Hiç
unutmam.
Krizden
hemen önce, Ocak 2001 tarihinde Hazine Müsteşar Yardımcılığına atanmıştım.
Bilindiği gibi müsteşar yardımcılarının bir görevi de kendilerine bağlı genel
müdürlüklerin yönetiminde müsteşara yardımcı olmaktır. İlk atandığımda, o
yıllarda Hazine çatısı altında olan, Teşvik Uygulama ile Yabancı Sermaye Genel
Müdürlükleri de bana bağlanmıştı.
Oldukça
heyecanlıydım. Daha önceki kamu görevlerim sırasında kamu finansmanı, KİT, kambiyo,
bankacılık gibi konularla uğraşmıştım. İlk defa reel sektöre ilişkin bir alanda
çalışacaktım.
Hemen
ilgili birimlerden brifingler almaya başladım. Uzman arkadaşlarımla işin
detaylarını tartışıyordum. Daha doğrusu işi öğrenmeye çalışıyordum. Konularında
Türkiye’nin en yetişmiş insanlarından çok şey öğrenmeye başlamıştım.
Ne
yazık ki, yaklaşık bir ay sonra Şubat
2001 Krizi patlak verdi. Hazine’de bakan ve müsteşar değişti. Yeni yönetim,
eskiden genel müdürlüklerini yaptığım KİT ve Kamu Finansmanı işlerine geri
dönmemi istedi. Reel sektörle ilgilenme hayalim sona erdi.
Bu
kadar uzun giriş yapmaktan amacım size özgeçmişimi anlatmak değil.
Teşvikler
konusunu öğrenirken bir şey dikkatimi çekmişti. Devlet, vergi ve SSK, BAĞ-KUR prim borcu olanların peşine düşmüyor
aksine olanlara teşvik veriyordu.
Daha
önce ve Kriz sonrasında, devletin iç borçlanmasıyla uğraşan birisi olarak aşırı
tepkiler vermiştim. Düşünsenize, bir işletme var. Bir nedenle vergi ödemiyor,
çalışanların veya ortakların sosyal güvenlik primleri ödenmiyor. Bütçe bu
nedenle açık veriyor. Açığı finanse
etmek için Hazine borç alıyor. Devlet sağlık harcaması yapıyor, emekli
maaşı ödüyor.
O
günlerde Hazine kimlere borçlu, kimlerden borç alıyoruz diye basit bir
araştırma yaptırmıştım. Her kesimden tasarrufu olana, bankalar aracılığıyla
kamu kâğıdı satılıyordu. Bu arada bazı kamu bankalarının yetkililerinden çok
ama çok çarpıcı bir bilgi almıştım. Devlete
vergi ve prim yükümlülüklerini ödemeyenler hem bu parayla hem de devletten
aldıkları nakit teşviklerle, Hazine tahvili satın alıyorlardı. Hem de yüzde
60-70’li faizlerle.
Yani devlet kendisine
karşı görevini yerine getirmeyene ceza vereceği yerde ödül veriyor, daha da
zenginleşmesine yardımcı oluyordu.
Bunun
yanlış olduğunu, devlete vergi ve prim borcu olana teşvik verilmemesi
gerektiğini, 2001 Krizi sonrasında her fırsatta ısrarla söylemeye başladım. Ama
ülkenin en derin ekonomik krizinin yaşandığı dönem olması nedeniyle bu fikrim,
özellikle siyasetçiler tarafında pek kabul görmedi.
Aradan
yıllar geçtikten sonra AKP iktidarı bu
uygulamayı yürürlüğe koydu. Beni çok mutlu eden bu kararın alınmasında emeği
geçen tanıdığım kişileri aradım, kutladım.
Ancak
bu hafta gazetelerde yer alan haberler moralimi bozdu. Eğer doğruysa, Maliye Bakanlığında yapılan çalışmalarda
eskiye dönüşe yönelik hazırlıklar varmış. Devlete vergi ve SGK borcu olanlara yeniden teşvik ve KOSGEB desteği
verilecekmiş.
Geri dönüşün iki nedeni olabilir. Birincisi,
reel sektörde borç kriz vardır. Şirketler kredi ödemekten vergi ve prim
ödeyemiyorlardır. Dahası teşvik alamazlarsa sektörel iflaslar başlayacaktır.
Eğer durum böyle ise devlet elinden geldiğince şirketlere yardımcı olmak
istiyordur.
Ama
kamuda kime sorsanız bunun tam tersini söylüyor.
O
zaman diğer seçenek aklıma geliyor;
seçime/referanduma gidiyoruz. Hazırlıklar başladı. KOBİ’lerin ve esnafın
gönlünü almak hedefleniyor.
Düşüncelerinizi zevkle takip ediyorum Hakan bey, kaleminize(klavyenize) sağlık. Ben de esnaflarla çok sohbet eden ederim. Siyasi bir olay esnafın nasıl işlerini yarı yarıya azaltıyor malesef her konuşmamda tanık oluyorum. Kobi özellikle 1-1.5 yıldır çok dertli. Ben "her ikisi birden" seçeneğinizin gerçekleşeceğini tahmin ediyorum.
YanıtlaSilSaygı ve minnetle,
Hakan bey,Yazılarınızın müdavimi oldum teşekkür ediyorum.
YanıtlaSilEkonomideki daralmaya rağmen Hazine hala fazla veriyor.
Bu durumu eski Hazineci olarak nasıl açıklarsınız.
Saygılarımla