Bankacılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bankacılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Eylül 2018

Yeni Ekonomi Programı üzerine kısa bir değerlendirme


Orta Vadeli Programın (OVP) adı değiştirildi, Yeni Ekonomi Programı (YEP) oldu. İletişim stratejisi açısında doğru bir yaklaşım. Çünkü OVP’lerin hiçbir kredibilitesi kalmamıştı. Adının değiştirilmesiyle, kısmen de olsa, öncekilerden farklı bir ekonomik program olacağı imajı yaratılmış oldu.

Ancak 24 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanan Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın kuruluş kararında OVP’nin hazırlanması görevi, Bakanlığın görüşlerini almak kaydıyla, adı geçen Başkanlığa verildiği halde açıklama neden Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yapıldı anlaşılmadı.

Yazıyı fazla uzatmamak için, diğer değerlendirmelerime kısa notlar halinde devam edeceğim.

2 Ağustos 2018

2001 Krizinden çıkışta bir aşama: İstanbul Yaklaşımı

Yıl 2001. Yine bir Ağustos ayıydı. Günler Krizin tahribatlarını onarmakla geçiyor.
Kamu açıkları ve bankalar için önlemler alınmış, yavaş yavaş taşlar yerine oturmaya, sistem çalışmaya başlamış. Herkes umutlu. Sadece Krizin ve öncesi dönemin reel sektör üzerinde yarattığı tahribatın nasıl çözüleceği düşünülüyor. Öneriler havada uçuşuyor. 
Fikrin kimden çıktığını tam olarak hatırlamıyorum. Daha önce İngiltere’de uygulanan “Londra yaklaşımından” esinlenerek adına “İstanbul Yaklaşımı” denen bir Finansal Yeniden Yapılandırma Programı (FYYP) süreci başlatıldı.
Önce, 31/Ocak/2002 tarihinde, 4743 sayılı Mali Sektöre Olan Borçların Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Maddelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunçıkarıldı.
Bu kanunla; bankalarla anlaşan, borçlarını yeniden yapılandıran şirketler, neredeyse tüm vergilerden ve kamuya olan bazı yükümlülüklerinden muaf tutuldular.  
Yanı sıra, bu Programa katılan bankaların sermayelerinde herhangi bir azalma olursa ve eksiklik sermayedarlar tarafından karşılanamazsa, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’ndan (TMSF) sermaye benzeri uzun vadeli kredi verilmesi karara bağlandı. TMSF bu kaynağı Hazine’nin çıkaracağı özel tertip devlet iç borçlanma senedi olarak bankalara verdi.
Borçlarını ödemekte zorlanan şirketlere yeni şartlar, Türkiye Bankalar Birliği’nin hazırladığı bir Çerçeve Anlaşma ile sunuldu. 
Sonuç Tabloda özetlendiği gibi oldu.

30 Mayıs 2018

Kurlar duruldu ama faiz yükü ne olacak?

Önceki yazımda kur hareketinin, şirketlerin ve Hazine’nin borçlarında yaratacağı etkileri değerlendirmeye çalışmıştım. Kurlardaki yükselişi yavaşlatmak için TCMB’nin faiz artırmak zorunda kalabileceğine vurgu yaparak, ekonominin kur ve faiz kıskacına girdiğini ileri sürmüştüm.
Merkez Bankası politika faizini yükseltti. Yetmedi ardından sadeleşme adımıatarak piyasalara, bir anlamda, faizleri geri çekmeyeceğinin garantisiniverdi. 
Yanı sıra Sayın Mehmet Şimşekve TCMB Başkanı, Londra’da sıcak para yatımcılarına, enflasyon rakamlarına bağlı olarak, 7 Haziran’da yeniden faizlerin yükseltilebileceği sinyalini verdiler. 
Böylelikle %13,5 olan Merkez Bankası politika faizi, %16,5’ğa; gecelik faiz %18’e; geç likidite penceresi faizi de %19,5 düzeyine kadar yükseltildi. Nereden baksanız önemli bir artış. Hatta piyasalardaki 7 Haziran’dan sonra tekrar bir artış olacağı beklentilerini de eklerseniz artış burada durmayacakmış gibi görünüyor.
Evet kurlardaki hareket tersine döndü. Ama faiz artışının borçlulara ve ekonomiye etkisi ne olacak? Hazine’ye ve kamuya gelen yükü şimdilik bir kenara koyuyorum.

26 Mayıs 2018

Kur artışının faturasını kim ödeyecek?

Borç, özellikle dış borç ve sıcak para üzerine yazdığımı biliyorsunuz. Bunu yaparken tek amacım var: Okuyucularımı borç konusunda bilgilendirmek ve soru sormalarını sağlayabilmek. Kim olursa olsun fark etmez. Sadece “bu borçla, “el atıyla” nereye kadar gideceğiz?” diyesorsunlar. Umarım soranlar çoğalmıştır. 
Ama benim cevap veremediğim bazı sorular var.
Piyasalardaki çalkantının sonunda kurlar yine tarihi zirvelere oturdu. TCMB faizleri yükseltti ama kurlar durmadı. Bazıları “Olsun ne olur?” diyor.
Gelin olabileceklerin bazılarına bakalım.

8 Mayıs 2018

Bankaların sorunlu kredilerinde son durum


Türkiye’de genel bir borç sorunu olduğu seçimlerin ana gündemi olmaya başladı. Muhalefet, ilginç (!) borç çözüm önerileriyle seçmenin gönlüne girmeye çalışıyor. (Önerilerin bütçeye ek yük getirmeye yönelik olduğuna dikkatinizi çekip, değerlendirmeyi sonraya bırakacağım)

Uzun yılların birikimi olan borçluluğun talep yanında hanehalkı ve şirketler arz yanında bankalar var. Talep yanındaki sorunları ve rakamları daha önceki yazılarımda defalarca yazdım.

Bugün bankaların tahsil edemedikleri ve/veya tahsilinde sorun yaşadıkları kredilere ait verileri bilginize sunacağım. Yani arz yönündeki bazı bilgileri paylaşacağım. Bu amaçla, Türkiye Bankalar Birliği, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) rakamları ve benim hesaplarımı içeren aşağıdaki tabloyu hazırlandım.

3 Mayıs 2018

Derinleşen ekonomik sorunlara ekonomik mi yoksa siyasi çözüm mü bulunacak?

Olaylar çok hızlı gelişmeye başladı.
Önce IMF IV. Madde Konsültasyon Raporu yayınlandı. IMF heyeti Şubat 2018 tarihinde Türkiye’deydi. Erken seçim gündemde değildi. Raporda geçen yıl yaşanan yüksek büyümeye vurgu yapılırken, başta dış açık, yüksek enflasyon ve kredi genişlemesi olmak üzere birçok konuya dikkat çekiyor. Bunların arasında KÖİ projeleri için verilen garantiler de var.
Ardından Hükümet gündeme vergi aflarını ve emeklilere ikramiye gibi seçim vaatlerini gündeme getirdi. Bütçeye 30 milyar lira civarında bir ek yükün geleceği konuşuluyor. Buna karşılık yetkililer, imar ve vergi aflarından gelecek paranın bu açığı kapatacağını belirtiyorlar.
Sonrasında Standart & Poors, ülke kredi notunu düşürdü. Bakanlar bu kararı eleştirdi ve zamanlamasını manidar buldular. 
Bu bilgileri hatırladıktan sonra konuya gelelim.

21 Mart 2018

Finansal sektör için ekonomik verilerde kalitenin önemi arttı

Klasik bir deyimdir; “Her kriz yeni bir başlangıçtır.”
Böylesi bir giriş yapmamın nedeni, 2008 Küresel Krizinden sonraki dönemde finansal sektördeki sorunların çözümü için gündeme gelen yeni kurallar ve uygulamalar. Hatırlayacaksınız, Kriz ABD’de “sub prime” (standart altı) riskli kesimlere dağıtılan uzun vadeli konut kredileri (mortgage) yüzünden çıkmıştı. Kredi tahsilatlarında sorunlar oluşmasına rağmen, zararlar finansal tablolara zamanında aktartılmadı. Bankalar rekabet ve diğer nedenlerle zararlarını gizlerken düzenleyici/denetleyici otoriteler de gelişmeleri görmemezlikten geldiler.
Kriz sonrasında G20 liderleri, 2014 yılında Uluslararası Mali Raporlama Standardı (IFRS) 9 uygulamasını gündeme getirdiler. Sonunda 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren Türkiye’de de banka bilançolarına yeni kalemler eklendi.
Özetlemek gerekirse, kredi risk ölçümlerine farklı bir yaklaşım getirildi. Yanı sıra “Beklenen Kredi Zararı” (BKZ) diye bir tanım sisteme girdi.

16 Temmuz 2017

Dünyada büyük merkez bankalarının eli kolu bağlı

Küresel finansallaşmanın ve aşırı serbest kambiyo rejiminin (sermaye hareketleri) bir sonucu olarak ekonomide, işimiz gücümüz FED’i izlemek oldu. Üretimi, yatırımı, teknolojiyi, işsizliği unuttuk. Onlar neredeyse konu olmaktan çıktı. Varsa dolar, yoksa faiz, borsa.

Önceki yazılarımda da belirttim. Finansallaşmanın en büyük ektisi olan ucuz fonlama döneminin sonuna gelindi. Şimdi herkes; faizler ne zaman, ne kadar artacak? Merkez bankaları hangi hızla bilançolarını küçültecekler? Bunları çözmenin derdine düştü.

Sonunda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Merak etmeyin merkez bankalarının eli kolu bağlı. Öyle hızla hareket edebilecek halleri yok.

Önce bir hatırlatma yapayım. Bankalar kısa vadeli para toplar, pasiflerine koyarlar. Bu fonları uzun vadeli kredilere, menkul kıymetlere yatırırlar. Para kazanırlar. Ancak bilançonun aktifi uzun, pasifi kısa vadeli olduğu için, bilançoda vade uyumsuzluğu vardır. Yöneticiler, (eğer bir de döviz riski yoksa) bu riski azaltmak için türev ürünleri kullanarak aktifi sigorta (hedge) ettirirler.

Sektörün bu sorununun farkında olan merkez bankaları, “finansal istikrarı” sağlamayı öne çıkarırlar. Hatta çoğu zaman enflasyon hedeflemesini bir kenara koyarak, finansal istikrarı sağlamak için önlem almaya çabalarlar.

4 Ocak 2017

Dış borç stokunun dolara etkisi

Önce yıllık enflasyon beklenenden yüksek çıktı. Nedenleri hakkında görüş belirtenler, önemli etken olarak döviz kurlarındaki yükselişi gösteriyorlar. İthalata bağımlı hale gelmiş ekonomide için çok normal bir sonuç. Kur yükseldikçe, önce maliyetler, ardından enflasyon yükseliyor.

Ardından aynı gün sonra dolar yeni bir rekora imza attı. Her arayan aynı soruyu soruyor: “Nereye kadar çıkar?” Cevabı bilen olduğunu sanmıyorum. Sadece tahmin yapanlar var.

Enflasyon ve dolar yükselmeye devam ederse, yakın gelecekte, faizler üzerindeki baskı gündeme gelecek.

Tüm bu gelişmelerin ardındaki neden, üzerinde sıklıkla durduğum gibi, ekonominin bu kadar dolarize olması. Dolarizasyonun artışının bir nedeni dış borçlanma diğeri de şirketlerin içeriden TL yerine dövizle borçlanmaları.

İsterseniz gelin verilere biraz yakından bakalım.

26 Kasım 2016

Dolar tırmanırken hanelerin borç yapısı

Doların hızla yukarı tırmandığı bir ekonomik ortamda borçlulara yakından bakmakta yayar var. Devletin çok dış borcu olmadığını biliyoruz. Bu defa sorunun özel sektör ve hanehalkında olduğunu, bir önceki yazımda belirtmiştim.

26 milyondan fazla insanın borçlu olduğunu basın yazdı. Türkiye’deki toplam aile sayısının 21 milyon civarında olduğunu biliyoruz. Yanı sıra üst gelir gruplarının (hanehalkının yaklaşık yüzde 20’sinin) borçlu olmadığı TÜİK verilerinden anlaşılıyor. O zaman şöyle bir sonuca ulaşabiliriz: Bazı ailelerde birden fazla insan borçlu ve/veya aile reisi birden fazla bankaya ve/veya finansal kuruluşa borçlu.

Diğer bir deyimle toplumun çok geniş bir kesimi ekonomideki fırtınalı ortama aşırı borçlu yakalandı. Gemi sallanıyor, su alıyor, yolcular çığlık çığlığa bağırıyor. Ama kaptan ve mürettebat başka alemdeler. Hala daha meleklerin cinsiyetini tartışıyorlar.

Yolcuların büyük bölümünün (hanelerin) ne tür borcu olduğu ve kimlere borçlu oldukları aşağıdaki tabloda yer alıyor. Ayrıntılı veriler çok geriye gitmiyor. Çünkü T.C. Merkez Bankası bu detayda rakamları son iki yıldır yayımlıyor. Daha önce farklı formatta tablolar vardı. Örneğin 2003 yılında toplam hanehalkı borçları 13,4 milyar liraydı. Bu yılın ilk çeyreğinde 441 milyar lirayı geçti. Artış oranını yazıp moralinizi bozmayayım.

Ama borçların türüne ve hanelerin kime borçlu olduğuna bakmakta yarar var.

21 Kasım 2016

Bugün yaşananları 2001 Krizi ile karşılaştırmayın

Ekonomide ne zaman bir dalgalanma yaşansa, çoğumuzun aklına ilk önce 2001 Krizi geliyor.

O zaman faizler şu kadar olmuştu, şimdi bu kadar. O zaman dolar şuralara çıkmıştı şimdi buralarda. O zaman Hazine’nin borcu şu kadardı, şimdi bu kadar gibi karşılaştırmalar yapılıyor.

Yapmayın. Bana göre elmayla armudu karşılaştırıyoruz.

Farkı teknik olarak detaylandırmada önce bir örnek vereyim. Teşbihte hata olmaz. 2001 Krizi kalp krizine benzetilebilir. Ana damar (maliye politikası) neredeyse tamamen tıkanmıştı. Diğer büyük damarlarda (bankacılık) kapanma oranı oldukça yüksekti. Efor testlerinde yaygın kriz göstergeleri emaresi vardı.

Tedavi edeceklerden biri olan Merkez Bankası bağımsız değildi. Etkin çalışamıyordu.
Bir de, o günler için eldeki olanaklara en uygun olduğu düşünülen fakat yanlış bir tedavi yöntemi olan sabit kur sistemi uygulanıyordu.

Krizden sonra hasta ameliyata alındı. Önce kapsamlı maliye politikası reformu yapıldı, ana damar tedavi edildi. Ardından bankacılık sistemindeki sıkıntılar giderildi. Sonra TC Merkez Bankası’nın bağımsızlığı sağlandı. Hasta iyileşti, ayağa kalktı. Hatta sonraki dalgalanmalara da oldukça direndi.

Ancak bugün yaşadıklarımız farklı.

6 Ağustos 2016

Helikopterden mermi değil para atılacakmış

Biz Ankaralılar helikopterden mermi, füze atıldığını 15 Temmuz gecesi gördük.
Oysa gelişmiş ekonomilerde, örneğin Japonya’da, iktisatçılar ve siyasetçiler helikopterden para atılmasını tartışıyorlar.
Sakın “Japonya’dan bize ne” demeyin. Eğer onu diğer büyük merkez bankaları da izlemeye kalkarsa dünyada yeni bir döviz bolluğu dönemi başlar. Sonunda biz de nasibimizi alırız. Ekonomi biraz olsun rahatlar.
“Helikopter para” özünde bir tür parasal genişleme. Çok bilinen niceliksel genişlemeden (quantitative easing - QE) en belirgin farkı şu: QE’de merkez bankaları hazine kağıtlarını satın alırlar. Ancak vadesi geldiğinde hazineden paralarını isterler. Yeni kağıt alarak kamuyu desteklemeye devam ederler.

24 Mayıs 2016

Özel sektörden gelen işaretlere dikkat

Geçenlerde iki uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu, Türkiye’deki inşaat ve sigortacılık sektörleri hakkında raporlar yayımladı.

Fitch’in raporu sigortacılıkla ilgili. İçinde bulunduğumuz dönemde, sektörün özellikle araç sigortalarından kaynaklanan riskler ve artan ücretler nedeniyle, ek sermaye ihtiyacı olacağına dikkat çekilmiş. Yabancı ortaklı şirketlerin sermaye bulmakta diğerlerine oranla daha rahat oldukları belirtilmiş.

Moody’s ise konut kredileri (mortgage) tahvilleri üzerinden Türkiye’deki inşaat sektörünü değerlendirmiş. Ana akım medyaya da yansıdığı gibi, rapor konut fiyatlarında ani düşüşler olabileceğine vurgu yapıyor. Geçmişte ABD ve İspanya’da yaşananlara dikkat çekiyor.

Bugün medyada yer alan, Nisan ayında, konut şatlarının geçen yıla göre yüzde 10,9 düştüğü haberi, raporun inanılırlığını artırdı.

Söz konusu rapor dört ana riske değiniyor: 1) Türkiye’nin gelişen piyasalar içindeki yeri, 2) Bankaların gelecek 12 – 18 ayda karşı karşıya kalacakları zorlayıcı ortam, 3) Deprem riski ve 4) Yeniden finansman ihtiyacı.

25 Şubat 2016

Dünya finans sistemi yeniden şekillenirken

Dünya 2008 yılında yaşanan derin ekonomik krizden çıkmaya, bir yenisinin içine girmemeye çalışıyor. Ne yazık ki bugüne kadar başarı sağlanamadı. Büyüme patinaj yapmaya devam ediyor. En son OECD büyüme tahminini aşağı doğru revize etti, yüzde 3’e çekti.

Yeni durgunluk olasılığı konuşulup, yazılmaya başlandı bile. Soruna daha önce değinmiştim: Talep yaratılamıyor.

Maliye politikaları, aşırı kamu borç yükü nedeniyle birçok ülkede çalışmıyor.
Yük para politikasının sırtına yüklendi. Önce sıfır faizle başlandı, yetmedi parasal genişlemeler geldi. Dünya, bol para ortamında çılgınca borçlanmaya devam etti. Stoka, 2007 yılından bu yana 60 trilyon dolar yeni borç eklendi. Böylelikle toplam borç yükü 200 trilyon doları, dünya milli gelirinin üç katını geçti.

Şimdi sıra negatif faizlerde. FED dışındaki büyük merkez bankaları kendisine para getiren bankalara ceza kesiyorlar. Ancak bu aracın da etkin çalışıp çalışmayacağı konusunda ciddi şüpheler var.

Şüpheciler haklı olabilirler mi?

9 Eylül 2015

Kırılganlıklar artarken

Bugünlerde ekonomi yazmak zor.

Gençler ölüyor. Onlarca cenaze vatan topraklarına defnediliyor. Güzelim ülkemin bir bölgesinde hayat neredeyse durmuş vaziyette. İnsanlar fırından ekmek almak için hayatlarını riske ediyorlar. Barolar terörü lanetlemek için gazetelere ilan veriyor. Bazı illerin baro başkanlarının imzası yok. Sanki onlar için yaşananlar terör değil.

Kısacası siyasi ve toplumsal kırılganlıklar yukarı doğru tırmanıyor. Birçok insan devlet mekanizmasının neden etkin kararlar alamadığını sorguluyor.

Ben de böylesi bir ortamda ekonomideki kırılganlık verilerini yazıyorum. Umarım bazılarınızın dikkatini çeker de okursunuz.

8 Ağustos 2015

Borç kıskacındaki ekonomide seçim değil geçim zamanı

Geçenlerde gazetelerde icra takibine düşen kredi borçlularının sayısının 2,5 milyon kişiyi geçtiği haberi vardı. Sadece 372 bin kredi borçlusu bu yılın ilk altı ayında borçlarını ödeyememiş mahkemelik olmuş.

Bu tür haberler ne kadar sıradanlaştı değil mi? Neden bu kadar kanıksadık, neden hiç şaşırmıyoruz?

Halbuki bunlar yaklaşan ekonomik sıkıntıların öncü göstergeleri.

Konuya biraz daha yakından bakmak adına kısaca dünyadaki duruma bir bakalım. Özellikle 1990’ların başından sonraki yıllarda hane halklarının borçluluğunda, önceki yıllara oranla hızlı bir artış oldu. Dünyada bankalaşma ve finansal piyasalar hızla gelişti. Bankacılık klasik mevduat/kredi ilişkisinden çıktı.

Önce kamuya borç verme yaygınlaştı sonra şirketlerin yanı sıra haneler borçlanmaya başladılar.

Devletlerin piyasadan borçlanması bankaların aktif yapılarını değiştirdi. Kamu kağıtları önemli gelir kapılarından birisi oldu. Bununla beraber hane halkları da önce konut ve otomobil ardından tüketici kredisi ve kredi kartları ile bankalara borçlandılar.

5 Mart 2015

Kapitülasyonlar ve sıcak para

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü çeşitli nedenlere bağlayarak açıklayabiliriz. Sanayileşmenin yakalanamaması, kalkınmada çok gerilerde kalınması, aşırı dış borçlanma, Duyun-u Umumiye vb. Bunların arkasındaki temel nedenin kapitülasyonlar olduğu konusunda tüm tarihçiler ve iktisatçılar anlaşıyorlar.
Avrupalılara bol keseden verilen bu ticari imtiyazlar ekonomik çöküşü hızlandırdığı gibi, siyasi bitişin de ana nedeni olmuştur.

20. YY da emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı veren ilk ülke olan Türkiye, kuruluşunu tamamlarken en şiddetli ve önemli mücadeleyi Lozan’da vermiştir. Lozan’da diplomatik kavganın ana nedeni sınır çizmekten çok kapitülasyonlardan gelen ayrıcalıkların devamı olmuştur. İngilizlerin başını çektiği grup, en fazla bu konuda direnç göstermiştir. Bilindiği gibi müzakerelerin kesilmesinin nedeni de budur.

İnönü ve arkadaşlarının Lozan’da kazandıkları en önemli başarı kapitülasyonların kaldırılmasıdır. Türkiye bu sayede bağımsızlığını perçinlemiştir.

7 Şubat 2015

Son kale de yıkılacak mı?

Türkiye 2001 Krizinden; bankacılık reformu, kamu mali ve borç yönetimi reformu, kamu ihale sistemi reformu ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığının sağlanması sayesinde çıkabilmiştir.

Kriz sonrası dönemde bir başarı varsa, uygulanan reform programı ve dünyadaki döviz bolluğu sayesindedir.

Şimdi geldiğimiz aşamada dünya, döviz bolluğu konusunda değişik sinyaller veriyor. Ancak ne olursa olsun FED ‘in faiz yükseltme sürecine yaklaşıldığı kesin. Bu arada hatırlamakta yarar var: Tüm yükselen piyasa ekonomisi (EM – emerging markets) krizleri FED ‘in faiz yükseltme sürecinde yaşanmıştır.

O zaman olası bir dış şoka ne kadar hazırlıklı olduğumuzu kontrol etmemizde yarar var. Uzatmadan ele alacağım.

26 Kasım 2014

Son on yıldaki en büyük ekonomik kırılma

Yazılarımda devamlı belirtirim. İlginçtir, hesabında bir tane hisse senedi olmayan, cebinde bir doları bulunmayan bile ekonomik gidişatı borsaya, kura bakarak değerlendirir oldu. Bunu kendi durumunu gizlemek için mi yapar yoksa tamamen siyasi bir söylem mi kullanır anlamam.

Ermenekli Recep Amcanın yırtık ayakkabısı aslında durumun gerçek göstergesiydi. Aynı şeyi Somalı madencilerin “borcumuz var tekrar madene inmek zorundayım” söylemlerinde de gördük. Benzer içerikli en yeni veri seti hafta başında, öğretmenler gününde yayımlanan haberlerde yer aldı. Öğretmenlerin çok büyük bir çoğunluğu borçlu ve yüzde 60’tan fazlası mesleğini bırakmak istiyor.

Kısacası insanlar borç içinde yüzüyor.

10 Eylül 2014

Bankacılıkta eski günlere mi dönüyoruz?

Önce uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu FITCH’in açıklaması geldi. Bankaların devamlı dışarıdan borçlanarak kredi dağıttıklarına dikkat çekerek, Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) dolar dağıtımında frene basması durumunda, bizim finansal sektörün kırılganlıklarına dikkat çekti.

İlginçtir, ne borsa ne de diğer finansal piyasalar haberi pek dikkate almadılar.

Yanı sıra başta siyasetçiler olmak üzere bazı kamu yetkililerinin bir katılım bankası hakkında söylem ve uyarıları duyulmaya başlandı. Alenen bir bankanın kapatılması hakkında görüşler ortalıkta konuşulur oldu.

Yine ilginçtir, ne yargı ne de piyasalar buna bir tepki vermedi Piyasaların oportünist tavrı onların “fıtratında var”. Dolayısıyla anlamak kolay. Ama hem BDDK hem de yargının devreye girip, ilgililer hakkında işlem yapmaması pek anlaşılabilir bir tavır değildi.

Sonrasında Ziraat Bankası’nın New York şubesinde FED’in kara para soruşturması başlattığı şeklinde duyumlar çıktı. Habere kimi yalan dedi, kimi ciddiye almadı.

Bunlar yetmezmiş gibi, son günlerde sosyal medyada 10 bankanın sorunlu olduğu ve BDDK’nın işleme hazırlandığı yazıldı.