19 Kasım 2018

Sosyal sermayemiz hızla azalıyor


Sıcak parayla, dövizle, faizle uğraşmaktan uzun vadeli konuları görmez olduk. Devamlı atıf yaptığım üretim, paylaşım gibi konuları çok azımız konuşur olduk.

Bugün size hemen hemen hiç konuşulmayan bir konudan, sosyal sermayeden bahsetmek istiyorum.

Sermayeyi çoğumuz mal, para, gayrimenkul, hisse senedi vb. olarak biliriz. Zaman zamanda beşeri (insan) sermeyesinden konuşanları dinleriz. Özellikle eğitim konusu açıldığında ekonomistler, konuyu döner dolaşır verimliliğe ve büyümeye getirirler. Yani fiziki ve beşeri sermeye bilinen konulardır.

Buna karşılık sosyal sermaye çok yeni gündeme gelen bir kavramdır. Konu ilk olarak 1990 yıllarda gündeme gelmiştir.

Sosyal sermaye kimine göre “sosyal yapının özelliklerinin ve toplumda bireyler arasındaki ilişkilerin ekonomik performansı arttırır.” Kimine göre ise; “bireylerin, toplumun resmi ve sivil kurumları arasında üyelik yoluyla fayda sağlama kapasitesi ve yeteneğidir. Bir yandan komşular, aileler ve bireyler arasında, diğer yandan da toplumdaki kurumlar arasında bağ oluşturan bir sermaye türüdür. Toplumdaki bireylerin, mevcut kaynakların daha etkin kullanımını sağlamak üzere birlikte çalışabilmeleri için sosyal sermayeye ihtiyaç vardır. Genellikle kabul edilen görüş ise, ortak faydaya dayalı işbirlikçi davranışın sosyal sermayenin özünü oluşturduğu ve de sosyal grupların, ortak iyinin elde edilmesi için birlikte çalışabilme ve işbirliği yapabilme kapasitelerini ifade ettiğidir” (www.ekodialog.com).

OECD ye göre sosyal sermeye; iyi niyet, arkadaşlık, duygu birliği, başkalarının duygu ve düşüncelerini anlama/paylaşma ile kişiler ve aileler arasındaki sosyal ilişkilerdir.

Konu üzerinde çalışmaları olan iki yazar Cohen ve Prusack’a göre sosyal sermaye; “insanlar arasındaki aktif ilişkilerle, insan ağlarını ve gruplarını birbirine bağlayan ve işbirliğine ortam hazırlayan güven, karşılıklı anlayış ve ortak değerler ve davranışlardan oluşmaktadır.”

Kavramın tanınmasına en çok emeği geçen İtalyan iktisatçı Putnam, “İtalya’daki Emilia-Romagna bölgesindeki sosyal normların, aktörler arasındaki güven ilişkilerinin ve dayanışma örgütlenmesinin bölgenin zenginleşmesine katkısını ölçerek önemli bir kuramsal katkı sağlamıştır.”

İçinde bulunduğumuz duruma bakalım. Yorum yapmak yerine soru soralım. Ama hem kendimize hem de komşumuza, arkadaşımıza soralım.

Sizce insanlar arasında aktif ilişkiler ne durumda? İyi niyet, duygu birliği, duygu ve düşünce paylaşımı var mı? Yoksa artık hepimiz, kapitalist tüketimin, şehirleşmenin, akıllı telefonların, televizyonun esiri mi olduk? Algı yönetim yöntemleri bizi esir mi aldı?

İnsan ağları kaldı mı? Yoksa hükümetler kendilerine oy vermeyen, potansiyel düşman gördükleri toplulukları korkutmak, yıldırmak için en akıl almaz algı ve baskı yöntemlerini mi uyguluyorlar?

Toplumda grupları bir birine bağlayan, işbirliğine hazırlayan karşılıklı güven var mı? Yoksa siyasiler toplumu alt kimliklere bölüp, ortak yanlarından çok farklılıkları öne çıkararak kendi koltuklarını sağlama almaya mı çalışıyorlar?

Sonunda toplumda karşılıklı anlayış kaybedilince sonuç ne olur?

Ekonomide yanlış kaynak tahsisleri artar. Üretim yerine ithalata bağımlılık öne çıkar. Daha çok ithal etmek için daha çok dövizle borçlanmak gerekir. Daha çok dış borç ulusal egemenlikten daha çok vaz geçmek veya sonunda dışsal etkilerle krize girmek demektir.

Son sorum çok basit: sizce Türkiye’de sosyal sermaye ne durumda?

Benim cevabım açık: verimliliği artan bir ekonomide, güven ve refah içinde, mutluluk ortamında yaşamaktan hızla uzaklaşıyoruz.

Böylesi bir ortamda, ne fiziki ne de beşeri sermayenin çoğalmasının şartları çok zor oluşur. Yatırım, üretim ve en önemlisi, istihdam artmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder