Ekonomi demek üretmek, paylaşmak demektir. Yeteri kadar üretmeyen ekonomi istihdam, zenginlik, refah yaratamaz. Bunları yaratamayan ekonomide de paylaşım adil olamaz. Bir kesim pastadan aldığı payı devamlı artırırken ötekilere çoğu zaman pasta kalmaz.
Böylesi bir yorumu yaparken yoksulluğun kendi kendini besleyen bir olgu olduğunu gerçeğinden yola çıkıyorum. Diğer bir deyimle, sosyal olduğunu iddia eden bir devletin ilk görevi, var olan yoksullukla mücadele etmek, azaltmaktır.
Mücadele, iki nedenle başarılı olamaz. Birincisiniyet ve gayret eksikliğidir. Devleti idare edenler, yani yürütme, yani hükümet, uzun ve meşakkatli bir iş olan yoksulluğu azaltma işine bilinçli olarak girmek istemez. Yoksullara balık tutmayı öğretmez. Bunun için örgütlenmez.
İkincisiise, mücadele için tahsis edilen kaynak yetersiz olabilir. Kamunun, diğer harcamaları nedeniyle, yoksullukla mücadeleye ayırabileceği yeter kadar kaynağı yoktur.
Türkiye’de yoksulluk araştırmalarını TÜİK yapıyor. Önce gelire bağlı bir yoksul tanımı yapılıyor. Ondan sonra hanehalkı araştırmaları ile sonuca ulaşılıyor. Resmi olarak o veriler üzerinden politika oluşturuluyor.
TÜİK kamunun harcamaları üzerinde durmuyor. Onun işi değil.
Oysa kamu çeşitli araç ve yöntemlerle yoksullara transfer yapıyor. Bunların en çok bilinenlerini 2019 Yılı Programından alarak aşağıdaki tablodaözetlemeye çalıştım.
Tablodan da görüldüğü gibi; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), YurtKur, T. Kömür İşletmeleri (TKİ) ve T. Taşkömürü Kurumu (TTK) ve belediyeler çeşitli adlar altında sosyal yardımlar yapıyor.