Bugün dünya “düşen büyüme,
artan eşitsizlik ve yükselen toplam borç” sorununu çözmekte zorlanıyor. Çünkü
hastalığın tedavisi kapsamlı fiskal değişimlere bağlı. Ancak yüksek borçluluk
bu alandaki radikal reformların önünde engel olarak duruyor.
2008’den bu güne düşük faiz ve
genişlemeci para politikası sayesinde zaman kazanmaya çalışan karar alıcılar
artık işin sonuna gelindiğini biliyorlar.
Çünkü çözüm kolay değil. 1990
sonrasında aşırı finansallaşan ekonomilerde, para ile reel sektörün ilişkisi
koptu. Bilindiği gibi, bankacılık “kısa
vadeli ve ucuz bir şekilde borç alınan paranın, uzun vadede yüksek faizle borç
verilip, risk alınarak para kazanma sanatıdır.” Ancak düşük/negatif
faizlerin yaygınlaştığı bir dönemde kimse uzun vadede para kazanamaz oldu. Uzun
vadede düşük gelirle yüksek risk almak istemeyen finansal sistem, reel sektöre
kredi vermek yerine, para ve sermaye piyasalarına yatırmayı seçiyor. Bu yolla
iyi de gelir elde ettiler. Ama onun da sonuna gelindiği konuşuluyor.
Bu yapı, yatırımları ve
büyümeyi olumsuz etkiler hale geldi. Büyüme
hızları düşünce, bir yandan ülkeler arasındaki diğer yandan ülke içindeki
toplumsal kesimler arsındaki eşitsizlikler büyümeye başladı.
Gittikçe derinleşen dertlere
derman bulabilmek için Avrupa’da tartışmalar başladı bile. Bana göre en dikkate değer öneriler finansal sektörün
yeniden düzenlenmesi ve radikal vergi düzenlemeleri içerenler.
Bazı önerileri başlıklar
halinde özetleyeyim.
- Reel ekonomiden kopan finansal aktivite, sıkı düzenlemelere/kurallara tabi tutulup, spekülatif, istikrarı bozabilecek işlemler akıllıca vergilendirilmeli.
- Off-shore vergi cennetleri zaman içinde işlevsizleştirilerek trilyonlarca dolarlık kaynak kurallarla dikkatle düzenlenmiş finansal piyasalara geri getirilmeli.
- Uluslararası ticaret, temel çalışma standartları da dikkate alınarak yeniden düzenlenmeli, rekabetin önündeki engeller kaldırılmalı.
- Ulus devletler tam istihdam, açlığın ve yoksulluğun azaltılması, sürdürülebilir üretim ve tüketim yollarını kendilerine göre belirlemeli. Öncelikler uluslararası genel kabul görmüş kuralları dikkate almalı.
- Büyüme ölçümlerinde, ekonomik performanstan çok, eğitim, sağlık ve sosyal yardımlardan yararlanma durumları ile çevre gibi daha sağlıklı refah paylaşımını ele alabilen unsurlar öne çıkarılmalı. Örneğin, trafik sıkışıklığı aşırı akaryakıt tüketimi nedeniyle milli geliri büyütürken, yaşam kalitesini yerle yeksan eylemektedir. O zaman böylesi GSYH büyümesinin insanları ne kadar mutlu ettiği sorgulanmalı.
- Eşitsizlikleri azaltmak için öncelikle kapsamlı bir vergi reformu yapılmalı. Yapılacak değişikliklerle, daha adil bir gelir dağılımının ve refah paylaşımının önü açılmalı. Vergideki kayıt dışılıkla mücadele ile istisna ve muafiyetler bu bakış açısıyla ele alınmalı.
Bu önerilerin yanında başkalarının
da olduğu biliniyor. Anlaşılan Atlantik’in doğusunda bir ortak akıl oluşturma
çabası var. Geçmişe bakıldığında, modern refah devleti başta olmak üzere kalıcı
fikirlerin kaynağı olan yaşlı kıta Avrupa’da başlayan tartışmalar geleceğe
umutla bakmamıza yardımcı olabilir.
O zaman, “Bizim etimiz ne
budumuz ne? Ne yapabiliriz ki?” demeden “Bir tutam da olsa çorbada tuzumuz
olsun” diyenlere seslenmek istiyorum: Yukarıdakiler ve benzerleri önerilerin
bizim gibi aşırı dolarize olmuş ve borçlu ekonomileri nasıl etkileyeceğini tartışmanın
zamanı geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder