Türkiye 2001
Krizinden; bankacılık reformu, kamu mali ve borç yönetimi reformu, kamu
ihale sistemi reformu ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığının sağlanması
sayesinde çıkabilmiştir.
Kriz sonrası dönemde
bir başarı varsa, uygulanan reform programı ve dünyadaki döviz bolluğu
sayesindedir.
Şimdi geldiğimiz aşamada dünya, döviz bolluğu konusunda
değişik sinyaller veriyor. Ancak ne
olursa olsun FED ‘in faiz yükseltme sürecine yaklaşıldığı kesin. Bu arada
hatırlamakta yarar var: Tüm yükselen
piyasa ekonomisi (EM – emerging markets) krizleri
FED ‘in faiz yükseltme sürecinde yaşanmıştır.
O zaman olası bir dış şoka ne kadar hazırlıklı olduğumuzu
kontrol etmemizde yarar var. Uzatmadan ele alacağım.
a)
Mali
disiplin: Bütçe açığı çok büyük değil. Ancak gelirler dolaylı vergilere
dolayısıyla ekonomik büyüme bağlı,. Harcamalarda esnek olmayanlar yüzde 80
civarında, pek esneme olanağı yok. Şok halinde açık, 2009 Krizi örneğinde
olduğu gibi çok hızla büyür.
b) Kamu borç yükü: Yüksek değil. Bununla
beraber bütçe dışına taşınan yükümlülükler hızla büyüyor. Hazine garantileri,
borç üstlenimleri bol keseden dağıtılmaya devam ediliyor.
c) Finansal sistem: Rasyolar anlamında,
sermaye yeterliliği ve aktif kalitesi sorunları yok. Dışarıdan aldığı kısa
vadeli döviz borçları fazla. Öte yandan, Bank Asya operasyonundaki idari
kararların hukuksal doğruluğu süratle kanıtlanmazsa, sektörün orta vadeli
geleceği açısından sıkıntı yaratabilir.
d) Hane halkı ve reel sektör borcu: Önceki
dönemden farklı olarak, bu defa insanların ve reel sektörün borçları her geçen
gün yeni zirve yapıyor. Bir finansal yangında ilk kurtarılacaklar onlar. Ama
sayıları o kadar çok ki, Allah korusun, mali zayiat büyük olacak gibi.
e) Merkez Bankası’nın bağımsızlığı: Bana
göre 2001 Reformlarının en önemli ayağından biriydi. Sanırım çoğumuz Kısa
Vadeli Avans (KVA) rezaletini hatırlamaz olduk. Sanırım artık hafıza tazeleme
zamanı geldi.
Geçmişte, Hazine
bütçe ödeneklerinin bir yüzdesi kadar nakdi, bir yıl içinde ödemek kaydıyla, TCMB’nden
faizsiz alabiliyordu. Önceleri bütçenin yüzde 15’i kadar bu miktar, en son
yüzde 3’e kadar düşürülmüştü.
Bu uygulamadan amaç bütçe açığını bankalardan borç alarak
değil, TCMB’den finanse etmekti. Merkez
Bankası, doğal olarak, bu parayı ödemek için para basıyor, emisyon yapıyor,
piyasadaki para miktarını çoğaltıyordu. Artan para arzının sonucu, her zaman her yerde olduğu gibi, enflasyon
oluyordu. Ardından kısa vadede faizler yükseliyor, uzun vadede ise gelir
dağılımı, dar ve sabit gelirliler aleyhine bozuluyordu.
Hükümetler, çok tatlı
olmasından dolayı, ellerini Merkez Bankası kavanozunun bir türlü çekemediler.
KVA her yıl arttı. Zaten sıkıntılı olan enflasyon ateşine bir gaz da
buradan verildi. Canavar azdıkça azdı. Yıllık yüzde 100 seviyeleri kanıksanır
oldu.
Uygulanan reformlar sayesinde şimdi yıllık yüzde 10
enflasyonu yüksek bulabiliyoruz.
Ancak nedense TCMB’nin bağımsızlığı artık siyasi olarak
desteklenmiyor. Kanun yapma gücü olan geniş bir kesim bu işten dönülmesi
yönünde irade belirtiyor.
Bu görüşün
savunucuları, sanırım artık KVA kavanozuna ellerini tekrar sokmak istiyorlar.
Dışarıdaki havanın değiştiğinin farkındalar, eskisi kadar kolay ucuz döviz
bulunamayacak. Ekonominin büyüme hızı düşecek. Bir defalık gelirler de azaldı. Bütçenin
vergi gelirlerinin artış hızı, başta sosyal transferler olmak üzere harcama
artışlarına yetmiyor, ileride sorun daha da büyüyecek. Kamu harcamaları için kaynak
olarak da TCMB’ye baş vurulacak.
Kaçınılmaz olarak sonu öncekilere benzeyecek olan böylesi
bir gelişme, 2001 Reformlarının son kalesinin de yıkılacağı anlamına geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder