Popülizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Popülizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mayıs 2019

Popülizm kime yarıyor?

Önce bir saptama yapayım. Ekonomik sıkıntı içinde olan ve aldığı sosyal yardımlar/transferlerle hayatını idame edebilenlerbu yazının konusu değildir.  
Bu gerekli belirlemeyi yaptıktan sonra konumuza gelelim.
19. ve 20. yüz yılda, yoksulluğun çok yaygın olduğu yıllarda, sosyal transferler ve diğer popülist söylemler ve uygulamalar, çoğunlukla eleştirilirdi. Buna karşılık, toplumun geniş kesimlerinin refahtan pay almakta zorlandıklarını iddia edenler, kamunun bu alana müdahale etmesini gerekligörürdü.
Ardından önce, özellikle II. Dünya Savaşının sonrasında anlayış değişmeye başladı. Bir yandan 30 yıl içinde yaşanan iki büyük dünya savaşının etkilerini azaltmak diğer yandan Berlin’e kadar gelen Sovyet’lerin önünü kesmek için refah devleti gündeme geldi. Kamunun rolü konusundaki anlayışlar değişti, büyüme arttı, pasta büyüdü, paylaşım daha adil oldu.
Kısacası popülizm artık solcu veya sağcı değildi
İş öyle bir yere geldi ki, neredeyse her parti popülist söylemlerde birbiriyle yarışmaya başladı. Bu politikaların amacı, etkisi ve sonuçları tartışılmaz oldu.
Türkiye’den birkaç rakam vererek konuyu biraz açayım.

5 Şubat 2019

İşçi Sigortaları Kurumunun parası ve Prof. Dr. Ernst E. Hirsch’in tavrı (*)

Prof. Hirch, 1933 yılında Nazi Almanya’sından ayrılmış. Kaçanlardan değil, yaklaşan tehlikeyi doğru tahlil edenlerden. Hollanda’da bir iş bulmasına rağmen davet üzerine Türkiye’ye gelmiş. 1933-1943 yılları arasında İstanbul Hukuk Fakültesinde, 1943-1952 yılları arasında da Ankara Hukuk Fakültesinde dersler vermiş. Türkiye’yi çok sevmiş, vatandaşı olmuş.
Tahmin edeceğiniz gibi değerli hukuk insanı ve bilim adamının yetişmesinde unutulmaz katkıları olan bir eğitmen.
Türkiye’yi öylesine benimsemiş ki, Ankara’ya geçişini yadırgayan o günlerin İstanbullularına, cumhuriyetin başkentinde çalışmanın önemini, ayrıcalığınıöne çıkararak cevap vermiş. 
Ben onun hayatını anlatmaktan çok yaşadığı bir deneyimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

6 Kasım 2018

Sosyal yardım alan seçmenlerin sayısı azalmıyor

Ekonomi demek üretmek, paylaşmak demektir. Yeteri kadar üretmeyen ekonomi istihdam, zenginlik, refah yaratamaz. Bunları yaratamayan ekonomide de paylaşım adil olamaz. Bir kesim pastadan aldığı payı devamlı artırırken ötekilere çoğu zaman pasta kalmaz.
Böylesi bir yorumu yaparken yoksulluğun kendi kendini besleyen bir olgu olduğunu gerçeğinden yola çıkıyorum. Diğer bir deyimle, sosyal olduğunu iddia eden bir devletin ilk görevi, var olan yoksullukla mücadele etmek, azaltmaktır.
Mücadele, iki nedenle başarılı olamazBirincisiniyet ve gayret eksikliğidir. Devleti idare edenler, yani yürütme, yani hükümet, uzun ve meşakkatli bir iş olan yoksulluğu azaltma işine bilinçli olarak girmek istemez. Yoksullara balık tutmayı öğretmez. Bunun için örgütlenmez.
İkincisiise, mücadele için tahsis edilen kaynak yetersiz olabilir. Kamunun, diğer harcamaları nedeniyle, yoksullukla mücadeleye ayırabileceği yeter kadar kaynağı yoktur.
Türkiye’de yoksulluk araştırmalarını TÜİK yapıyor. Önce gelire bağlı bir yoksul tanımı yapılıyor. Ondan sonra hanehalkı araştırmaları ile sonuca ulaşılıyor. Resmi olarak o veriler üzerinden politika oluşturuluyor.
TÜİK kamunun harcamaları üzerinde durmuyor. Onun işi değil. 
Oysa kamu çeşitli araç ve yöntemlerle yoksullara transfer yapıyor. Bunların en çok bilinenlerini 2019 Yılı Programından alarak aşağıdaki tablodaözetlemeye çalıştım. 
Tablodan da görüldüğü gibi; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), YurtKur, T. Kömür İşletmeleri (TKİ) ve T. Taşkömürü Kurumu (TTK) ve belediyeler çeşitli adlar altında sosyal yardımlar yapıyor. 

3 Mayıs 2018

Derinleşen ekonomik sorunlara ekonomik mi yoksa siyasi çözüm mü bulunacak?

Olaylar çok hızlı gelişmeye başladı.
Önce IMF IV. Madde Konsültasyon Raporu yayınlandı. IMF heyeti Şubat 2018 tarihinde Türkiye’deydi. Erken seçim gündemde değildi. Raporda geçen yıl yaşanan yüksek büyümeye vurgu yapılırken, başta dış açık, yüksek enflasyon ve kredi genişlemesi olmak üzere birçok konuya dikkat çekiyor. Bunların arasında KÖİ projeleri için verilen garantiler de var.
Ardından Hükümet gündeme vergi aflarını ve emeklilere ikramiye gibi seçim vaatlerini gündeme getirdi. Bütçeye 30 milyar lira civarında bir ek yükün geleceği konuşuluyor. Buna karşılık yetkililer, imar ve vergi aflarından gelecek paranın bu açığı kapatacağını belirtiyorlar.
Sonrasında Standart & Poors, ülke kredi notunu düşürdü. Bakanlar bu kararı eleştirdi ve zamanlamasını manidar buldular. 
Bu bilgileri hatırladıktan sonra konuya gelelim.

24 Mart 2018

Yurttaş mısın tüketici mi?

Finansallaşmanın zirve yaptığı bir dünyada yaşıyoruz. Devletler, şirketler, insanlar herkes borçlu. Dünyada bu kesimlerin borçlarının toplamı 220 trilyon dolardan fazla. Neredeyse dünya hasılasının üç buçuk katı kadar.
Bugünlerde çok konuşulan ticaret savaşına konu olan toplam yıllık dış ticaret hacmi 65-70 trilyon dolar kadar. Buna karşılık, dünyada sadece bir günde yapılan, her türlü döviz işleminin toplamı 6 trilyon dolar civarında.
Artık üretimden çok finans; vergi, kar, maaş ve ücretten çok borç konuşuluyor.
Diğer bir deyimle, 1990’lı yıllardan bu yana etkisini hızla büyüten finansallaşmanın en önemli sonucu, insanlar artık tüketici oldu.
Ne demek istediğimi biraz açayım.

28 Mayıs 2017

Yurttaş mısın tüketici mi?

Mülkiyeliler Birliği’nin Çarşamba Söyleşilerinin geçen haftaki konukları Prof. Dr. Korkut Boratav ile Prof. Dr. Bilsay Kuruç’tu. Dünya ekonomisindeki gelişmelere değindiler. Son zamanlarda bu kadar doyurucu bir söyleşi dinlediğimi hatırlamıyorum.
Bilsay Hoca, son 40 yılda, özellikle uluslararası finansal hareketlerin serbestleşmesiyle, dünyada yurttaşlığın yerini tüketicinin aldığının üstünde durdu.
Dünya 1970’lerde başlayan ve 1990’ların sonunda zirve yapan bir gelişme sonucunda kamu, şirketler ve hane halklarının her yerde borçlandırıldığını bir yer oldu. Toplam borç rakamları havada uçuşuyor. Bir tahmine göre 213 trilyon dolar toplam borç var. Özetle, küçük bir azınlık dışında herkes borçlu. Aldıkları borçla tüketip, ekonomiye can veriyorlar.
Her kesimde olduğu gibi, özellikle kamu borçlarının sebebi de harcamaların fazlalığı değil, gelirlerin azlığı. Yani toplumda kimse vergi vermezken, devletten daha fazla hizmet talep edilmesi.
Bunun sonucunu, Alman ekonomist Wolfgan Streeck, “Satın Alınan Zaman” adlı eserinde, “vergi devletinin yerini borç devleti” aldı şeklinde özetliyor. Devletin ekonomik yapısında yaşanan bu değişimin sonucunda, o devletin ekonomik sınırları içinde yaşayanlar yurttaş değil tüketici/yatırımcı oluyorlar. Yani Piyasa Halkı oluyorlar. Devletten ona göre davranış görmeye başlıyorlar.
W. Streeck bunu bir tabloyla özetliyor.

11 Temmuz 2016

Babasına bile güvenmeyen millet olmuşuz


Tatilde sosyal medyada gezinirken https://whatsupturkey.com/ adresli sitede, Türkiye’yi de içeren bir OECD çalışmasına rastladım.

2008 yılında OECD üyesi ülkelerde, insanlara bir birlerine olan güveni hakkımda çeşitli sorular sorulmuş. Karşılıklı güvenin oranı araştırılmış. En yüksek oran Danimarka, Norveç, Finlandiya, İsveç gibi kuzey ülkelerinde çıkmış. Danimarka’da yaşayan insanların yüzde 89’u diğer Danimarkalılara güvendiğini belirtmiş.

Aşağıdaki grafikte ülkelerin güven katsayısı, büyükten küçüğe sırlanmış şekilde yer alıyor.

Benim güzel ülkem sondan ikinci. Türkiye’de yaşayanların sadece yüzde 24’ü karşısındakine yüksek seviyede güven duyuyor. Kalan nüfus, diğer vatandaşlara yüksek oranda güvenmiyor.

Konunun uzmanı olan sosyologlar ve eğitimciler derin tahliller yapabilirler. Ben tecrübeyle edindiğim gözlemlere dayanarak, yerlerde sürünen oranla ilgili bazı şeyler yazmaya çalışacağım.

12 Mart 2015

Kamu borç stoku seçim popülizmine izin vermiyor

Kamu borçlarındaki gelişmeler fazla önemsenmiyor. Bunun iki nedeni var: Birincisi, borç özellikle kamunun dış borcu eskisi kadar yüksek değil. İkincisi, özel sektör ve hanehalkı o kadar borçlu ki onların derdiyle ilgilenmekten kamu unutuldu.

Dahası ekonomiden pek anlamayan, kamu borç konusunu hiç bilmeyen ama bu konuda yazı yazanlara yorum yapanlar stoku geçmişle karşılaştırıp akıl veriyorlar. Borçlanabilirsiniz diyorlar. Geçmişi bırakın, tarih oldu. Stokun geleceğine bakın. Çünkü konu nasıl ödediğimiz değil nasıl ödeyeceğimiz.

Bu durum öylesine bir ortam yarattı ki, duyumlarıma göre; Ankara’da hem iktidar hem de muhalefet, seçimler için yaptıkları hazırlıklarda popülizm gazına sonuna kadar basmışlar. Bol keseden harcamalara kaynak olarak da “Nasıl olsa kamu borcu eskisi kadar yüksek değil” söylemlerini kullanıyorlarmış. Yani seçmene verdikleri sözleri yerine getirmek için devleti yeniden borçlandıracaklarmış.

Ama rakamlar buna pek izin verecek gibi değil.

9 Şubat 2015

Gerçekten demokrasi istiyorsak

Ben, bu topraklarda çağdaş demokrasi istendiği konusunda şüphesi olanlardanım.
İzninizle, yapım gereği, son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Siyasete ilgi duyanların ve siyasetle uğraşanların çok büyük çoğunluğunun amacı demokrasi filan değil. Amaçları; partide genel merkezden, yerelde belediyeden, hükümet olunca da devletten nemalanmak. İyi niyetli, idealist olanlar da parti vitrinlerini süslemek, seçmenin gözünü boyamak için oralardalar.

Çevrenize bir bakın. Ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Kamu kaynağını çevresine dağıtmak ile demokrasi arasında ne ilişki olabilir?

26 Temmuz 2014

Katılımcı demokrasi popülizme çözüm olabilir mi?

Bir önceki yazımda YENDER’deki küçük gıda yardımı deneyimimi, 1980 öncesi ve bugünkü farklı gözlemlerimi sizlerle paylaşmıştım. İnsanların kamudan olsun olmasın, bedava olan her şeyi hak olarak görmeye başladıklarını söylemiştim Bunun sosyolojik olarak dikkatle değerlendirilmesi gereken bir konu olduğunu vurgulamıştım.

Ama daha önemlisi olayın siyasi ve iktisadi sonuçları var. İktisadi yanı bütçe harcamalarının ve açıklarının artması. Olayın bu tarafına önceki yazımda özetle değinmiştim.

Popülizm gittikçe yaygınlaşıyor

13 Temmuz 2014

Memur mu olsam girişimci mi?

On beş gün kadar önce ofise bir yardımcı eleman arıyordum. Sağ olsunlar arkadaşlarım tanıdıklarını gönderdiler. Kiminin şartları uymadı kimi ücreti az buldu gelmedi. Ama biri vardı ki onun tepkisi bana çok ilginç geldi. Bir bakanlıkta taşeron işçi olarak çalışıyordu. Önce işi istediği haberini aldım. Sonra eşinin uyarısıyla başvuruda bulunmaktan vazgeçtiğini öğrendim. Hanımefendi, “devlet kapısından ayrılma” demiş.
Bu yaklaşım benim hayatımı belirlemiştir diyebilirim. Mülkiye’yi (AÜ SBF) bitirdikten sonra, 22 yaşında Hazine’de işe başlayan birisiyim. 48 yaşıma kadar devlette çalıştım. Bugün ne biliyorsam çoğunu orada öğrendim. Lisans üstü eğitimimi yurtdışında devlet parasıyla yaptım. Halimden memnunum ve bir anlamda bugünkü durumumu devlete borçluyum.

8 Temmuz 2014

Altı aylık Hazine nakit dengesi uyarı veriyor

Bütçeyi Hazine’nin nakit gelişmelerinden izlemenizi öneririm. Hem rakamlar daha basittir. Hem de verilerde muhasebe kurallarından kaynaklanan standart sorunları yoktur. Dahası kamu borçlanması hakkında daha sağlıklı bilgi verir. Aynen aile bütçesinde olduğu gibi. Aile reisi evin nakit geliri ile harcamaları iyi takip edemezse sonuç kredi kartı vb. borçlanma araçlarına yöneliş değil midir? Eğer borçlanma iyi yönetilemezse aile içi krizler gündeme gelmez mi? Hazine nakit dengesi de aynı rolü oynar.

2014 yılının ilk 6 aylık bütçe nakit gelişmelerine bakalım.

1 Temmuz 2014

Vergi ödemede “ulvi amaçlar” ve kul hakkı

30 Haziran tarihli Taraf Gazetesinde bir haber var. Bazı şirketlerin 608 milyon liralık vergi borcu silinmiş. Habere göre işin perde arkasını anlatan bir maliye bürokratı, borcun “ulvi amaçlar” için sıfırlandığını kaydetmiş.

Önce konuyu biraz açayım.

Maliye Bakanlığı vergi denetim elemanları, adı son aylarda sıkça geçen bazı şirketlere gitmişler. Defterleri incelemişler, 616 milyon lira vergi borcu çıkarmışlar. Yani haberde adı geçen şirketlerin ödemeleri gerekenden az vergi ödediği anlaşılmış.

19 Haziran 2014

Belediyeler bütçeyi patlatmışlar

Son zamanlarda kamu dengesi, kamu açığı denince ilgililerin çoğu sadece bütçe rakamlarına bakarak karar veriyor. Açığın ne kar az olduğu konusunda bir söylem almış başını gidiyor. Ne bütçenin mevsimsellik özelliğine bakılıp, ötelenen harcamalara dikkat çekiliyor ne de bir defalık gelirlerdeki hızlı değişime.

Hadi bunlar aylık değişimler önemli değil diyelim. Ya kamu dengelerinin diğer kalemlerine olan ilgisizliğe ne demeli? Siz KİT’lerin, mahalli idarelerin bütçeleri hakkında yorum yapmaya çalışan kaç köşe yazarı gördünüz? Beklemeyin. Bu konularda yazmaya çalışanlar, “gündemi takip etmedikleri için tıklanmıyorlar” (!?).

Ben kamudan kalan eski alışkanlıklarımı devam ettirdiğim için Muhasebat Genel Müdürlüğü’nün rakamlarını takip etmeye gayret gösteriyorum. Gecikme benden kaynaklanmıyor. Yılsonu rakamları yeni yayımlandı.

Dikkat belediyelerde merkezi bütçeden beter açık var

4 Haziran 2014

Vergisini/cezasını zamanında ödeyen vatandaşlardan(!) mısınız?

Bu soru TBMM’deki Torba Af Kanun Teklifini okuyunca aklıma geldi. (Teklifin 18. Maddesindeki TCDD borçları için verilen üstü kapalı Hazine garantisi operasyonunu başka bir yazıda ele almak üzere şimdilik bir kenara bırakıyorum.)

Soru önemli. Çünkü birçok yurtsever gibi ben de devlete olan yükümlülüklerimi zamanında yerine getirmeye gayret gösteririm. Eğer bir nedenle geciktirirsem devlete karşı görevimi yapmadığımı düşünür, utanırım. Hemen koşup borcumu, cezasıyla beraber yatırırım. Benim ödediğim vergi sayesinde yardım alan yaşlıları, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yurtlarında kalan çocukları ve diğer muhtaçları düşünürüm. Son dönemde kafam biraz karışık olsa da, devletin bekası için gerekli olan savunma ve emniyet harcamaları da aklıma gelir.

Daha önemlisi, vergi ve trafik cezalarını faiz lobisinin adamı olmak istemediğim için yatırırım. “Ne ilgisi var?” demeyin. Açıklayayım.

15 Nisan 2014

Benim ödediğim vergiyle seçim kazanmak

Yalova Belediyesi’nde ortaya çıkan fatura olayını okumuşsunuzdur. Giden belediye başkanı seçimden önce, belediye bütçesinden yüz binlerce liralık harcama yapmış. Seçmenlere bedava yemek, eşantiyon dağıtmış.

Vergi ödeme sistemi adil mi?

Gelin olayı biraz geniş açıyla ele alalım.

Sizler sabah erkenden evden çıkacaksınız. Yol, trafik demeden, doğru dürüst kahvaltı yapmadan, çocuğu anneannesine veya kreşe bırakarak işe gidin. Akşama kadar çalışın. Yorgun argın eve dönün. Aybaşında vergisi peşinen kesilmiş, küçülmüş maaşınızı/ücretinizi alın.

8 Nisan 2014

Devlet sosyal yardım mı yapmalı yoksa iş mi bulmalı?

Seçimlerin ardından çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Özellikle oy verme işleminin hemen ardından Ipsos’un yaptığı araştırma oldukça aydınlatıcı. Seçmenlerin yüzde 70’inin seçimlerden dört ay önce kararını verdiği anlaşılıyor. Arkasından yaşanan 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk iddiaları oy verme tercihlerini çok etkilememiş.

O zaman başka nedenler aramak lazım. Örneğin ekonomik gelişmeler. Aslında başlı başına büyük bir araştırma konusu olabilecek bir soru.

Toplumun geniş kesimlerini etkileyen merkezi bütçeden ve belediyelerden son dönemde yapılan harcamalara bakarak tartışmalara katkı sağlamak istiyorum.

21 Ocak 2014

Popülizm küresel kriz sonrasının yaygınlaşan siyasi sorunu oldu

Son küresel kriz fakirleşmeyi biraz daha artırdı. Örneğin Amerika’da nüfusun yüzde biri toplam milli gelirin önemli bir bölümünü elde etmeye başladı. Buna karşılık dar ve sabit gelire sahip kesimler her geçen gün daha fazla fakirleşmeye başladılar.

Sorun Avrupa’da da aynı. Yalnız biraz daha yumuşak bir gelişme söz konusu. Atlantik’in bu tarafında sosyal devlet anlayışı daha yaygın olduğundan, fakirleşmedeki artış çok aşırı değil. Ama işsizlikteki önlenmeyen yükseliş, başta İspanya olmak üzere güney Avrupa’yı yakıp kavuruyor.