Tatilde sosyal medyada
gezinirken https://whatsupturkey.com/ adresli sitede, Türkiye’yi de içeren bir OECD çalışmasına
rastladım.
2008 yılında OECD üyesi
ülkelerde, insanlara bir birlerine olan güveni hakkımda çeşitli sorular sorulmuş.
Karşılıklı güvenin oranı araştırılmış. En yüksek oran Danimarka, Norveç,
Finlandiya, İsveç gibi kuzey ülkelerinde çıkmış. Danimarka’da yaşayan
insanların yüzde 89’u diğer Danimarkalılara güvendiğini belirtmiş.
Aşağıdaki grafikte
ülkelerin güven katsayısı, büyükten küçüğe sırlanmış şekilde yer alıyor.
Benim güzel ülkem sondan ikinci. Türkiye’de
yaşayanların sadece yüzde 24’ü karşısındakine yüksek seviyede güven duyuyor. Kalan
nüfus, diğer vatandaşlara yüksek oranda güvenmiyor.
Konunun uzmanı olan sosyologlar
ve eğitimciler derin tahliller yapabilirler. Ben tecrübeyle edindiğim
gözlemlere dayanarak, yerlerde sürünen oranla ilgili bazı şeyler yazmaya
çalışacağım.
İlk aklıma gelen sorun aile. Gelir düzeyi düşük olan dar ve sabit gelirli ailelerin
çoğunda, geleceğe olan güven neredeyse sıfır. Çoğunda işini tanrıya havale
ederek çözme alışkanlığı hakim ve şükürcülük almış başını gidiyor. Başlıkta yer
alan deyimi çoğumuz zaman zaman duymuşuzdur. Eğer yaygın anlayış buysa, çocuğa ailede
verilebilecek en önemli değer olan sevgi ve güven yeteri kadar verilemiyorsa,
gerisini boş verin.
Öte yandan eğitim sistemi deseniz inanılmaz derecede bireyci ve yarışmacı.
Çocuklarımıza daha ilkokuldan itibaren yanındaki geçme duygusu aşılıyoruz.
Beraber oyun oynamak, eğlenmek kalmadı. Varsa yoksa yarışma, rakibini kıskanma,
mümkünse ezme. Böylesi bir eğitim alan insanın, yanındakine güvenmesi, ortak iş
yapma duygusu negatif değilse iyidir. ( Bu arada, ön sıralarda olan İskandinav
ülkelerindeki eğitim sistemini araştırmanızda büyük yarar olduğunu belirtmek
isterim.)
Doğal olarak, böyle eğitilmiş
gençlerin bulunduğu iş ortamında da
aynı anlayışı görmek kaçınılmaz oluyor. Bugün kamuda ve özel sektörde
karşılıklı çatışan gruplar görünce şaşırmayın. Onların yetiştiği ortam böyle.
Birlikten kuvvet doğacağını bilmiyorlar.
Belki rekabet olmadan üretim olmaz
fikrinde olanlar olabilir. Evet, özellikle devlette “yedi dönüm bostan yan gel
yat Osman” anlayışının kırılması gerekir. Birimler ve kurumlar arasında hoş bir
rekabetin olması çalışanlara da canlılık verir.
Ancak bunu bir birini kırmadan,
ötekini yok etmeye yönelik olarak değil, çağdaş ve demokratik bir anlayışla
yapmak lazım. İş yerinde hizmet içi eğitimi sadece bir gruba vererek rekabet
sağlayamazsınız. Yanı sıra, çalışkan ve disiplinli olanların önünü açmaz,
sadece bizim gruptan olanların yolundaki engelleri kaldırırsanız olmaz.
Nihayetinde devlete ve kamu kurumlara olan güven de
sarsılmaya başlar. Ki bir toplum için en tehlikeli olan da budur. Kamu kurumlarına
güven bittiyse, insanlar gelecek için dayanaklarını yitirirler. Böylesi bir
durumda iş kaosa kadar gidebilir.
Son yıllarda sorunlu yapılara
bir de etnik, mezhepsel ve benzeri
kökenlerdeki farklılıkları öne çıkaran yaklaşımlar eklendi. Daha önce var
olan hemşericilik ve dernekçilik gibi kırsal kültüre dayalı davranışların
üstüne eklenen bu zoraki farklılıklar, toplumda karşılıklı güveni derinden
etkiledi.
Yukarıda de değindiğim gibi,
kalıcı çözümleri uzmanları bulacak. Ama
kanımca bu aşamaya gelişin en büyük sorumlusu çapsız, yeteneksiz, öngörüsü
zayıf ve art niyetli popülist siyasetçiler.
Çözüm ve değişim isteniyorsa önce onlardan başlamak gerekiyor.
Başlanamazsa, milli geliriniz
artar dünyada ilk yirmiye girersiniz ama bir gelişmişlik göstergesi olan
karşılıklı güven katsayısı sırlamasında sondan ikinci olarak kalırsınız.
Grafik: 2008 yılında diğerlerine yüksek
güven duyduğunu belirten insan yüzdesi
Hocam yine net ve sade bir izah olmuş, güven pek önemli olmadan olmuyor, halk zenginde olsa huzur olmuyor, gelisme olmuyor. Sırtı dönemessen nasıl ilerlersin. TEŞEKKÜRLER
YanıtlaSil