İktisadi doktrinler arasındaki en büyük tartışma; ekonomide
kıt kaynakları hangisinin daha iyi dağıttığı, refah paylaşımını hangisinin daha
adil yaptığı hakkındadır.
İki ana düşünce akımı;
kapitalist ve sosyalist sistem, yüz yıldan fazla süren ideolojik
mücadelede, üretim ve paylaşım sorununun çözümüne, en akılcı çareyi
bulduklarını iddia etmişlerdir. Ama 1990’lı yıllara gelindiğince Sovyet sistemi
çökmüş, kapitalizm, kendince, zafer ilan etmiştir.
Ancak yıllar geçtikçe, kapitalist
ekonomilerin her geçen gün üretimden uzaklaştığını daha fazla
finansallaştıklarını gözlüyoruz. Diğer bir deyimle, ekonomide üretimin/yaratıcılığın
yerini paranın el değiştirmesi/dağıtım alıyor.
Bu gelişmenin sonucunda refah/servet dağılımı çok hızlı bir
şekilde bozuluyor. Çok küçük bir azınlık
servetin büyük çoğunluğunu topluyor.
Bozulmadan ne kast ettiğimi
aşağıdaki tablo özetliyor.
Credit Suisse’in 2010 ve 2015 yıllarında yayımladığı Küresel
Servet Raporlarından alınan verilerle hazırlanan tabloya göre, 2015 yılı itibariyle toplam servet 532
trilyon dolar kadar. Toplam servetin yüzde 45’ine karşılık gelen 113 trilyon
dolarlık bölümü nüfusun binde 7’sine (yüzde 1 bile değil), yani sadece 34
milyon kişiye ait.
2010 yılında da durum çok farklı değilmiş. 195 trilyon
dolarlık servetin yüzde 36’lık bölümü, servet sahiplerinin binde 5’ine, 24
milyon insana aitmiş.
Görüldüğü gibi, son beş yılda, dünya servet miktarı yüzde
173,4 artarken, serveti olan insanların sayısı yalnızca yüzde 7,4 artmış.
Bir hatırlatma yaparak devam edeyim. İktisat teorisine göre, ekonomide kıt kaynakların dağılımına piyasa
güçleri karar verir. Servetin oluşumunda en büyük etken olan refahın dağılımına
ise devlet. Diğer bir yaklaşımla, hangi malın, hangi girdiyle, ne kadar
üretileceği, esas olarak, piyasada belirlenir. Buna karşılık, servetin
oluşumunda en büyük etken olan, vergi, teşvik, sosyal yardımlar ve diğer etkenlerle kamu tarafından
yönlendirilir.
Görünen o ki, finansallaşan ekonomide bir milyon dolardan
çok servet biriktirebilenlerin sayısı artmazken, birikimleri hızla artıyor.
Hatta tablodan da görüldüğü gibi, orta
sınıf diyebileceğimiz, 10 bin – 100 bin dolar arası serveti olanların sayısı,
son beş yılda azalmış.
Dünyadaki bu bozulma, doğal olarak, merkez ve çevre
ülkelerde farklı sonuçlar yaratıyor. Örneğin gelişmiş ülkelerde
finansallaşmanın artması sonucu, bilgi sahibi olanlar, sermayeleri olmasa da,
finans piyasalarından para kazabiliyorlar. Çalışırlarsa,
bilgi üretebilirlerse kendilerine bir gelecek yaratabileceklerine inanıyorlar.
Umutları var. Bu nedenle milyonlarca
Müslüman Ortadoğu’dan Hristiyan Avrupa’ya göç etmek için ölümü göze alıyor.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde gelecek umudu çok sınırlı.
Hatta çoğu zaman yok. Toplumun çok büyük bir kesimi yeterli/kaliteli eğitime,
ardından bilgiye ulaşmakta zorlanıyorlar. Bu
nedenle, zenginleşmenin, refahtan daha fazla pay alabilmenin en kolay yolu,
çalışmak değil, kamu/siyaset üzerinden çıkar sağlamak oluyor.
Bunun sonucunda
siyaset, bir yerden sonra, geleceği şekillendirmek amacıyla değil, zengin olmak
ve/veya zengin yaratmak için yapılıyor. Toplumda, kamudan geçinmek, devleti
soymak sıradanlaşıyor.
Sonunda iktidarda kalmak isteyen partiler; önce kamu
kaynağını dağıtırken kullandıkları uygunsuz yöntemlerin ortaya çıkmaması için
demokrasiden uzaklaşıyorlar. Dahası iktidarda kalış süresini uzatabilmek için
daha çok kamu kaynağını dağıtmaya ve sonunda daha fazla borçlanmaya
başlıyorlar.
Ta ki krize kadar.
yani her zamanki gibi kumarı oynatanlar kazanıyor..
YanıtlaSilSayın Özyıldız, tablodaki ve yazıdaki yüzdeler hatalı.
YanıtlaSilLütfen bir daha kontrol eder misiniz?
SilHata 2015-Toplam servet sütunundaki yüzdelerde. "2015 yılı itibariyle toplam servet 532 trilyon dolar kadar. Toplam servetin yüzde 45’ine karşılık gelen 113 trilyon" %21,2 olmalı.
Silkasa her zaman kazanır yani.servet sahipleri ne isterse o oluyor yani
YanıtlaSilKaleminize sağlık..
YanıtlaSil