5 Aralık 2018

Hazine borçlanma ilkeleri ve ihaleleri üzerine birkaç söz


Kamu borçlanması bilgi ve deneyim isteyen bir iştir.

Dünyada ve Türkiye’de çok uzun geçmişi olan bu işlemlerin, ekonomik ve siyasi sonuçlarını çok iyi anlamak, borçlanmada sürdürülebilir bir yaklaşımı hayata geçirmek için mutlak bir gerekliliktir.

Konuya bu açıdan bakınca, kamu borçlanmasının üç temel ilkesi vardır: Likidite, şeffaflık ve basitlik.

Kısaca değinmek istersek, likidite; uzun vadeli kamu borçlanma senetlerinin, vade sonunu beklemeden elden çıkarılmak istenmesi durumunda çok zarar etmeden işlem görebilmesi demektir.

Basitlik ilkesi; borçlanma prosedürünün, borçlanma enstrümanlarının, ikincil piyasa işlemlerinin (Hazine ihaleleri 1. Piyasa, BİST Tahvil piyasası işlemleri 2. Piyasa olarak adlandırılır), itfa (geri ödeme) işlemlerinin kolayca gerçekleştirilebilir, anlaşabilir olmasıdır.

Benim, geçmişteki deneyimlerime dayanarak, en çok önem verdiğim ilke şeffaflık ilkesidir. Bu ilke; borçlanma faizlerindeki risk primini azaltmak üzere, taraflar arasındaki enformasyon asimetrisini ortadan kaldırmak amacıyla Hazine’nin politikalarının tahmin edilebilirliğini sağlamaya yönelik uygulamaları içerir.

Hazine, özellikle 2001 yılından sonraki dönemde, üç aylık borçlanma programlarını kamuya açıklayarak belirsizlikleri ve böylelikle risk primini en aza indirmeyi hedefledi.

Yanı sıra, piyasalarda en çok Hazine kâğıdı salıp/satan bankalardan oluşan bir “piyasa yapıcılığı sistemi” oluşturularak şeffaflığı arttırmak ve karşılıklı diyalogu sağlamak için önemli bir adım atılmıştı.

Bunları Hazine’nin son iki ayda, özellikle şeffaflık ilkesine çok uymayan davranışları üzerine yazıyorum.

Önce Kasım ayında, Ekim ayının sonunda ilan ettiği borçlanma programını değiştirdi. Piyasa yapıcılara ve diğer yatırımcılar haber vermeden, üç tane ihaleyi iptal etti.

Son olarak, bu sefer Kasım ayında ilan ettiği borçlanma programının Ocak 2019 ayına yönelik olanında kâğıt değişikliğine gitti. Yine piyasa yapıcıları ve yatırımcıları, neden değişikliğe gittiği konusunda önceden bilgilendirmeden.

Bunun ne anlama geldiğini bir örnekle açıklamaya çalışayım.

Piyasa yapıcılar, bir anlamda, Hazine’nin iç borçlanmasındaki “bayileridir”. Piyasa yapıcı bankalar, üçer ayık programa bakarak kendi portföylerini düzenlerler ve müşterilerini bilgilendirirler. Müşteriler ve bayiler yaptıkları ticaretten ne kadar az zarar görürlerse, borçlanma o kadar az riskli ve uzun dönemde sürdürülebilir olur. Nasıl bir şirket bayilerinin zarar etmesini istemezse, Hazine’de piyasa yapıcılarını bilerek zarar ettirmez. (Değindiğim işlemlerden zarar edildiği anlamı çıkmasın) Kamu borç yöneticileri deneyimleriyle bilirler ki; zarar eden bayi, ileride kara geçmek için daha yüksek faiz talep edecektir.

Program değişimlerinin niye yapıldığını tam olarak bilmiyorum. Duyumlarım, faizlerin düşme eğiliminde olacağını düşünen kamu borç idarecilerinin, sabit getirili kâğıt yerine TÜFE’ye endeksli kâğıtları koymak istemeleriymiş.

Öncelikle belirtmem gerekir ki, eğer faizler kalıcı olarak düşecekse bu doğru bir tercih. Sabit getirili kâğıt demek, Hazine’nin uzun vadede yüksek faiz ödemesi demektir. Oysa değişken faizli kâğıt, tam da bu dönemlerin, faiz düşme zamanlarının kâğıdıdır.

Ama bunu yapılırken “piyasa yapıcılarla”, yani bayilerle bilgi paylaşmak, onlara faizlerin nasıl düşeceğini açıklamak gerekir.

Çünkü; Faiz = Enflasyon + Riskler dir. Evet, önümüzdeki dönemde enflasyonun yönü aşağı olabilir. Ama risklerin durumu ne olacak? Ekonomideki küçülme, reel sektörün borç geri ödemesi, işsizlik vb. riskleri bir kenara koyalım. Mahalli idare seçimlerinin sonuçlarını biliyor muyuz? Seçim sonuçları, krizle mücadele adına alınması gereken ağır kararların alınmasına izin verecek mi? Yanı sıra Suriye, İran, Kıbrıs, Ukrayna gibi bölgesel konular ile AB ve ABD ile ilişkilerimiz nasıl gelişecek?

Bu konularda “bayileri” ve tüm yatırımcıları şeffaf olarak bilgilendirmeden, ihalelerde değişiklik yapmak, güveni zedeler, risk algısını bozabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder