Önce uluslararası kredi derecelendirme
kuruluşu FITCH’in açıklaması geldi. Bankaların devamlı dışarıdan borçlanarak
kredi dağıttıklarına dikkat çekerek, Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) dolar
dağıtımında frene basması durumunda, bizim finansal sektörün kırılganlıklarına
dikkat çekti.
İlginçtir, ne borsa ne de diğer finansal
piyasalar haberi pek dikkate almadılar.
Yanı sıra başta siyasetçiler olmak üzere bazı
kamu yetkililerinin bir katılım bankası hakkında söylem ve uyarıları duyulmaya
başlandı. Alenen bir bankanın kapatılması hakkında görüşler ortalıkta konuşulur
oldu.
Yine ilginçtir, ne yargı ne de piyasalar buna
bir tepki vermedi Piyasaların oportünist tavrı onların “fıtratında var”.
Dolayısıyla anlamak kolay. Ama hem BDDK hem de yargının devreye girip,
ilgililer hakkında işlem yapmaması pek anlaşılabilir bir tavır değildi.
Sonrasında Ziraat Bankası’nın New York
şubesinde FED’in kara para soruşturması başlattığı şeklinde duyumlar çıktı.
Habere kimi yalan dedi, kimi ciddiye almadı.
Bunlar yetmezmiş gibi, son günlerde sosyal
medyada 10 bankanın sorunlu olduğu ve BDDK’nın işleme hazırlandığı yazıldı.
Sanırım sayı büyüyünce insanlar biraz olsun
“ne oluyor?” demeye başladılar.
Ağalar,
beyler ben bu tür gelişmelerden pek hoşlanmam.
Tamam paradigma değişti. Benim hatırladığım
günler çok gerilerde kaldı. Ama değişmeyen bir şey var. Bankacılık özünde güven
müessesesidir. Adları bir kez ağızlarda dolaşır, medyada olur olmaz herkesin
ağzında malzeme olursa, sonrası tamir edilemez sonuçlar doğurabilir.
Bana ne demeyin sonu yine hepimizi
ilgilendiriyor.
Hiç unutmam. Yıl 1998. Londra Büyükelçiliğinde
görevliyim. Dünya Uzakdoğu Asya ve Rusya Krizleriyle boğuşuyor. Türkiye
ekonomisi de 94 Krizinin yaralarını saramadan bu sarmalın içine düşmüş
boğuşuyor.
Dönemin ekonomiden sorumlu devlet bakanı, Londra
Türk Bankacılar Derneği’nin öğle yemeğinde bir konuşma yaptı. Ekonomiyi değerlendirdi.
İçten bir konuşmaydı. Sonundaki soru-cevap bölümünde bir yabancı bankacı kaç
bankanın devlet gözetiminde olduğunu sordu.
O zaman daha BDDK kurulmamıştı. Tüm bankacılık
işlemleri Hazine Müsteşarlığı’nın sorumluluğundaydı. Bir bankanın sorunu varsa Hazine ilgileniyordu ve bakanın
onayı olmadan pek çok işlem yapılamıyordu. Şimdiki gibi yetki ve sorumluluk
“bağımsız(!) bürokraside” değildi.
Yemekteki soruya bakan kısa bir cevap verdi:
“On üç bankayı yakından takip ediyoruz” dedi.
“Çarşı karıştı.”
Başta
Londra olmak üzere Türkiye ile ilgilenenler bir anda ortalığa döküldüler.
Ankara, İstanbul, New York, Washington (IMF, Dünya Bankası) olmak üzere herkes
birilerine ulaşıp bankaları hangileri olduğunu öğrenmeye çalışıyordu.
Akşam beni arayanlardan öğrendiğim banka
isimlerini bir araya getirdiğimde çarpıldım. O zaman 60’tan fazla olan bankanın
35 kadarının adı konuşuluyordu. Türk finansal sistemine olan güven çökmüştü. Ertesi
gün, dışarıdan borç almak isteyen bankaların maliyeti neredeyse yüzde 50 artmıştı.
Sonrasını biliyorsunuz zaten. 2001 Krizinde
Hazine, IMF’den borçlandığı milyarlarca dolarla finansal sistemi ayağa
kaldırabildi. Yani batan bankalar bizim paramızla kurtarıldı. Birilerinin beceriksizliğinin, aç gözlülüğünün bedelini, maliyetini biz ödedik.
O günler geride kaldı diyebilirsiniz.
Haklısınız. Ama sistemin çalışma esasları pek değişmedi. Güven yine ana unsur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder