Önce Almanya’da İslam karşıtlığının yaygınlaşması, ardından
Fransa’daki katliamlar.
Olayları çok iyi anlamak zorundayız. Zorundayız ama öyle
söylemekle olacak kadar da kolay bir iş olmadığı da kesin. Ayrıca konu, sadece
ekonomistlerin veya sosyologların çözebileceği kadar basit değil. Uzun ve
kapsamlı çalışmaları gerektiriyor. Teologlar, antropologlar ve psikiyatristler
de konuya dahil olmalılar.
Ekonomik çöküntünün
etkisi
Ben sorunun küçük bir yanına, sadece son küresel kriz ve
sonrasında değişen bazı dengelere dikkat çekmek istiyorum.
Dünya da sosyal devletin babası Alman devlet adamı Bismark’tır. 1880’li yıllarda işçilerin sosyal
haklarını tanımış ve emeklilik dahil diğer sosyal yardımların Avrupa’da
yayılmasına öncülük etmiştir. Amerika ancak II. Dünya Savaşı’ndan, 1945’ten
sonra, o da dar kapsamlı, sosyal yardım uygulamalarına başlamıştır.
Savaş sonrası dönemde çok hızlı büyüyebilen batı
ekonomilerinde refah paylaşımı nispeten kolay olmuştur. Toplanan vergiler
toplumun alt gelir gruplarına bonkörce dağıtılmış, dar gelirlilerin ekonomik
çelişkileri olabildiğince törpülenmiştir.
Olayın ekonomik yanı
kadar, soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı verilen ideolojik
savaşla da ilişkisi vardır. Komünizmin Avrupa’ya yayılmasının önüne
geçebilmek için refah dağılımında bonkör davranılmıştır. Kabul etmek gerekir
ki, Batı bu mücadele başarılı olmuştur. SSCB, 1990 yılında dağılmış, o
topraklara yarı piyasacı, yarı devletçi bir kapitalist model egemen olmuştur.
Bununla beraber son küresel kriz her yerde olduğu gibi
Avrupa’da da derin tahribatlara yol açmıştır. Borçlanma üzerine kurulan
ekonomik sistem çökmüş, yerine yenisi konulamamıştır. Çöküşün ertelenmesi için Avrupa Merkez Bankası (AMB) elinden geleni
yapmaktadır. Ancak tüm Avrupa’nın siyasi ve ekonomik yapısını değiştirecek
yapısal reformlar hayata geçirilmeden krizin etkilerinin yok edilemeyeceği çok
iyi bilinmektedir.
Aşırı borçlu devletler
sosyal harcamaları kısmak zorunda
Çözülmesi gereken konulardan birisi de aşırı borçlanmış olan
devletlerin, harcamalarını nasıl azaltabilecekleri ve/veya gelirlerini nasıl
çoğaltabilecekleridir. Harcama kısma programları konuşulurken ilk akla gelen
başlık, giderlerin çoğunluğunu oluşturan sosyal harcamalardır.
Özellikle işsiz olan gençler, kendileri hiç bir gelecek
planı yapamazken yaşlıların ve dışarıdan gelip sistemin açıklarından
yararlanarak geçinenlerin neden kamu kaynaklarından pay aldıklarını
sorgulamaktadır. Yanı sıra yaygın işsizlik ortamında sınırlı sayıdaki iş
olanakları, doğal olarak daha iyi eğitim almış gençlere tanınmaktadır. Dedesi veya babası Ortadoğu’dan gelmiş olan
ve en fazla lise eğitimi alan kenar mahalledeki kendi gettosunda yaşayan genç
iş bulmakta zorlanmaktadır. Nitelikli, kalıcı, geliri yüksek iş ise
çoğunlukla onun için hayaldir.
Avrupa artık eski Avrupa değil. Zenginliği azaldı. Dünyayı
sömürerek eriştiği zenginlik sınırlandı. Refah paylaşım modeli eskidi. Yenisini
de yerine koyabilmek için can acıtıcı ekonomik ve siyasi değişimler yapmak
lazım.
Söylemeye dilim
varmıyor ama böylesine kapsamı reformlar, seçimlerde alınacak sonuçlarla
yapılabilecek işler değil. Halka, seçmene acı ilacı içirmek için önce acıya
razı etmek lazım.
Şimdi bu süreci yaşıyoruz. Sonrası yakında gelecek.
Ama sadece Avrupa’da değil. Oradaki değişimlerin tüm
komşuları gibi AB aday üyesi olan Türkiye’yi de etkilemesi kaçınılmaz.
Peki biz hazırlıklı mıyız?
Ne gezer? Bazı beyinsizler, “6 yaşındaki çocukla
evlenebileceğini” konuşuyorlar. Aynen İstanbul fethedilirken Bizanslıların
meleklerin cinsiyetini tartıştıkları gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder