7 Şubat 2015

Son kale de yıkılacak mı?

Türkiye 2001 Krizinden; bankacılık reformu, kamu mali ve borç yönetimi reformu, kamu ihale sistemi reformu ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığının sağlanması sayesinde çıkabilmiştir.

Kriz sonrası dönemde bir başarı varsa, uygulanan reform programı ve dünyadaki döviz bolluğu sayesindedir.

Şimdi geldiğimiz aşamada dünya, döviz bolluğu konusunda değişik sinyaller veriyor. Ancak ne olursa olsun FED ‘in faiz yükseltme sürecine yaklaşıldığı kesin. Bu arada hatırlamakta yarar var: Tüm yükselen piyasa ekonomisi (EM – emerging markets) krizleri FED ‘in faiz yükseltme sürecinde yaşanmıştır.

O zaman olası bir dış şoka ne kadar hazırlıklı olduğumuzu kontrol etmemizde yarar var. Uzatmadan ele alacağım.


a)    Mali disiplin: Bütçe açığı çok büyük değil. Ancak gelirler dolaylı vergilere dolayısıyla ekonomik büyüme bağlı,. Harcamalarda esnek olmayanlar yüzde 80 civarında, pek esneme olanağı yok. Şok halinde açık, 2009 Krizi örneğinde olduğu gibi çok hızla büyür.
b)   Kamu borç yükü: Yüksek değil. Bununla beraber bütçe dışına taşınan yükümlülükler hızla büyüyor. Hazine garantileri, borç üstlenimleri bol keseden dağıtılmaya devam ediliyor.
c)    Finansal sistem: Rasyolar anlamında, sermaye yeterliliği ve aktif kalitesi sorunları yok. Dışarıdan aldığı kısa vadeli döviz borçları fazla. Öte yandan, Bank Asya operasyonundaki idari kararların hukuksal doğruluğu süratle kanıtlanmazsa, sektörün orta vadeli geleceği açısından sıkıntı yaratabilir.
d)   Hane halkı ve reel sektör borcu: Önceki dönemden farklı olarak, bu defa insanların ve reel sektörün borçları her geçen gün yeni zirve yapıyor. Bir finansal yangında ilk kurtarılacaklar onlar. Ama sayıları o kadar çok ki, Allah korusun, mali zayiat büyük olacak gibi.
e)   Merkez Bankası’nın bağımsızlığı: Bana göre 2001 Reformlarının en önemli ayağından biriydi. Sanırım çoğumuz Kısa Vadeli Avans (KVA) rezaletini hatırlamaz olduk. Sanırım artık hafıza tazeleme zamanı geldi.

Geçmişte, Hazine bütçe ödeneklerinin bir yüzdesi kadar nakdi, bir yıl içinde ödemek kaydıyla, TCMB’nden faizsiz alabiliyordu. Önceleri bütçenin yüzde 15’i kadar bu miktar, en son yüzde 3’e kadar düşürülmüştü.

Bu uygulamadan amaç bütçe açığını bankalardan borç alarak değil, TCMB’den finanse etmekti. Merkez Bankası, doğal olarak, bu parayı ödemek için para basıyor, emisyon yapıyor, piyasadaki para miktarını çoğaltıyordu. Artan para arzının sonucu, her zaman her yerde olduğu gibi, enflasyon oluyordu. Ardından kısa vadede faizler yükseliyor, uzun vadede ise gelir dağılımı, dar ve sabit gelirliler aleyhine bozuluyordu.

Hükümetler, çok tatlı olmasından dolayı, ellerini Merkez Bankası kavanozunun bir türlü çekemediler. KVA her yıl arttı. Zaten sıkıntılı olan enflasyon ateşine bir gaz da buradan verildi. Canavar azdıkça azdı. Yıllık yüzde 100 seviyeleri kanıksanır oldu.

Uygulanan reformlar sayesinde şimdi yıllık yüzde 10 enflasyonu yüksek bulabiliyoruz.

Ancak nedense TCMB’nin bağımsızlığı artık siyasi olarak desteklenmiyor. Kanun yapma gücü olan geniş bir kesim bu işten dönülmesi yönünde irade belirtiyor.

Bu görüşün savunucuları, sanırım artık KVA kavanozuna ellerini tekrar sokmak istiyorlar. Dışarıdaki havanın değiştiğinin farkındalar, eskisi kadar kolay ucuz döviz bulunamayacak. Ekonominin büyüme hızı düşecek. Bir defalık gelirler de azaldı. Bütçenin vergi gelirlerinin artış hızı, başta sosyal transferler olmak üzere harcama artışlarına yetmiyor, ileride sorun daha da büyüyecek. Kamu harcamaları için kaynak olarak da TCMB’ye baş vurulacak.


Kaçınılmaz olarak sonu öncekilere benzeyecek olan böylesi bir gelişme, 2001 Reformlarının son kalesinin de yıkılacağı anlamına geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder