Finansallaşmanın
zirve yaptığı bir dünyada yaşıyoruz. Devletler, şirketler, insanlar herkes
borçlu. Dünyada bu kesimlerin borçlarının toplamı 220 trilyon dolardan fazla.
Neredeyse dünya hasılasının üç buçuk katı kadar.
Bugünlerde
çok konuşulan ticaret savaşına konu olan toplam yıllık dış ticaret hacmi 65-70
trilyon dolar kadar. Buna karşılık, dünyada sadece bir günde yapılan, her türlü
döviz işleminin toplamı 6 trilyon dolar civarında.
Artık
üretimden çok finans; vergi, kar, maaş ve ücretten çok borç konuşuluyor.
Diğer
bir deyimle, 1990’lı yıllardan bu yana etkisini hızla büyüten finansallaşmanın en
önemli sonucu, insanlar artık tüketici oldu.
Ne
demek istediğimi biraz açayım.
Çünkü
eskiden farklı olarak sadece devletler ve şirketler değil çalışanlar da ev,
araba almanın yanı sıra tüketebilmek için de borçlanmaya yöneldiler. Çünkü ucuz
emek arzının sonucu ücretler düşmeye başladı. Gelirleri yetmez oldu.
Benzeri
bir davranış, borçlulardan vergi alamayacağını anlayan hükümetler için de
geçerli oldu. Onlarda, o ülkede yaşayan yurttaşlardan vergi almak yerine
içeriden ve dışarıdan borçlanmayı seçtiler. Böylelikle yatırımcıların
öncelikleri yurttaşların önüne geçmeye başladı. Borçlar çoğaldıkça, özellikle
dövizle borçlanma arttıkça yerel paranın önemi de azaldı.
Konu
sadece ekonomik değil sosyal değişimleri de beraberinde getirdi. Borç yükü
artan ekonomilerde, yatırımcıların talepleri yurttaşlık haklarını geriye itti.
Çünkü ekonomide ve siyasette asıl olan, alınan borçları ödemek oldu. Ben aldım
ama ödemekte zorlanıyorum diyenlere kredi verenler, “sana yardımcı olalım”
dediler. Herkes borçların silineceğini düşünürken, aksi oldu. Vadeler uzarken
faizler de arttı. Borç yükü biraz daha büyüdü.
Konuya
biraz abartılı bir yorumla yaklaşırsak, aşırı borçlu ekonomilerde seçimler ve
seçmen davranışları ağırlıklı olarak borçlanmaya etkileri açısından değerlendirilmeye
başlandı. Aşırı borçlu seçmen,
seçimlerin borç ihalelerine, dolayasıyla faizlere, oradan kendi borç
ödemelerine olan etkisine göre oy tercihini belirler oldu. İstikrar
söyleminin daha kolay borçlanmasına ve borçlarını geri ödemesine katkı
sağlayacağını sandı. Kararını ona göre vermeye başladı. Partilerin uzun vadeli
politika seçeneklerini yorumlamakta zorlandığı için kendi kısa vadeli
çıkarlarını öne çıkardı. Seçim dönemlerinde ödeme kolaylığı getiren ancak sonra
yükünü daha da artıracak olan popülist politikalara prim verdi.
Avrupa’da
ve ABD’de yapılan son seçimlerde de görüldüğü gibi, seçmene sunulan tercihler
çoğunlukla ekonomik geleceğe olan “güven” söylemi üzerinden oldu. Ağır borç yükü altındaki ekonomilerde
seçmenler, ülkenin geleceği gibi söylemlere, öncekine oranla, daha az dikkat
etmeye başladılar.
Çevre,
sürdürülebilir büyüme gibi soyut kavramları anlamakta zorlanan borçlu seçmen
yeni vergi çağrışımı yapan tüm politika seçeneklerine demokratik tepki
gösterdi. Somut ekonomik taleplerin yanına konan basit ve anlaşılabilir
demokratik taleplere destek verdi.
Kısacası
özellikle son Küresel Krizden sonra
yurttaşlık bilincinden hızla uzaklaşmaya daha çok tüketici olmaya başladı.
Tüketimin refah olduğuna inandı. İthal ürün de olsa, borçla da alınmış olsa
arabasına, akıllı telefonuna, bilgisayarına, ithal ete, samana gelirinden çok
para harcamaya başladı. Borcunu çoğalttı.
Artık
tek endişesi borcunu nasıl geri ödeyeceği. Yurttaşlık hak ve görevlerini eskisi kadar önemsemiyor.
Merakı ise, ödememe gibi bir
olasılığın olup olmadığı.
Sizce
var mı?
Hakan bey demokrasi ile enflasyon arasında nasıl bir ilişki var sizce
YanıtlaSilCEVAPLAMASI ÇOK KOLAY OLMAYAN BİR SORU. ÖZETLEMEK MÜMKÜNSEİ; YÜKSEK ENFLASYON DAR VE SABİT GELİRLİLERİN DAHA DA FAKİRLEŞMESİNE YOL AÇAR. OYLARIN ÇOĞUNLUĞU ONLARDA OLDUĞU İÇİN KARARLARI ÖNEMLİDİR. ANCAK HANGİ TERCİHLERLE VE NEYE BAKARAK KARAR VERDİKLERİ ÇOK ÖNEMLİDİR.
SilHakan bey;tespitleriniz çok isabetli,böyleleriyle pek işim olmaz ama bazı tanıdıklar,onların eşi,çocuğu vs bilinçli olarak baştan ödememek üzere borçlanıp sicillerini siyah tahyaya yazdırıyorlar.Bakalım film nerde kopacak ve bedel kime ödetilecek?.
YanıtlaSilKESİN OLAN BİR KURAL VAR: HER KRİZİN BEDELİNİ DAR VE SABİT GELİRLİLER ÖDER. YÜK ONLARIN SIRTINDA KALIR.
SilHocam borç ödeme diye bir şey artık yok, borç çevirme / borç öteleme var. Borç dediğiniz gitgide büyüyen sanal bir sayı, çeviremeyince kriz oluyor, çevirdikçe çarklar dönüyor, başta hükümetler olmak üzere kimse kriz istemediği için de o çarklar döndürülüyor, borç artsın dursun. Bugün dünyadaki kişilerin/kurumların/ülkelerin borçlarını ödeme ihtimalleri var mı? Yani bugün "artık yeni borç yok, herkes borcunu vadesi geldikçe ödeyecek ve borçlar sıfırlanacak" dense ne kadarı ödeyebilir? Pek azı..
YanıtlaSilEĞER İNSANLAR ÖNCEKİNDEN DAHA AZ MALİYETLE BORÇ ÇEVİREBİLİRYORLARSA KONU BİR YERE KADAR HALLEDİLMİŞ SAYILABİLİR. ANCAK BU ARADA GELİRLERİNDE DE BİR ARTIŞ OLMASI ŞARTIYLA.
SilHakan Bey çok önemli bir noktayı ortaya koymuşsunuz, teşekkürler. Artık hepimiz borçluyuz ve borcun geri ödenmesi gereken bir varlık olduğunu kabul etmek istemiyoruz.
YanıtlaSilHAKLISINIZ!
SilSağolun. Yazınızda kendimi etrafımı ve Ülkemin insanlarının önemli bir kısmını gördüm.
YanıtlaSilHakan Bey çok güzel izahat olmuş, elinize sağlık.
YanıtlaSil"İstikrar sürsün" veya "istikrarın devamı için" sloganlarının hangi mekanizma ile iş gördüğü, kapana kısılma hissiyatında hangi dürtü/davranışları tetiklediği çok güzel anlatılmış.
Hakan Hocam ellerinize sağlık. Bize anlattığınız bu hikaye aslında çok boyutlu. İktisat ayağında ufak birkaç eklemem olacak velakin söylem analizi bile dönüşümün ne denli kapsamlı olduğunu anlamaya yeter.
YanıtlaSilKamunun kendi borçlanma dinamikleri, ve borcun geri ödenmemesi riski (default risk) merkez bankalarının bağımsızlığını gerekli kılıyor. Maliye de mükellef değil müşteri ile ilgileniyor, araçlarının üzerinde 444'lü numaralar vardı ben Türkiye'deyken. 5018'deki hesap verebilirlik, şeffaflık vs özel kesimden kamuya geçen kavramlar, onlar da yine kamunun borç çevrimiyle alakalı.Temerrüte düşmemek için planlı, denetlenen harcama gerekli. Yoksa, özünde verginin karşılığı yoktur bkz. TVK.
Yani devletin gelirinin büyük kısmını oluşturan vergi geliri için devletten hesap sorma ve bunu demokrasinin gereği sayma Anayasalcı Buchanan vs gibi ekollerin icadıdır, Türk vergi sistemi için ithal bir kavramdır.
İktisadi kısmına gelince, devletler borçlanmayı sadece vergi toplayamadıkları için yapmıyorlar. Hatta, tam aksine, OECD ülkelerinde Tr dahil vergi yükü artışta. Borçlanma hem reel iş çevrimlerini dengeleme aracı (istikrarlandırıcı) hem de faiz ödemeleri yüzünden kamunun ulus ötesi sermayeye kaynak transferi. Aynı devlet tüketimin artan önemi sayesinde ve finansallaşmanın da yardımıyla dolaylı vergilerden elde edilen geliri dolaysız vergilere tercih ediyor çünkü gelir esnekliği daha düşük, bunu destekleyen bulgular var literatürde.
Sözün özü, finansallaşmanın kontrolü büyük ölçüde sermayenin, sonra da devletlerin elinde. Hanehalkları ise daha savunmasız ve bu tip bir düzene 4-5 yılda bir verdiğiniz oyla müdahale edemezsiniz.
İyi çalışmalar dilerim, Hocam.
Mektep'ten F.