8 Ağustos 2015

Borç kıskacındaki ekonomide seçim değil geçim zamanı

Geçenlerde gazetelerde icra takibine düşen kredi borçlularının sayısının 2,5 milyon kişiyi geçtiği haberi vardı. Sadece 372 bin kredi borçlusu bu yılın ilk altı ayında borçlarını ödeyememiş mahkemelik olmuş.

Bu tür haberler ne kadar sıradanlaştı değil mi? Neden bu kadar kanıksadık, neden hiç şaşırmıyoruz?

Halbuki bunlar yaklaşan ekonomik sıkıntıların öncü göstergeleri.

Konuya biraz daha yakından bakmak adına kısaca dünyadaki duruma bir bakalım. Özellikle 1990’ların başından sonraki yıllarda hane halklarının borçluluğunda, önceki yıllara oranla hızlı bir artış oldu. Dünyada bankalaşma ve finansal piyasalar hızla gelişti. Bankacılık klasik mevduat/kredi ilişkisinden çıktı.

Önce kamuya borç verme yaygınlaştı sonra şirketlerin yanı sıra haneler borçlanmaya başladılar.

Devletlerin piyasadan borçlanması bankaların aktif yapılarını değiştirdi. Kamu kağıtları önemli gelir kapılarından birisi oldu. Bununla beraber hane halkları da önce konut ve otomobil ardından tüketici kredisi ve kredi kartları ile bankalara borçlandılar.


1980’li yılların başında dünyaya açılan Türkiye’de insanların finansal sektörden yoğun olarak borçlanmaya  başlaması biraz daha geç oldu. 2001 Krizine kadar geçen yılarda aileler eşten, dosttan altın ve/veya döviz karşılığı borç alabiliyorlardı. Ev veya otomobil alanlara yardımcı olmak toplumun sevilen geleneklerinden biriydi.

Ancak 2001 Krizinde, dolar ve altın bir günde alıp başını tepe seviyelere gidince borçlular battılar. Önceden 1 dolar alıp borç ödemek isteyen 60-70 kuruş ödemesi gerekirken  19 Şubat 2001 tarihinden sonra dolar kuru120 kuruşu geçti. Yani TL olarak borç miktarı bir gecede, iki katına çıktı. Borçluların büyük bir çoğunluğu borçlarını geri ödeyemediler. Çünkü gelirleri aynı hızla artmadı.

Bu gelişmenin sonrasında eşten/dosttan borçlanma sistemi bir daha eskisi kadar çalışmadı. Ancak gelirleri artmayan ve şehirlerde tüketime alışan, konut ve otomobil ihtiyacı vazgeçilmez olan insanlar borç aramaya devam ettiler.

Aynı yıllarda 2001 Reformları sonrasında Hazine’nin borçlanma ihtiyacı azalmaya başladı. Yanı sıra yabancı ortaklığı artan yerli bankacılık sektörü, dünyadaki merkez bankalarının parasal genişleme politikaları sonucunda, dışarıdan ucuz kaynak bulma olanağına kavuştu. Para bol, kredi arzı mümkün olunca bankalar da talebi koklamaya başladılar. Çok geçmeden önce kredi kartları hızla yaygınlaştı, ardından diğer bireysel krediler geldi.

Dar ve sabit gelirliler için borcun miktarından çok ödedikleri taksit miktarı daha önemlidir. Dolayısıyla onlar borç alırken faizden çok vadeye ve taksit miktarına önem verdiler. Borç taksiti ödedikleri süreçte gelirlerinin artacağını varsaydılar. Bankalar da bu anlayışa yardımcı oldular.

Ama bir süre sonra doğal süreç çalışmaya başladı. Ne kadar uygun olursa olsun, borcun geri ödenmesi zamanı geldi çattı. Hane halkları önce borçlarını ödemek için tüm çabalarını ortay koydular. Ancak gördüler ki, gelirleri borçları kadar artmıyordu. Borç taksiti ödeyebilmek için zaten minimuma indirdikleri tüketimlerini daha çok azaltamadılar.

Önce borcu borçla ödeme denemesine giriştiler. Önceki seçim dönemlerinde hükümet, kamu bankalarına talimat verdi ucuz tüketici kredileri dağıtıldı. Ama o da borç olduğu için günü gelince geri ödenmesi gerekti.

Şimdi artık böylesi geçici yöntemler de yetmiyor. İnsanlar borçlarını ödeyemiyorlar. Ödenmeyen borç rakamı belki şimdilik banka bilançolarını aşırı zorlamıyor olabilir. Ama ekonomi yeteri hızla büyümez, KOBİ’ler de borç ödeyemeyenler kervanına katılırsa iş o zaman zorlaşır.


Bu nedenle hızla insanların ve KOBİ’lerin gelirlerini çoğaltacak önlemlerin alınması lazım. 2015 yılı seçime feda edildi. Eğer tekrar seçim olursa ayı şey 2016 yılı için de geçerli olacak. Anlayacağınız zaman, seçim değil geçim zamanı.

1 yorum: