Yazının
başlığı, belki de “2008 Küresel Krizinden çıktık mı?” olmalıydı. Konu önemli.
Hocaların
hocası, Prof. Dr. Yılmaz Akyüz son
çalışmasında, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde sermaye akımlarının, yükselen piyasalarda yarattığı etkileri
dönemlere ayırmış.
Gelişmekte
ülkelere akan dövizin arttığı birinci
dönemin başlangıcı 1970’lerin sonu ile1982 öncesi yıllar. Sonucu Latin
Amerika borç krizi. 1984 Brady Planıyla ABD banklarının batışının önlenmesi.
İkinci dönem 90’lı yılları
kapsıyor. Yine zenginlerden, gelişmişte olan ülkelere döviz akıyor. Bunun
sonucu ise, 1998 -2001 yılları arasında Doğu Asya, Brezilya, Rusya, Türkiye ve
en sonunda Arjantin’de yaşanan derin krizler.
Son dönemde, 2008 sonrasında,
trilyonlarca dolar dövizin, gelişmekte olan ülkelere akmasına şahitlik
ediyoruz.
Her
krizin sonrasında uygulanan yeniden yapılanma politikaları bir yandan dünya dengelerinde
diğer yandan ülkelerin kendi içlerinde önemli yapısal değişikliklere yol
açıyor.
Dolayısıyla
hazırlıklı olmak, gelecek olası krizden kaçınmak veya etkilerini olabildiğince
az hasarla atlatabilmek için bugünün
sorunlu yapısını anlamak lazım.
Her
uzman konuya farklı açıdan bakıyor. Bana
en yakın gelen değerlendirmeyi özetlersem:
Uluslararası
finansal sistem geçmişten çok farklı. Yeni
küresel ürünler var. Ülkeler sınırlarını sonuna kadar açmışlar, sermayenin
sınır ötesi hareketlerinde sınırlar kalkmış. Biz dâhil tüm gelişmekte olan
ülkelerde doların tartışılmaz hâkimiyeti var. FED ve Bayan Yellen’i
Tahtakale’deki esnaf bile yakından takip ediyor. Sermaye hareketlerini iyi
yönetemeyen hiçbir ülke bu gelişmenin yarattığı sosyal ve siyasal etkilerden
kaçınması mümkün değil.
Bunun
ortaya çıkardığı uluslar üstü bir
kapitalist sınıf oluştu. Kendi açılarından haklı bir yaklaşımla, iş ve
piyasa kurallarında uluslararası standartlaşmaya gitmek için mücadele
ediyorlar. Ülkelerin kendi kurallarının değiştirilmesi için organize bir çaba
içindeler.
Bu
amaca hizmet için, devletlerarası
örgütlerin sayısı ve etkinliği her gün artırılıyor. Bir yandan bölgesel
uluslararası yapılanmalar yenilenirken diğer yandan ulus üstü organizasyonların,
ulusal kamu yapılanmalarıyla birlikte hareket etmeleri çeşitli yöntemlerle
teşvik ediliyor.
Yeni
yapı, ülkeler arasındaki gelir eşitsizliklerinin
yanı sıra ülkelerin kendi içindeki eşitsizlikler de derinleşiyor. Küresel
toplum öylesine uçlarda yaşıyor ki, bir yanda içecek su, yiyecek ekmek
bulamayan milyarlarca insan yaşam mücadelesi verirken diğer yanda her 13 ayda
bir yeni akıllı telefon almak için gece yarısından kuyruğa giren küçük bir
azınlık var.
Can alıcı sorular
Sorunlara kalıcı
çözümler bulmak yerine merkez bankalarının para basarak sürdürdükleri bu “suni
denge” ne kadar daha sürdürülecek? Önceki örneklerinden de görüldüğü gibi
gelişmekte olan ülkelerin canını yakacak mı?
Yunanistan
yeni finansal düzene ilk kafa tutan ülkelerden biri. Bu duruşun meyvesini mi
yiyecek yoksa sopasını mı göreceğiz. Ama sonuç tüm gelişmekte olan ülkeler için
ciddi sonuçlar yaratacak.
Riskler
sadece gelişmekte olan piyasalarda değil. Ekonomistler gelişmiş ülke finansal piyasalarında
artan risklere dikkat çekmek için makale üstüne makale yazıyorlar. Sonuç üç
aşağı beş yukarı belli. Dışarıda fırtına
bulutları toplanıyor. Olası krizin etkilerini azaltmak istiyorsak; dünya
finansal hareketlerine sınırlar konması lazım. Yanı sıra bazı ortak vergiler
gündeme gelebilir.
Dahası,
bizim gibi ülkelerde “sermaye
hareketlerini akıllı yönetmek” için önlemler almak lazım. Sıcak paraya
mahkûm olmuş ekonominin geleceği, döviz arzını yönetenlerin ellerine
bırakılmamalı.
Bu
bağlamda, oy verirken partilerin seçim beyannamelerinin ekonomi bölümüne bakın.
Eğer sıcak paranın yönetilmesi konusunda bir önerisi yoksa geçin. Oyunuzu başka
partiye verin. Hiçbir parti bu konuya değinmemişse karar sizin. Ama ben ne
yapacağımı biliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder