Yargı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yargı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Haziran 2017

İngiltere seçimleri ve biz

1996 yılı sonunda, Tony Blair’in ilk seçim zaferini kazandığı günlerden önce Londra’daki görevime yeni başlamıştım. Seçim çalışmalarını elimden geldiğince izliyor, sistemi anlamaya ve değerlendirmeye çalışıyordum.
İlk olarak İngiliz İşçi Partisi’nin klasik sol söylemden uzaklaşan, neoliberal “Üçüncü Yol” yaklaşımı dikkatimi çekmişti. Kısaca “ne sağcı ne solcuyuz, orta yolcuyuz” deyişiyle özetlenebilecek bu politika, Ms. Teacher sonrasının Muhafazakâr Britanya’sında ses getirmeye başlamıştı.
T. Blair hatırı sayılır bir zaferle iktidara geldi. Ardından 2003 Irak işgaline kadar, kendince başarılı, bir iktidar süreci yaşadı. Ancak Körfez Krizi sırasında kimyasal silah kullanıldığı yalanı dahil birçok ABD politikasına destek verdiği için, kredisini kaybetmeye başladı.
Britanya’nın zarar gördüğünü değerlendiren İşçi Partisi, Başbakanı istifa ettirdi. Yerine Hazine Bakanı Gordon Brown’ı getirdi. İngilizlerin dediği gibi, yılan bir taşın arkasında derisini değiştirdi. Hepimiz onu başka, yeni bir yılan sandık. Önemli olan, bir ülkenin uzun vadeli çıkarları söz konusu olunca, devletin aldığı tavırdı. Kişiler hiçbir zaman ülkenin çıkarlarının önüne geçemiyordu.
Aradan yıllar geçti geçen hafta yapılan erken seçimde, İşçi Partisi Jeremy Corbyn önderliğinde, yeni bir zafere imza attı. Tek başına iktidar olamasa da oy oranını önemli oranda yükseltti. Büyük ilgiyle karşılanan bu gelişmenin en dikkat çekici yanı, partinin klasik sol çizgisine geri dönüşü içeren seçim manifestosuydu.
Refah devletine geri dönüşü önceleyen, kamulaştırma, vergi politikasında köklü değişiklik, vb. politika seçenekleri özellikle Avrupa’da ilgi gördü. Yoğun tartışmalar başladı. “Acaba liberal politikaları benimseyerek politika yapan Avrupalı sosyal demokratlar da İngiliz İşçi Partisi’ni örnek almalı mı?” sorusu her yerde günün konusu oldu.
Olayın etkisi doğal olarak bize kadar geldi.

7 Nisan 2017

Borca dayalı büyüme kırılganlıkları artırıyor

Son günlerde iki önemli veri yayımlandı.

İlki TÜİK’in büyüme rakamlarıydı.

Ne yazık ki, rakamlardan çok teknik dayanakları tartışıldı. Akademisyenler ve işin deneyimli uzmanları, rakamların tutarlılığını artırmak için yapılması gerekenleri, özenle kamuoyunun bilgisine sundular.

Bunları şimdilik bir yana koyarsak, 2016 yılındaki yüzde 2,9’luk büyüme oranına en çok katkıyı sağlayanlar arasında özel tüketimi ve kamu harcamalarını sayabiliriz.
Hanehalkının tüketimini tetikleyen faktörlerden birisi, geçen yılbaşında yapılan asgari ücret artışları. Bir de bireysel kredilerdeki artışların etkisi var. Diğer bir deyimle, harcamalar en çok gelir artışlarıyla değil borçlanmayla finanse edilmiş.

Diğer veriler IIF (Uluslararası Finans Enstitüsü)’ne ait. Dünyadaki borç artışına dikkat çekiyor. Dünyada 1996 yılında 63,5 trilyon dolar olan toplam borçlar, 2016 sonunda 216 trilyon dolara ulaşmış. Devasa değişim. Artış hızı en yüksek olan alan, yükselen piyasa ekonomilerindeki reel sektör şirketleri. Ardından gelişmiş ekonomilerdeki kamu otoriteleri geliyor.

15 Haziran 2016

Aynı değil birlikte olmak için

Bugün ekonomi yazmayacağım. 12 Eylül’ü öncesiyle, sonrasıyla derinden yaşayan bir 78 Kuşağı mensubu olarak, son dönemde gördüğüm keskin toplumsal bölünmenin, 1980 öncesinden daha derin olduğunu düşünüyorum. Bu gidişin önüne hemen geçilemezse olacakları düşünmek bile istemiyorum.

Bana göre böylesi keskinleşmenin nedeni, toplumda farklılıkları körükleyip, aynıları bir araya getirme ve oradan siyasi gelecek yaratma çabası. Ne yazık ki, gelinen aşamada tüm partiler, bilerek veya bilmeyerek bu gelişmeden nemalanma yarışına girdiler.

Bu tehlikeli gidişin önüne geçmek için acilen yapılması gereken şey, aynıları ayrıştırmak yerine farklılıklarımızla birlikte yaşamanın şartlarının nasıl oluşturulacağını düşünmek.

Birliktelik kurallarla olur. Ailede, okulda, fabrikada, dairede, toplumda birlikte yaşayabilmenin önkoşulu akılcı, dinamik, çağdaş kurallar koymaktır.