Dünyanın
öte yanında, Pasifik Okyanusuna kıyısı
olan 12 ülke; ABD, Avustralya, Brunei, Kanada, Şili, Japonya, Malezya,
Meksika, Yeni Zelanda, Peru, Singapur ve Vietnam’ın ilgili bakanları, 4 Ekim
2015 tarihi bir serbest ticaret anlaşması imzaladılar. Anlaşmaya taraf ülkelerin dünya ticaretindeki payı yaklaşık yüzde 40
civarında.
TPTA
çok geniş başlıkları ve sayısız yeniliği içeriyor. Tekstil, tarım ürünleri gibi geleneksel alanların yanı sıra elektronik
ticaret ve KİT’ler için özel bölümleri var. Kamu alımları, yolsuzluk,
yatırım destekleri, finansal hizmetler bölümleri de dikkatle incelenmesi
gereken içeriklerde. Anlaşma, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarına ters
içeriği olmamakla birlikte oldukça fazla yenilik ve kural bulunuyor.
Daha önemlisi, TPTA, bir
anlamda, görüşmeleri devam eden Trans Atlantik anlaşmasının öncüsü. Başta Almanya ve
Fransa’dakiler olmak üzere Avrupa’da bazı sektör temsilcilerinin Atlantik anlaşmasına
itirazlar olsa da bir orta yol bulunacağı kesin.
AB ile sürmekte olan
görüşmeler 2016 yılsonunda biterse dünya bambaşka bir dengeye oturacak. Dünya
ticaretinin kabaca yüzde 30’unun AB tarafından yapıldığını hatırlayalım. Buna
TPTA taraflarının payını ekleyin. Dünya ticaretinin yüzde 70-75’ini kapsar.
Sistemin dışında
kalan, Çin, Rusya, Hindistan gibi “Şanghay Beşlisi” ülkelerinin durumu, bir
anlamda, yalnızlaşma olacak. Ekonomileri ve siyasi güçleri olumsuz etkilenecek.
TPTA anlaşması, öncelikle
Çin’i çok zorlayacak. Bölgedeki G. Kore, Endonezya ve Tayvan da anlaşmayı
imzalayınca, bir anlamda, çevresi sarılacak. TPTA ve Atlantik anlaşması
imzalandıktan sonra, eğer Çin şartları kabul etmezse, ürettiğinin çoğunu
satacak pazar bulamaz hale gelecek.
Diğer
bir deyimle, ya ABD ve AB’nin getireceği
yeni şartları kabul etmek zorunda kalacak. Veya ihracata dayalı büyüme modeli
sona erecek ve iç tüketime yönelecek. İç tüketim demek, bir süre sonra
aynen bugün bizim yaşadığımız sorunların benzerlerini yaşaması demek. Borçla
yaşayan 1,5 milyar insanı düşünsenize.
Olayın bir de Türkiye’yi
ilgilendiren tarafı var. Konu bizim için daha can alıcı. Eğer bir an önce AB veya Amerika ile tam üyelik ve/veya serbest ticaret
anlaşması imzalayamazsak, ihracatımız büyük darbe yiyecek. ABD ve AB,
örneğin Peru veya Vietnam’dan alabileceği bir malı bizden almayacak. Zaten
büyük sorunlar yaşadığımız dış ticarette rekabet çok daha zorlaşacak,
şirketlerimizin yeni rekabet ortamına uyum sağlayamayacaklar.
Kanımca, gelecek
hafta sonu yapılacak seçimlerden sonra kurulacak hükümetin en önemli ekonomik konusu
dış denge olacak. Dış ticaret, cari açık, sıcak paranın akıllı yönetimi vb. Bu bağlamda TPTA ve Atlantik tarafında yürümekte olan müzakereler ülkemizin
geleceğini yakından ilgilendiriyor.
Önemli
bir karar vermemiz lazım. Eğer “bizi almazlar” türü bir yaklaşım içinde
olunursa, inanın bana sonumuz “yandı gülüm keten helva”. İhracatta yönelik iş
yapan şirketlerin büyük çoğunluğu, örneğin tekstil ve diğer bazı
sektörlerdekiler yeni duruma uyum sağlamak için baştan aşağı değişmek, rekabete
uyum sağlamak zorundalar. Değişim bir kaç yılı sürecek bir işlem. Teşvik,
vergi, kredilendirme gibi birçok alanda değişimi gerektiriyor.
Bunlar
ötelenirse, zaten en kırılgan listesinin başında olan Türkiye, daha da kırılganlaşacak.
Açığı büyüyen bir dış ticaret ve cari açık dengesiyle ekonomik ve sosyal
hayatını ancak gelecek krize kadar devam ettirebilecek.
Belki
de “Yönümüz doğuya, Şanghay Beşlisi’ne doğru olmalı” deyip, başka bir dünyayı düşünmenin
tam zamanı. Ne dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder