Ben iktisat eğitimini AÜ SBF’de, 1973-77 arasında aldım. Hocalarımız bize iktisat öğretirken
kalkınmanın öneminden bahsederler, büyüme ile kalkınmanın farklarını
anlatırlardı. Öğrenciydik. Anlatılanların yarısını dinledik. Öteki yarısı
bir kulağımızdan girdi, geçer not alınca, öteki kulağımızdan çıktı.
Ardından hayata atıldık. İktisadın sadece araba, telefon ithal
etmek, hisse almak, kur tahmini yapmak olmadığını, geçen yıllar çoğumuza, zorla
da olsa, öğretti.
İş
sahibi olmanın, aile kurmanın, konut sahibi olmanın, tatile gitmenin, kitap
okumanın, eğlenmenin de insan hayatında ne kadar önemli olduğunu kavradık. Refah
içinde yaşamak, refahtan olabildiğince daha çok pay alabilmek ve böylelikle geleceğe
umutla bakabilmek, kısacası mutlu olabilmek her şeyden önce geliyor. Anladık. Sonra yaşımız kemale erince, aynı şeylerin
daha çoğunu ve daha iyisini çocuklarımız, yeğenlerimiz, kısacası gençler için
istemeye başladık.
Özellikle gelişmiş ülkelerdeki standartları görüp, yaşayınca,
yaşam kalitesini yükseltmenin ne kadar değerli olduğunu gördük. Daha iyisi
bizde de olsun istedik. Bunun, rüşvetçi değil, akılcı sosyal politikalardan
geçtiğini artık çok iyi biliyoruz.
Dolayısıyla kalkınmanın büyümeden daha önemli olduğu beynimize
kazıldı.
Örneğin, kişi başına milli geliri 30-40 bin dolar civarında
olan bir Ortadoğu ülkesinde kadınların gördüğü muameleyi görünce işin özünün
ekonominin büyümesi olmadığını daha iyi öğrendik. Kalkınmanın temel amacının
insana özgür bir biçimde ve refah içinde yaşama garantisi vermek olduğunu
anladık.
Amacım sözü Diyanet’in iğrenç, korkunç (!) baba-kız fetvasına
getirmek değil.
Elime yeni geçen bir rapordan bahsedeceğim.
Küresel
Dullar Raporu 2015 (The Global Widows Report 2015 – The Loomba
Foundation) aslında geçen sene Mart ayında yayımlanmış. Oldukça kapsamlı bir
çalışma. Özet bilgiler vereyim.
Tahminlere göre dünyada 258,5 milyon dul var. Bunların,
yetişkinler dâhil, 584,5 çocuğu var. Sayılar 2010-15 arasında yüzde 9 artmış. Ortadoğu ve Kuzey Afrika artışın en fazla
görüldüğü bölgeler. Nedenlerin başında, çatışmalar ve hastalıklar geliyor. Her
yedi duldan birisi çok yoksul şartlarda yaşıyor. Dünyadaki her on evli kadından
birisi boşanıyor. Dulların üçte biri Çin ve Hindistan’da yaşıyor. Önemli
miktarda dul kadın, çocuk yaşında evlendirilmiş.
Bahsi geçen çalışmada en çok dikkatimi çeken bir tabloyu
aşağıda sunuyorum. Tabloda, ülkeler
itibariyle, toplumda dul kadınlara gösterilen davranışın diğer kadınlara
gösterilen davranıştan farkı oranı yer alıyor. Yani değerlendirme
toplumlarda genel olarak kadınlara yapılan ayrımcılığı değil, dul kadınlara
yapılan ayrımcılığı inceliyor.
Türkiye
burada da birinci sırada. Bu topraklarda dul kadına olan
davranışlar, yüzde 52 oranında diğer kadınlara olan davranışlardan büyük oranda
farklı. Yüzde 18 oranında biraz farklı. Dul kadına farklı davranılmıyor
diyenler yüzde 16 kadar.
Dul kadınları ayrım yapmada Nijerya’dan, Mısır’dan,
Hindistan’dan, Azerbaycan’dan daha kötü durumdayız. Dünya ortalamasının epeyi
üzerindeyiz.
“Efendim büyük ekonomiyiz, G20 üyesiyiz, büyüme oranımız yüzde
bilmem kaçlarla dünyada önde gidiyor” şeklindeki söylemler, avunmak için kısa
vadede işe yarar. Ama eğer boşanan bir kadın, o toplumda kendisini güvende
hissetmiyor ve büyük oranda farklı davranış görüyorsa, yüzde 10 büyüseniz kaç
yazar?
Oturup
neden bu alanda dünya lideri olmuşuz düşünmemiz lazım.
Örneğin, eğitim ve sosyal, kültürel politikalarımızdaki yanlışları araştırmamız
gerek. Ama biz bu ve diğer toplumsal yaralarımızı görmemezlikten gelmeyi
yeğliyoruz. Bunun yerine, bir bölümüz sabah akşam başkanlık mı parlamenter
sitem mi; diğerlerimiz faiz, kur, enflasyon üzerinden ahkâm kesiyoruz. Böyle
gidersek yakın gelecekte sağlıklı bir toplumda yaşamayacağımızı söyleyebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder