Benim cevabım; hayır, istemiyorlar.
“Nasıl bu kadar emin olabilirsin?” diye sorarsanız cevap
vermeye çalışayım.
Demokrasi, özünde, refahtan hak ettiğini alabilme,
endişelenmeden yaşayabilme özgürlüğüdür. Refah paylaşımı ise devletin
görevidir. Kapitalist bir ekonomide, kıt
üretim kaynaklarının nasıl dağılacağına piyasalar karar verir. Diğer bir
deyimle üretimin şekillenmesi esas olarak oralarda belirlenir.
Bölüşüm, üleşim
kararını ise devlet.
Vergi, teşvik, sosyal harcamalar vb. yöntemlerle devlet
fazla geliri olan kesimden alıp, ihtiyacı olanlara dağıtır. Bu dağıtımın bir
bölümü karşılıksızdır. Ancak devletten her alınan bedavadır anlayışı yanlıştır.
Sonunda devlet te bir yerden para bulmak durumundadır. Eğer gelirleri
harcamalarını karşılayamaz duruma gelirse açık verir, borçlanmaya başlar.
Devlet üleşim işini yaparken adil olmak zorundadır. Hele bir
de bizim gibi gelişmekte olan bir ülkenin devleti ise kılı kırk yarmak
durumundadır. Harcamalarının çoğunu borç alarak yapıyorsa, adaletin önemi daha
da artar. Adalet, dağıtım işinin şeffaf ve hesap verilebilir bir şekilde
yapılamasıyla olur.
Eğer devlet kimden vergi aldığını, kimden almadığını; kime
teşvik, ihale verdiğini, kime neden vermediğini şeffaf bir şekilde açılarsa ilk
şart sağlanmış olur. Daha önemlisi, “Ben Allah’tan başkasına hesap vermem”
anlayışını esas alarak devlet yönetiliyorsa dert büyük, hırsızlık artmış
demektir.
Türkiye’de uzun yıllardır üleşim/paylaşım işine devlet, daha
doğrusu devletin yürütme organı hükümet doğrudan, şeffaf olmayan yöntemlerle ve
hesap vermeden müdahale ediyor. Sakın yanlış anlaşılmasın. Bunlar yapılırken hiç
bir şey yasa dışı değil. Kanunsuzluk ayrı bir şey.
Bir kaç örnek vermek gerekirse. Yetkililer, işe alırken torpilsiz
mekanizmaları çalıştırmaz. Sınavlar yerine “hamili kart yakınımdır” sistemi öne
çıkarır. İhale, teşvik istediğine verir. Vergi istisnaları ve muafiyetlerini
istediğine verir. Vergi uzlaşmasında istediğine ceza istediğine af uygular. KDV
toplayanlardan tahsilat yapmaz, hırsızlıklarına göz yumar. Vb. Kimine kamu
bankasından kredi verir, kimine vermez. Belediyede ruhsat verirken kuralları
kimine hemen kimine bir yıl sonra işlem yapar.
Anlayacağınız, kurallar baştan şeffaf/net şekilde konmaz.
Konsa bile herkese eşit uygulanmaz.
Bu durumda, eğer
kolay geçinmek, tez elden zengin olmak istiyorsanız belediyede, özel idarede,
KİT’te, bakanlıkta birini bulmanız gerekir. O da siyasi partilere,
yöneticilerine yakın olmakla başlar. Belde, ilçe, il yöneticileri belediye,
KİT ve bakanlıklarda ne kadar etkin olabiliyorlarsa size o kadar yardımcı
olabilirler.
Dolayısıyla sonuç olarak, siyaset ulvi amaçlar, idealler
için yapılmaz hale gelir. Yerelde
belediyeden, partide genel merkezden, hükümet olunca da devletten geçinmek esas
olur. “Bal tutan parmağını yalamaya başlar”. “Devletin malı deniz yemeyen
domuzdur”. Siyasetçilerin büyük bölümü, durduğu yerde iş sahibi, gelir sahibi
olmaya başlar. Refahtan hak ettiğinden daha fazlasını alır. Haksız kazanç elde
ederek, kısa sürede köşeyi döner.
Partisi ister
iktidarda ister muhalefette olsun fark etmez. Gerek parti içinde gerek genelde
seçim zamanı gelince; ülke gerçekleri, idealleri için değil, kendini zengin
edenin yönetici olması için her türlü anti demokratik uygulamaya göz yumar.
Bunu yaparken de, “kul hakkı,
vatan, millet
edebiyatını” hiç ihmal etmez.
Bu bağlamda, yerelde belediye meclisi, il genel meclisi
üyesi, genelde de parti genel merkez yöneticisi ve/veya milletvekili olabilmek
için ne kadar anti demokratik uygulama varsa ona yönelir. Örneğin parti üyelerle
aday belirler, o “demokrasi abidesi, parti emektarı(!) üyeler” aday belirlerken
derneklere en çok para dağıtanı, kamudan menfaat sağlamaya söz vereni seçerler.
Genel Başkanlarda; dükkanının vitrine makas koyan sünnetçi misali, hepsi aynı olmasın ayrıca dağıtımda kavga çıkmasın diye tüm yetkileri kendilerinde toplarlar. Birer diktatör olurlar.
Genel Başkanlarda; dükkanının vitrine makas koyan sünnetçi misali, hepsi aynı olmasın ayrıca dağıtımda kavga çıkmasın diye tüm yetkileri kendilerinde toplarlar. Birer diktatör olurlar.
Ekmeğini alın teriyle kazanalar da, bunlardan demokrasi
bekleyerek ömrünü geçirir. Bilmezler ki, gerçek demokrasi gelse şu anda siyaset
yapanları en az yüzde 80’i bir şekilde kaybeden olacak.
Anlayacağınız, gerçek/çağdaş bir demokrasi için devletten zengin olmanın yollarını olabildiğince kapatmak lazım. O da derin bir ekonomik kriz olmazdan çok zor.
Hep şunu savunurum zira geçmişte(tarihte)örnekleri var:Bu ülke ya yokluktan yada ağır bir (Allah göstermesin)savaştan geçip statüsünü resetlemeden adam olmazzzz.Her birey insani fabrika ayarına dönecek ve ülke kalkınacak.Atatürk bunu başarmıştı.Bunu şimdi belki kapitalizm (bizim iç dinamiklerimizde hayat yok)gerçekleştirecek..
YanıtlaSil