11 Temmuz 2016

Babasına bile güvenmeyen millet olmuşuz


Tatilde sosyal medyada gezinirken https://whatsupturkey.com/ adresli sitede, Türkiye’yi de içeren bir OECD çalışmasına rastladım.

2008 yılında OECD üyesi ülkelerde, insanlara bir birlerine olan güveni hakkımda çeşitli sorular sorulmuş. Karşılıklı güvenin oranı araştırılmış. En yüksek oran Danimarka, Norveç, Finlandiya, İsveç gibi kuzey ülkelerinde çıkmış. Danimarka’da yaşayan insanların yüzde 89’u diğer Danimarkalılara güvendiğini belirtmiş.

Aşağıdaki grafikte ülkelerin güven katsayısı, büyükten küçüğe sırlanmış şekilde yer alıyor.

Benim güzel ülkem sondan ikinci. Türkiye’de yaşayanların sadece yüzde 24’ü karşısındakine yüksek seviyede güven duyuyor. Kalan nüfus, diğer vatandaşlara yüksek oranda güvenmiyor.

Konunun uzmanı olan sosyologlar ve eğitimciler derin tahliller yapabilirler. Ben tecrübeyle edindiğim gözlemlere dayanarak, yerlerde sürünen oranla ilgili bazı şeyler yazmaya çalışacağım.

İlk aklıma gelen sorun aile. Gelir düzeyi düşük olan dar ve sabit gelirli ailelerin çoğunda, geleceğe olan güven neredeyse sıfır. Çoğunda işini tanrıya havale ederek çözme alışkanlığı hakim ve şükürcülük almış başını gidiyor. Başlıkta yer alan deyimi çoğumuz zaman zaman duymuşuzdur. Eğer yaygın anlayış buysa, çocuğa ailede verilebilecek en önemli değer olan sevgi ve güven yeteri kadar verilemiyorsa, gerisini boş verin.

Öte yandan eğitim sistemi deseniz inanılmaz derecede bireyci ve yarışmacı. Çocuklarımıza daha ilkokuldan itibaren yanındaki geçme duygusu aşılıyoruz. Beraber oyun oynamak, eğlenmek kalmadı. Varsa yoksa yarışma, rakibini kıskanma, mümkünse ezme. Böylesi bir eğitim alan insanın, yanındakine güvenmesi, ortak iş yapma duygusu negatif değilse iyidir. ( Bu arada, ön sıralarda olan İskandinav ülkelerindeki eğitim sistemini araştırmanızda büyük yarar olduğunu belirtmek isterim.)

Doğal olarak, böyle eğitilmiş gençlerin bulunduğu iş ortamında da aynı anlayışı görmek kaçınılmaz oluyor. Bugün kamuda ve özel sektörde karşılıklı çatışan gruplar görünce şaşırmayın. Onların yetiştiği ortam böyle. Birlikten kuvvet doğacağını bilmiyorlar.

Belki rekabet olmadan üretim olmaz fikrinde olanlar olabilir. Evet, özellikle devlette “yedi dönüm bostan yan gel yat Osman” anlayışının kırılması gerekir. Birimler ve kurumlar arasında hoş bir rekabetin olması çalışanlara da canlılık verir.

Ancak bunu bir birini kırmadan, ötekini yok etmeye yönelik olarak değil, çağdaş ve demokratik bir anlayışla yapmak lazım. İş yerinde hizmet içi eğitimi sadece bir gruba vererek rekabet sağlayamazsınız. Yanı sıra, çalışkan ve disiplinli olanların önünü açmaz, sadece bizim gruptan olanların yolundaki engelleri kaldırırsanız olmaz.

Nihayetinde devlete ve kamu kurumlara olan güven de sarsılmaya başlar. Ki bir toplum için en tehlikeli olan da budur. Kamu kurumlarına güven bittiyse, insanlar gelecek için dayanaklarını yitirirler. Böylesi bir durumda iş kaosa kadar gidebilir.

Son yıllarda sorunlu yapılara bir de etnik, mezhepsel ve benzeri kökenlerdeki farklılıkları öne çıkaran yaklaşımlar eklendi. Daha önce var olan hemşericilik ve dernekçilik gibi kırsal kültüre dayalı davranışların üstüne eklenen bu zoraki farklılıklar, toplumda karşılıklı güveni derinden etkiledi.

Yukarıda de değindiğim gibi, kalıcı çözümleri uzmanları bulacak. Ama kanımca bu aşamaya gelişin en büyük sorumlusu çapsız, yeteneksiz, öngörüsü zayıf ve art niyetli popülist siyasetçiler.  Çözüm ve değişim isteniyorsa önce onlardan başlamak gerekiyor.

Başlanamazsa, milli geliriniz artar dünyada ilk yirmiye girersiniz ama bir gelişmişlik göstergesi olan karşılıklı güven katsayısı sırlamasında sondan ikinci olarak kalırsınız.


Grafik: 2008 yılında diğerlerine yüksek güven duyduğunu belirten insan yüzdesi

1 yorum:

  1. Hocam yine net ve sade bir izah olmuş, güven pek önemli olmadan olmuyor, halk zenginde olsa huzur olmuyor, gelisme olmuyor. Sırtı dönemessen nasıl ilerlersin. TEŞEKKÜRLER

    YanıtlaSil