1996 yılı sonunda,
Tony Blair’in ilk seçim zaferini kazandığı günlerden önce Londra’daki görevime
yeni başlamıştım. Seçim çalışmalarını elimden geldiğince izliyor, sistemi
anlamaya ve değerlendirmeye çalışıyordum.
İlk olarak İngiliz
İşçi Partisi’nin klasik sol söylemden uzaklaşan, neoliberal “Üçüncü Yol”
yaklaşımı dikkatimi çekmişti. Kısaca “ne sağcı ne solcuyuz, orta yolcuyuz” deyişiyle
özetlenebilecek bu politika, Ms. Teacher sonrasının Muhafazakâr Britanya’sında
ses getirmeye başlamıştı.
T. Blair hatırı
sayılır bir zaferle iktidara geldi. Ardından 2003 Irak işgaline kadar, kendince
başarılı, bir iktidar süreci yaşadı. Ancak Körfez Krizi sırasında kimyasal
silah kullanıldığı yalanı dahil birçok ABD politikasına destek verdiği için,
kredisini kaybetmeye başladı.
Britanya’nın zarar
gördüğünü değerlendiren İşçi Partisi, Başbakanı istifa ettirdi. Yerine Hazine
Bakanı Gordon Brown’ı getirdi. İngilizlerin
dediği gibi, yılan bir taşın arkasında derisini değiştirdi. Hepimiz onu başka,
yeni bir yılan sandık. Önemli olan, bir ülkenin uzun vadeli çıkarları söz
konusu olunca, devletin aldığı tavırdı. Kişiler hiçbir zaman ülkenin
çıkarlarının önüne geçemiyordu.
Aradan yıllar geçti
geçen hafta yapılan erken seçimde, İşçi Partisi Jeremy Corbyn önderliğinde, yeni
bir zafere imza attı. Tek başına iktidar olamasa da oy oranını önemli oranda
yükseltti. Büyük ilgiyle karşılanan bu gelişmenin en dikkat çekici yanı, partinin klasik sol çizgisine geri dönüşü
içeren seçim manifestosuydu.
Refah devletine geri
dönüşü önceleyen, kamulaştırma, vergi politikasında köklü değişiklik, vb. politika
seçenekleri özellikle Avrupa’da ilgi gördü. Yoğun tartışmalar başladı. “Acaba
liberal politikaları benimseyerek politika yapan Avrupalı sosyal demokratlar da
İngiliz İşçi Partisi’ni örnek almalı mı?” sorusu her yerde günün konusu oldu.
Olayın etkisi doğal
olarak bize kadar geldi.
Ancak!
Sabrınız zorlamazsam
küçük bir önerim olacak.
Dikkat edilirse son
Küresel Krizden sonra, sağda veya solda başarı kazananların çoğu var olan paylaşım
modelini eleştiriyor. Hatta yerden yere vuruyor. Böylelikle geniş kesimleri
etkilemeyi başarıyorlar. Trump gibi en sağdan gelip, düşünülenin aksine,
küreselleşmeyi eleştirenler buna en güzel örnektir.
Bugün gelinen aşamada Türkiye’de de temel sorun borç yükü altında
ezilmiş aileler ve küçük işletmelerdir. Çözüm harcanabilir geliri çoğaltmak
üzerine kurgulanacak, tamamen yenilenmiş bir üretim, paylaşım ve dağıtım
modelini hayata geçirmek gerekiyor.
Bunun ilk adımı da kamu eliyle zengin yaratmanın
sonlandırıldığı, kıt kaynakların demokratik şartlarda, eşit olarak sanayileşme
öncelikli dağıtıldığı bir ekonomik model olmalı.
Üretimi arttırdıktan sonra yine demokratik bir paylaşım/dağıtım modelinin
yapısı oluşturulmalı.
Bu bağlamda önce hukukun üstünlüğü sağlamalı ve
eğitimde köklü reformlarla işe başlanmalı. Ardından vergi, kamu harcama
öncelikleri, teşvik, sosyal güvenlik, tarımsal destekleme ve borçlanma gibi
maliye politikası alanlarında yapılacak çok şey bulunabilir.
Sadece bir örnek
vermek gerekirse, KDV yeniden ele alınırken, dar ve sabit gelirlilerin
üzerindeki yükler azaltılır. Böylelikle kişisel harcanabilir gelir artar.
Aileler altında ezildikleri borçlardan biraz olsun kurtulmuş olurlar.
Yapılması gerekenlerin
yanında bu çok küçük bir örnek. Ama karınca da uzun yola niyet ederek çıkmış.
Yeter ki iyi niyetle başlansın.
Son söz: Hayatta bir gayesi olmayan insanlar, bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar gitmez, ancak suyun akımına kapılarak akarlar. (Seneca)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder