Almanya ile başlayan son siyasi
krizin doğrudan yabancı sermaye girişlerini olumsuz etkileyeceği söyleniyor.
Özetlemek gerekirse, yabancı
yatırımcılar için iki tür piyasa vardır: Yatırım piyasası (Investing market) uzun
vadeli doğrudan yatırıma uygun piyasa. Yani fabrika yatırımına ağırlık
verilebilir ekonomiler. Örneğin, Çin, G. Kore gibi.
Kısa vadeli işlem piyasası
(Trading market) deyimi ise Londra ve New York’taki uluslararası dev yatırım
bankalarının “dealing room”larında (günlük işlem odalarında) kullanılan bir
deyim. Uluslararası finansal piyasalarda kısa vadeli işlem yapan yatırımcıların
geliştirdikleri tanımlardan biri.
Gittikçe daha fazla finansallaşan
dünyada, günlük 5-6 trilyon dolarlık döviz işlemi yapan “dealer”lar, (kısa vadeli
finansal işlem uzmanla) uzun vadeli yatırımlarla ilgilenmezler. Onlar, üretken
fabrika yatırımlarına kredi vermek, proje değerlendirmek gibi işlerden hiç
anlamazlar. Emtia, döviz ve sermaye piyasalarında anlık işlemler yaparak para
kazanırlar. Günlük mesailerinin çoğunu kur, hisse, enflasyon, faiz, CDS, hedge
gibi kavramlarla geçirirler. Önlerinde dört-beş tane işlem ekranı, yakınlarında
bir televizyon, üzerlerinde anlık hızlı ve doğru karar alabilmenin baskısıyla hayatları
geçer.
Bilindiği gibi, özellikle 2009
Küresel Krizinden sonraki dönemde, büyük merkez bankaları piyasaları bol ve
ucuz dövize boğdu. Örneğin, 2007 yılında milli gelirin yüzde 6’ kadar olan
FED’in bilançosu, 2015 sonunda yüzde 25’e çıktı. Aynı şekilde, AMB’nin bilanço
büyüklüğünün milli gelire oranı, 2007’deki yüzde 13 iken bu yıl içinde yüzde
38’e tırmandı. İki merkez bankasının
bilançosu 7 trilyon dolardan fazla büyüdü. Bu sayede “Dealer”lar sadece
bilinen piyasalarda değil, dünyanın en ücra köşelerinde kısa vadeli işlemlerle
para kazanma konusunda uzmanlaştılar.
Bu işlemlerden elde ettikleri
yüksek getirilerin iştahına kapılan banka yöneticileri de bütçe hazırlarken, risk oynaklığı yüksek olan yükselen piyasa
ekonomilerinde, doğrudan yatırımları desteklemekten daha çok, sıcak para
getirmeyi tercih ettiler.
Böylesi döviz hareketlerinden
en çok etkilenen ülkelerden birisi olan Türkiye’den bir örnek vermek gerekirse;
yabancıların, 2004 yılında 46 milyar
dolar kadar olan hisse senedi ve tahvil yatırımları toplamı, 2014 yılında 193
milyar dolarla zirve yaptı. En son rakam 164 milyar dolar civarında.
Ama bundan daha önemlisi,
“dealer”ların etkisinde kalanlar, ekonomik
değerlendirmelerinde; üretken yatırım, istihdam, eğitim, hukukun üstünlüğü,
büyüme, kalkınma gibi kavramların gündemden çıkmasına neden oldular.
Artık, ayda bir gün hariç,
işsizlik konuşmuyoruz. İş bulma umudu olmayanlar unutuldu bir tanım çıkarıldı, işsizlerin
çoğu kenara kondu. Dahası yaşı 30’lara
dayanmış binlerce üniversite mezunu işsiz gezerken, çoğu iktisatçı (!) kur ne
oldu, faiz nereye çıkar derdine düştü. Üretken sanayi yatırımlarından
konuşmak sıkıcı hale geldi. Çünkü kısa vadede para kazandırmıyorlar.
Bir de uzun vadeli jeopolitik
risklerin yüksek olduğu ekonomilere kim yatırım yapacak? Bırakın yabancıyı
yerliler bile sanayicilikten inşaatçılığa döndü. Faiz deyince ilk akla gelen
konut kredileri faizleri.
Türkiye bu haletiruhiyeden
ivedilikle çıkmak zorunda. Üretken,
ithalatın azalmasına katkı sağlayan, istihdamı artıracak, teknolojisi yeni
yatırımları nasıl yapacağız diye düşünmeye ve proje üretmeye başlamalıyız.
Böylelikle yabancıların “trading market” yaklaşımını “investing market”e
(doğrudan yatırım yapılabilir ülke) çevirebilmek için, tüm ekonomik, siyasi, yasal
ve sosyolojik engelleri ivedilikle ortadan kaldırmalıyız.
Çünkü Türkiye ekonomisi "dealer"ların faiz/kur işlemlerine bırakılmayacak büyük bir ekonomi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder