Geçen yıl yaşananları, kimileri
dış mihraklar kolaycılığıyla kimileri de orta sınıfın isyanıyla açıklamaya
çalıştı. Ne istihbaratçıyım ne de sosyolog. Dolayısıyla kesin ve doyurucu bir
tahlil yapamazsam beni bağışlayın. Ama izin verin bir deneme yapayım. Bazı
sorular sorarak olayın değerlendirilmesine katkı sağlamaya çalışayım.
Anlamak için sorgulamak
Şöyle düşünerek
başlayalım. Siyasetçi neden şehrin bir
yerine hangi inşaatın yapılacağına karar verir? Çok bildiğinden desek, tüm
siyasetçilerin mühendis veya şehir plancısı olması gerekir. Değiller.
O çevrede yaşayanlar çok eğitimsiz, kendi kararlarını
verebilecek kadar aklıselim sahibi değiller desek yanlış olur. Çünkü Gezi’ye ilk gelip çadır kuranlar, tam
tersine bu ülkenin iyi eğitimli gruplarının temsilcileri.
Hayır, Gezicilerin asıl amaçları tamamen siyasiydi
desek hiç değil. Çünkü işin içine küçük, kenarda kalmış “ne idüğü belirsiz”
siyasi gruplar girince, ilk günlerdeki meydanda el ele beraberce eylem yapanlar
meydandan çekildiler.
Daha ilginç olan şey, sonradan
ortalıkta görünenlerin bazıları, bize 1970’li yıllardaki provokatörleri
hatırlattı. Bizim nesil bu konularda şerbetlidir. Polis panzerinin
kurşungeçirmez lastiklerine tabancayla ateş eden parkalıları biliriz. “Ne idüğü belirsiz” bu tipler 13 Eylül 1980 sabahından
sonra yok oldular. Çok iddialı konuşmayayım ama onların yetiştirmeleri yine ortalıkta
görünmeye başladı gibi sanki.
Her işe politikacılar karar verir. Tüm tercihleri onlar
yapar.
Bana göre en önemli
etken yerleştirilmeye çalışılan demokrasi anlayışı. Yani her toplumsal kararı, “milli iradeyi temsil ettiği” için sadece siyasetçilerin
alabileceğini düşünmek.
Hâlbuki gelişmiş çağdaş demokrasilerde tam tersi yönde
gelişmeler yaşanıyor. Bazı kararları oydaşlara bırakma eğilimi yaygınlaşıyor. Örneğin bir mahallede imar değişikliği
yapılacaksa mutlaka orada yaşayanların çoğunluğunun onayı alınıyor. Tabi bunun
bir sonucu da oluyor. Eğer imar
değişikliği ile konut ve arsalar değerleniyorsa sahiplerinden daha fazla vergi
alınmaya başlanıyor. Öyle bizdeki gibi, devletin sırtından zengin olalım ama
hiç vergi vermeyelim gibi çıkarcı bir anlayış oralarda pek yok.
Zaten bizdeki sorunun
özü de burada yatıyor. Kamunun aldığı
kararlar ve yaptığı değişikliklerle yandaşlar, kardaşlar ve sırdaşlar;
durdukları, oturdukları yerde hiç para harcamadan zengin olabiliyorlar.
Zengin olmak ayıp mı?
Hayır. Ama zenginliği paylaşmak, yaygınlaştırmak ve ondan vergiyle devlete
kaynak sağlamak varken bunu birkaç kişiye perde gerisi işlemlerle sağlamak
yanlış.
Gezi’de böyle mi oldu
derseniz başlangıçtaki algı böyleydi. AVM yapmak için park yıkmaya tepki
olarak, gayet masum başlayan eylemlere gece yarısı en ağır şekilde müdahale
edilince ortalık karıştı. İnsanlar direnmeye başladı. Ardından devlet daha da
sertleşti. Olaylar Türkiye’ye yayıldı. İnsanlar
despotik yaklaşımlara, uygulamalara karşı çıktılar. Ölenler, gözünü
kaybedenler, yaralananlar oldu.
Artık Türkiye’de yeni
bir dönem başladı. Demokrasi ve kurumları daha çok sorgulanıyor. İnsanlar iş ve
aşın yanında refahtan daha fazla pay almayı hedeflemeye başladılar. Daha çok özgürlük istiyorlar.
Anlayacağınız Mehmet
Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Mustafa Sarı,
İrfan Tuna, Selim Önder, Ethem
Sarısülük, Zeynep Eryaşar, Medeni
Yıldırım, Ali İsmail
Korkmaz, Ahmet Atakan,
Serdar Kadakal ve Berkin
Elvan boşuna ölmediler.
Diğer yurtseverleri nasıl kalbimizde yaşatıyorsak
onları da unutmayacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder