Klasik bir
deyimdir; “Her kriz yeni bir başlangıçtır.”
Böylesi bir
giriş yapmamın nedeni, 2008 Küresel Krizinden sonraki dönemde finansal
sektördeki sorunların çözümü için gündeme gelen yeni kurallar ve uygulamalar. Hatırlayacaksınız,
Kriz ABD’de “sub prime” (standart altı) riskli kesimlere dağıtılan uzun vadeli konut
kredileri (mortgage) yüzünden çıkmıştı. Kredi tahsilatlarında sorunlar
oluşmasına rağmen, zararlar finansal tablolara zamanında aktartılmadı. Bankalar
rekabet ve diğer nedenlerle zararlarını gizlerken düzenleyici/denetleyici
otoriteler de gelişmeleri görmemezlikten geldiler.
Kriz sonrasında
G20 liderleri, 2014 yılında Uluslararası Mali Raporlama Standardı (IFRS) 9
uygulamasını gündeme getirdiler. Sonunda 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren
Türkiye’de de banka bilançolarına yeni kalemler eklendi.
Özetlemek
gerekirse, kredi risk ölçümlerine farklı bir yaklaşım getirildi. Yanı sıra “Beklenen Kredi Zararı” (BKZ) diye bir
tanım sisteme girdi.
Yine öncekinden
farklı olarak bankalar artık beklenen zarar olasılığını gelecek 12 aylık ve
kredinin vadesi süresi için hesaplayacaklar. Hesaplama bankaların kendi
modelleriyle yapılacak. Ve bilançolarında yayınlayacaklar. Doğal olarak
düzenleyici otoriteler de bankaların modellerini denetleyecek.
Buraya kadar her
şey güzel. Daha şeffaf bir finansal sektör demek önce karar alıcılar sonra
yatırımcılar ve ilgilenirlerse yurttaşlar için iyi bir gelişme. Yeter ki, her
seviyedeki karar alıcıda niyet olsun ve zamanında karar alabilme yeteneği ve
teknik birikimi bulunsun.
Ancak artık
sadece bunlar yeterli olmuyor. Bir de doğru
nakit akım tahminleri yapabilmek
lazım. Bu da iki ana faktöre bağlı: Doğru
modelleme ve kaliteli veri.
Türkiye’de modelleme
konusunda çok sıkıntı çıkacağını sanmıyorum. Finansal sektörün bu konuda geniş
teknik birikimi var. Ancak kaliteli veri
konusu, önemli bir sorun. Hem makro hem de mikro düzeyde.
Mikro, şirket düzeyinde
bilançoların sağlıklı olup olmadığı tartışılabilir. Resmi rakamlara göre, milli
gelirin yüzde 30-35’i oranında kayıtdışılığın
olduğu bir ekonomide, şirket bilançolarının ne kadar doğruyu yansıttığı
sorgulanabilir. Dahası özellikle, KOBİ
düzeyinde, tutulan muhasebe standartlarının
da önemli eksiklikler içerdiği biliniyor.
Hadi mikro
sorunları bir yere kadar çözdük diyelim. Makro verileri ne yapacağız?
Orta vadeli
nakit akımı tahminlerini sağlıklı yapabilmek için şirketlerin içinde
bulundukları sektörlerin durumu, gelişme
yönü gibi bilgilere ihtiyaç var.
Dahası, ekonomik büyüme, fiyatlar (enflasyon), kurlar, faizler gibi makro değişkenler
hakkında sağlıklı tahminler yapmak büyük bir zorunluluk. Her banka kendi iç
değişkenlerini kullanacak. Bankalar
kendi büyüme, kur, enflasyon, faiz tahminini kullanınca, BKZ tahminleri de ona
göre değişecek.
Kısacası artık
gerek mikro gerek makro ekonomik veri
kalitesi, sektör ve makro ekonomi bilgisi eskisinden daha önemli hale
geldi. Eğer sektör bilgisi ve makro tahminler doğru olmazsa yapılan risk hesapları
da yanlış olabilir.
Her yanlışın bir
maliyeti vardır.
Kaleminize-emeğinize sağlık
YanıtlaSil