Sıcak parayla, dövizle, faizle uğraşmaktan uzun vadeli konuları
görmez olduk. Devamlı atıf yaptığım üretim, paylaşım gibi konuları çok azımız
konuşur olduk.
Bugün size hemen hemen hiç konuşulmayan bir konudan, sosyal
sermayeden bahsetmek istiyorum.
Sermayeyi çoğumuz mal, para, gayrimenkul, hisse senedi vb.
olarak biliriz. Zaman zamanda beşeri (insan) sermeyesinden konuşanları
dinleriz. Özellikle eğitim konusu açıldığında ekonomistler, konuyu döner
dolaşır verimliliğe ve büyümeye getirirler. Yani fiziki ve beşeri sermeye
bilinen konulardır.
Buna karşılık sosyal sermaye çok yeni gündeme gelen bir
kavramdır. Konu ilk olarak 1990 yıllarda gündeme gelmiştir.
Sosyal sermaye kimine göre “sosyal yapının özelliklerinin
ve toplumda bireyler arasındaki ilişkilerin ekonomik performansı arttırır.” Kimine
göre ise; “bireylerin, toplumun
resmi ve sivil kurumları arasında üyelik yoluyla fayda sağlama kapasitesi ve
yeteneğidir. Bir yandan komşular, aileler ve bireyler arasında, diğer yandan da
toplumdaki kurumlar arasında bağ oluşturan bir sermaye türüdür. Toplumdaki
bireylerin, mevcut kaynakların daha etkin kullanımını sağlamak üzere birlikte
çalışabilmeleri için sosyal sermayeye ihtiyaç vardır. Genellikle kabul
edilen görüş ise, ortak faydaya dayalı işbirlikçi davranışın sosyal sermayenin
özünü oluşturduğu ve de sosyal grupların, ortak iyinin elde edilmesi için
birlikte çalışabilme ve işbirliği yapabilme kapasitelerini ifade ettiğidir” (www.ekodialog.com).
OECD ye göre sosyal sermeye; iyi niyet, arkadaşlık, duygu birliği, başkalarının
duygu ve düşüncelerini anlama/paylaşma ile kişiler ve aileler arasındaki sosyal
ilişkilerdir.
Konu üzerinde çalışmaları olan iki yazar Cohen
ve Prusack’a göre sosyal sermaye; “insanlar
arasındaki aktif ilişkilerle, insan ağlarını ve gruplarını birbirine bağlayan
ve işbirliğine ortam hazırlayan güven, karşılıklı anlayış ve ortak değerler ve
davranışlardan oluşmaktadır.”
Kavramın tanınmasına en çok emeği geçen İtalyan
iktisatçı Putnam, “İtalya’daki Emilia-Romagna bölgesindeki sosyal normların, aktörler
arasındaki güven ilişkilerinin ve dayanışma örgütlenmesinin bölgenin zenginleşmesine
katkısını ölçerek önemli bir kuramsal katkı sağlamıştır.”
İçinde bulunduğumuz duruma bakalım. Yorum yapmak yerine soru soralım. Ama
hem kendimize hem de komşumuza, arkadaşımıza soralım.
Sizce insanlar arasında aktif ilişkiler
ne durumda? İyi
niyet, duygu birliği, duygu ve düşünce paylaşımı var mı? Yoksa artık hepimiz,
kapitalist tüketimin, şehirleşmenin, akıllı telefonların, televizyonun esiri mi
olduk? Algı yönetim yöntemleri bizi esir mi aldı?
İnsan ağları kaldı mı? Yoksa hükümetler kendilerine oy
vermeyen, potansiyel düşman gördükleri toplulukları korkutmak, yıldırmak için
en akıl almaz algı ve baskı yöntemlerini mi uyguluyorlar?
Toplumda grupları bir birine bağlayan,
işbirliğine hazırlayan karşılıklı güven var mı? Yoksa siyasiler toplumu alt kimliklere
bölüp, ortak yanlarından çok farklılıkları öne çıkararak kendi koltuklarını
sağlama almaya mı çalışıyorlar?
Sonunda toplumda karşılıklı anlayış
kaybedilince sonuç ne olur?
Ekonomide
yanlış kaynak tahsisleri artar. Üretim yerine ithalata bağımlılık öne çıkar. Daha
çok ithal etmek için daha çok dövizle borçlanmak gerekir. Daha çok dış borç ulusal
egemenlikten daha çok vaz geçmek veya sonunda dışsal etkilerle krize girmek demektir.
Son sorum
çok basit: sizce Türkiye’de sosyal
sermaye ne durumda?
Benim
cevabım açık: verimliliği artan bir ekonomide, güven ve refah içinde, mutluluk
ortamında yaşamaktan hızla uzaklaşıyoruz.
Böylesi bir
ortamda, ne fiziki ne de beşeri sermayenin çoğalmasının şartları çok zor
oluşur. Yatırım, üretim ve en önemlisi, istihdam artmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder