanlığa verildiği halde açıklama neden Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yapıldı anlaşılmadı.

Yazıyı fazla uzatmamak için, diğer değerlendirmelerime kısa notlar halinde devam edeceğim.

30 Nisan 2018

İmalat sanayiinde 4.0’ ı yakalamak çok zorlaşmış

Yazılarımı takip edenler, sanayileşme konusunu, makro düzeyde ele almak için dikkatli bir çaba içinde olduğumu bilirler.
Bugün sanayileşme konusunda Türkiye’nin en değerli uzmanlarından Sayın Oktay Küçükkiremitçi’nin, TÜİK verilerinde yararlanarak hazırladığı, geçen hafta “2023 Türkiye’si Sempozyumu”nda yaptığı, “2023’de 21. Yüzyıla Girebilmek İçin” başlıklı sunumunu özetlemeye çalışacağım.
Küçükkiremitçi, imalat sanayiinde teknoloji ve katma değer konusunda çok kapsamlı ve doyurucu bilgileri içeren şahane sunumunda, sektörleri OECD tanımlarını esas alarak sınıflandırmış.
Sonuç aşağıdaki tabloda görülüyor. 

24 Nisan 2018

Seçimlerden sonra bir ekonomik program uygulanır mı? (Siyasetçilere Öneriler 2)


Siyaset bir günde değişiyor. Tam konuyu anlamaya çabalarken birden bir haber geliyor ve her şey tam tersine dönüveriyor. Sonra dönüp piyasalarda ne oluyor diye merak ediliyor? Neler olduğunu biz anlayamazken, yabancı sıcak para yatırımcısının anlamasını beklemek saçmalık olmaz mı?

Neyse biz gelelim baskın seçim kararının neden alındığına. Sayın Devlet Bahçeli’nin konuşmasından benim anladığım, diğer nedenlerin yanı sıra, ekonomideki dengelerin 2019’a kadar sürdürülemeyeceği. Benzeri görüşü Sayın Mehmet Şimşek’te belirtmişti. Muhalefet zaten ekonomide sorunların derinleştiğini söylüyor.

Demek ki hemen hemen tüm partiler ekonominin kapsamlı bir bakıma alınması gerektiği konusunda hem fikir. Sadece nasıl olacağı ve nelere öncelik verileceği konusunda farklı yaklaşımlar var.

Piyasa oyuncularının bazıları da seçimden sonra önemli kararlar alınacağı yönünde ciddi bir beklentiye girmiş görünüyorlar.

O zaman duruma bir bakalım.


26 Ekim 2017

Naif bir bütçe denkliği hayali

Kurgusal bir soru sorarak başlayayım: Merkezi yönetim bütçesinin açık vermesi bir zorunluluk mudur?

Öyle çok gerilere gitmeden soruyu cevaplamaya çalışayım. Sayın Maliye Bakanı, yılbaşında 46,9 milyar lira olacağı ilan edilen 2017 bütçe açığının 61,6 milyar lira olacağını tahmin ettiklerini belirtmiş. Açık beklenenden çok olmuş.

Gelin, bırakın artırmayı yok etmeyi düşünmek mümkün mü bakalım. Cevap için devletin dokümanlarından yararlanarak, 2017 bütçesi için, beraber basit bir fikir jimnastiği yapalım.

İlk önce 2017 yılı Bütçe Kanunu eklerine gidelim. Oradaki Vergi Harcamaları listesine yakından bakalım. “Vergi Harcaması kavramı; en genel anlamda "devletlerin gelir toplamını azaltan, standart vergi sisteminden ayrılan ayrıcalıklar veya istisna ve muafiyetler" olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda; bazı indirim, istisna ve muafiyetler, standart vergi sisteminin unsurları olmaları nedeniyle vergi harcaması kapsamı dışında tutulabilmektedir. Yukarıdaki liste, vergi sistemimizdeki Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim Vergisi ve diğer bazı kanunlarda potansiyel olarak vergi harcaması niteliği taşıdığı düşünülen düzenlemeleri içermektedir.”

Yani Gelir İdaresi, içinde bulunduğumuz yıl, toplam 102,2 milyar lira vergi gelirine istisna ve muafiyet uygulamış. Yasalarla konulan kurallara uymuş, bu kadar gelirden vaz geçmiş. Bu toplamın neredeyse yarısı gelir ve kurumlar vergisi istisnaları.

11 Haziran 2017

İngiltere seçimleri ve biz

1996 yılı sonunda, Tony Blair’in ilk seçim zaferini kazandığı günlerden önce Londra’daki görevime yeni başlamıştım. Seçim çalışmalarını elimden geldiğince izliyor, sistemi anlamaya ve değerlendirmeye çalışıyordum.
İlk olarak İngiliz İşçi Partisi’nin klasik sol söylemden uzaklaşan, neoliberal “Üçüncü Yol” yaklaşımı dikkatimi çekmişti. Kısaca “ne sağcı ne solcuyuz, orta yolcuyuz” deyişiyle özetlenebilecek bu politika, Ms. Teacher sonrasının Muhafazakâr Britanya’sında ses getirmeye başlamıştı.
T. Blair hatırı sayılır bir zaferle iktidara geldi. Ardından 2003 Irak işgaline kadar, kendince başarılı, bir iktidar süreci yaşadı. Ancak Körfez Krizi sırasında kimyasal silah kullanıldığı yalanı dahil birçok ABD politikasına destek verdiği için, kredisini kaybetmeye başladı.
Britanya’nın zarar gördüğünü değerlendiren İşçi Partisi, Başbakanı istifa ettirdi. Yerine Hazine Bakanı Gordon Brown’ı getirdi. İngilizlerin dediği gibi, yılan bir taşın arkasında derisini değiştirdi. Hepimiz onu başka, yeni bir yılan sandık. Önemli olan, bir ülkenin uzun vadeli çıkarları söz konusu olunca, devletin aldığı tavırdı. Kişiler hiçbir zaman ülkenin çıkarlarının önüne geçemiyordu.
Aradan yıllar geçti geçen hafta yapılan erken seçimde, İşçi Partisi Jeremy Corbyn önderliğinde, yeni bir zafere imza attı. Tek başına iktidar olamasa da oy oranını önemli oranda yükseltti. Büyük ilgiyle karşılanan bu gelişmenin en dikkat çekici yanı, partinin klasik sol çizgisine geri dönüşü içeren seçim manifestosuydu.
Refah devletine geri dönüşü önceleyen, kamulaştırma, vergi politikasında köklü değişiklik, vb. politika seçenekleri özellikle Avrupa’da ilgi gördü. Yoğun tartışmalar başladı. “Acaba liberal politikaları benimseyerek politika yapan Avrupalı sosyal demokratlar da İngiliz İşçi Partisi’ni örnek almalı mı?” sorusu her yerde günün konusu oldu.
Olayın etkisi doğal olarak bize kadar geldi.

17 Mayıs 2017

Washington Konsensüs yıkılırken Türkiye

Yazılarımda sık sık belirttiğim gibi, kapitalizm içine düştüğü bunalımdan çıkış yolu bulmakta zorlanıyor. Şartlar önceki krizlerden farklı. O günlerde lider ülkeler, sözü dinlenen akil adamlar, iktisatçılar vardı. Örneğin 1929 Buhranından çıkarken Keynes’i herkes dikkate aldı. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, yeni hegemon ABD, kendi isteklerini “demokratik (?!)” ortamda kabul ettirdi.

Benzeri bir gelişmeyi 1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra gördük. ABD, AB ve Japonya yeni dünya düzenini şekillendirirken “Washington Konsensüs” diye bir projeyi dünyaya tanıttılar.

Küreselleşmenin ana ilkeleri bu projeyle ortaya konuldu.

Özetle, dört ana ilkesi vardı: Bir, mal ve hizmet ticareti serbestleşecekti. İki, sermayenin sınır ötesi hareketlerine bir sınırlama getirtilmeyecekti. Üç, göç ve emeğin serbest dolaşımı olabildiğince rahat olacaktı. Dört, kamunun ölçeği küçültülecekti.

23 Eylül 2016

Borç sarmalından çıkamıyoruz



Ekonomide haftanın konusu, kredi katları ve tüketici kredilerine yeniden getirilen borçlanma kolaylıklarıydı. Birkaç yıl önce tüketim ve ithalatı tetikliyor, cari açık artıyor diye değiştirilen kurallara, büyüme yavaşlayınca geri dönüldü.

Bu değişiklik beni daha önce düzenli olarak yayınlarım genel borçluluk verilerine götürdü. Gelinen aşamayı daha iyi anlayabilmek için, Türkiye’nin borç rakamlarını 2016 yılının ilk yarısı için güncelledim.

Ancak bazı veriler henüz tam güncel değil. Hazine KİT borçlarını Mart sonu itibariyle yayımlanmış. Muhasebat Genel Müdürlüğü belediyelerin bankalara olan borçlarını geçen yılın sonundan sonra güncellememiş. Ben de Haziran için, oldukça muhafazakâr bir tahmin yapmaya çalıştım. Dahası yılın ilk yarısı için millî gelir rakamını bulmak amacıyla önceki dört çeyrek büyüme rakamlarını yıllıklandırdım. Yani o da bir tahmin.

Bu çerçevede hazırlanan aşağıdaki ilk tabloda veriler nominal olarak yer alıyor. Görüldüğü gibi yılın ilk altı ayında Hazine’nin iç ve dış borçlarında çok önemli bir artış yok. KİT ve belediye borçları ise güncel olmadığı için şimdilik değerlendirmesini bir kenara koyalım.

5 Mayıs 2016

Vergi alma teşvik ver

Hiç unutmam.

Krizden hemen önce, Ocak 2001 tarihinde Hazine Müsteşar Yardımcılığına atanmıştım. Bilindiği gibi müsteşar yardımcılarının bir görevi de kendilerine bağlı genel müdürlüklerin yönetiminde müsteşara yardımcı olmaktır. İlk atandığımda, o yıllarda Hazine çatısı altında olan, Teşvik Uygulama ile Yabancı Sermaye Genel Müdürlükleri de bana bağlanmıştı.

Oldukça heyecanlıydım. Daha önceki kamu görevlerim sırasında kamu finansmanı, KİT, kambiyo, bankacılık gibi konularla uğraşmıştım. İlk defa reel sektöre ilişkin bir alanda çalışacaktım.

Hemen ilgili birimlerden brifingler almaya başladım. Uzman arkadaşlarımla işin detaylarını tartışıyordum. Daha doğrusu işi öğrenmeye çalışıyordum. Konularında Türkiye’nin en yetişmiş insanlarından çok şey öğrenmeye başlamıştım.

24 Nisan 2016

Dış dengede asıl sorun ara malı dış ticareti açık veriyor

Ana akım medyada izliyor, okuyorsunuzdur. Uzun unvanlı insanlar çıkıp, ekonomi yıllık üç mü büyümüş beş mi tartışıyorlar. Kimse, büyüme nasıl olmuş, dışa bağımlılık ne kadar, sorgulamıyor. Diğer ülkeler bizim kadar başarılı değil demeye getirip millete gazı veriyorlar.

Ancak herkes büyümenin dışa bağımlılığını biliyor. “Ne yapalım bu kısa sürede değişmez” diyerek konuyu geçiştiriyor.

Aslında konu hayati öneme sahip. Güzel olan bu gibi sorunları araştıranlar eksik olmuyor.

Geçenlerde elime T. Kalkınma Bankası’nın Ocak 2016 tarihli bir araştırması geçti. Sayın Ömür Genç “Türkiye Ara Malı Dış Ticareti”ni araştırmış. http://www.kalkinma.com.tr/data/file/raporlar/ESA/ga/2016-GA/Turkiye_Ara_mali_Dis_Ticareti.pdf

Değerli araştırmayı dikkatle okumanızı öneririm.

Çalışma hammadde ve ara malı tanımı yaparak başlamış. “Hammadde; üretilecek ürünün yapısına şekil veya bileşim değiştirerek giren maddelerdir. Ara malı ise başka bir malın üretim sürecinde girdi olarak kullanılan mallarıdır.”

7 Kasım 2015

Kapitalizm zorda

İktisadi doktrinler arasındaki en büyük tartışma; ekonomide kıt kaynakları hangisinin daha iyi dağıttığı, refah paylaşımını hangisinin daha adil yaptığı hakkındadır.

İki ana düşünce akımı; kapitalist ve sosyalist sistem, yüz yıldan fazla süren ideolojik mücadelede, üretim ve paylaşım sorununun çözümüne, en akılcı çareyi bulduklarını iddia etmişlerdir. Ama 1990’lı yıllara gelindiğince Sovyet sistemi çökmüş, kapitalizm, kendince, zafer ilan etmiştir.

Ancak yıllar geçtikçe, kapitalist ekonomilerin her geçen gün üretimden uzaklaştığını daha fazla finansallaştıklarını gözlüyoruz. Diğer bir deyimle, ekonomide üretimin/yaratıcılığın yerini paranın el değiştirmesi/dağıtım alıyor.

Bu gelişmenin sonucunda refah/servet dağılımı çok hızlı bir şekilde bozuluyor. Çok küçük bir azınlık servetin büyük çoğunluğunu topluyor.

Bozulmadan ne kast ettiğimi  aşağıdaki tablo özetliyor.

24 Ekim 2015

Trans Pasifik Ticaret Anlaşması (TPTA) Çin ve Türkiye

Dünyanın öte yanında, Pasifik Okyanusuna kıyısı olan 12 ülke; ABD, Avustralya, Brunei, Kanada, Şili, Japonya, Malezya, Meksika, Yeni Zelanda, Peru, Singapur ve Vietnam’ın ilgili bakanları, 4 Ekim 2015 tarihi bir serbest ticaret anlaşması imzaladılar. Anlaşmaya taraf ülkelerin dünya ticaretindeki payı yaklaşık yüzde 40 civarında.

TPTA çok geniş başlıkları ve sayısız yeniliği içeriyor. Tekstil, tarım ürünleri gibi geleneksel alanların yanı sıra elektronik ticaret ve KİT’ler için özel bölümleri var. Kamu alımları, yolsuzluk, yatırım destekleri, finansal hizmetler bölümleri de dikkatle incelenmesi gereken içeriklerde. Anlaşma, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarına ters içeriği olmamakla birlikte oldukça fazla yenilik ve kural bulunuyor.

Daha önemlisi, TPTA, bir anlamda, görüşmeleri devam eden Trans Atlantik anlaşmasının öncüsü. Başta Almanya ve Fransa’dakiler olmak üzere Avrupa’da bazı sektör temsilcilerinin Atlantik anlaşmasına itirazlar olsa da bir orta yol bulunacağı kesin.

25 Eylül 2015

Siyasetle uğraşanlar gerçekten demokrasi istiyor mu?

Benim cevabım; hayır, istemiyorlar.

“Nasıl bu kadar emin olabilirsin?” diye sorarsanız cevap vermeye çalışayım.

Demokrasi, özünde, refahtan hak ettiğini alabilme, endişelenmeden yaşayabilme özgürlüğüdür. Refah paylaşımı ise devletin görevidir. Kapitalist bir ekonomide, kıt üretim kaynaklarının nasıl dağılacağına piyasalar karar verir. Diğer bir deyimle üretimin şekillenmesi esas olarak oralarda belirlenir.

Bölüşüm, üleşim kararını ise devlet.

Vergi, teşvik, sosyal harcamalar vb. yöntemlerle devlet fazla geliri olan kesimden alıp, ihtiyacı olanlara dağıtır. Bu dağıtımın bir bölümü karşılıksızdır. Ancak devletten her alınan bedavadır anlayışı yanlıştır. Sonunda devlet te bir yerden para bulmak durumundadır. Eğer gelirleri harcamalarını karşılayamaz duruma gelirse açık verir, borçlanmaya başlar.

Devlet üleşim işini yaparken adil olmak zorundadır. Hele bir de bizim gibi gelişmekte olan bir ülkenin devleti ise kılı kırk yarmak durumundadır. Harcamalarının çoğunu borç alarak yapıyorsa, adaletin önemi daha da artar. Adalet, dağıtım işinin şeffaf ve hesap verilebilir bir şekilde yapılamasıyla olur.

28 Nisan 2015

Her mikro soruna teşvik sistemiyle çözüm aramak

Televizyonlarda ve sosyal medyada siyasi parti temsilcilerini dinledikçe şaşırmıyorum desem yalan olur. Sorunlara ne kadar kolay çözümler bulabiliyorlar! Her soruya bir cevapları var. Ancak, kamu sistemi, bütçenin yapısı hakkında biraz bilginiz olunca kafanız karışıyor.

Her parti teşvik istemini daha akılcı kullanacağını ve katma değerli ürünlerden, bilgi teknolojisine geçene kadar tüm üretim sorunlarını teşvik sistemiyle çözüyorlar.

Aslına bakarsanız bu yeni bir şey değil. Hali hazırda da aynı yaklaşım geçerli.
Ekonomi Bakanlığı’nın web sitesine girin. Yatırım destekleriyle ilgili mevzuatı inceleyin. Göreceksiniz 2012 yılında yenilenen sitemde “öncelikli yatırım kararları” başlıklı bölümde, üç yılda defalarca değişiklik yapılmış. Dershanelerin kapatılmasına karar verilmiş, özel okul yatırımları teşvik edilmiş. Kreş açılmasının eğitime yararı görülmüş, kreşler teşvik kapsamına alınmış.