Biz genel seçimlerle meşgulken dünyada yaşananları bir
kenara koyduk.
Çok yazıldı, söylendi. Küresel
ekonomik geleceği belirleyecek önemli olaylardan ikisi; FED ‘in faiz
artırımı ve ABD’nin Pasifik ve Atlantik Okyanuslarındaki kıyıdaşlarıyla yapmaya
çalıştığı serbest ticaret bölgesi anlaşmalarıdır.
Serbest ticaret anlaşmalarına daha 24.Ekim.2015 tarihli
yazımda değindim.
Bugün, FED ‘in ve
diğer merkez bankalarının elini kolunu bağlayan, finans piyasalarının iki önemli
yapısını ele alacağım.
2008 Küresel Krizinden sonra banka bilançolarına sıkı
kurallar getirildi. Klasik bankacılık işlemleri dışındaki risklerin zamanla
azaltılması istendi. Fazla sıkıntıya gelemeyen finansal piyasalar hemen “gölge
bankacılık” olarak adlandırılan yeni bir faaliyet alanına yöneldiler: Yeni
yapının en önemli ayaklarından birisi Varlık
Yönetimi oldu.
Varlık yönetim şirketleri; başta hisse senedi, şirket ve
devlet tahvilleri, gayrimenkul ve diğerlerinden oluşan 78 trilyon dolarlık bir piyasada faaliyet gösteriyorlar.
Varlıkların 44, 5
trilyon doları (% 57) Kuzey Amerika’da; 25,9 trilyon doları (% 33) Avrupa’da;
3,9 trilyon doları (% 5) Japonya’da yönetiliyor.
Diğer bir deyimle, varlık
yönetiminin yüzde 90’ı, FED, ECB ve BoJ gibi senelerdir parasal genişleme
konusunda öncülük yapan merkez bankalarının bulunduğu ülkeler. İşte bol ve
ucuz para politikasından dönülememesinin önemli bir nedeni de bu yapı. Merkez
bankaları parayı hemen çekmeye başlasalar varlık yönetim şirketleri trilyonlarca
dolar zarar yazacaklar.
Diğer önemli bir bilgi de şu: Kuzey Amerika’da (ABD ve
Kanada) faaliyet gösteren varlık yönetim şirketleri, paralarının 23 trilyon dolar kadarını borsada işlem gören ve diğer
hisse senetlerine, 15 trilyon dolar kadarını ise tahvile yatırmışlar.
Dahası piyasada oligopolistik bir yapı hakim. İlk 10 şirket,
toplamın yaklaşık yüzde 30’una hakim.
Kanımca borsaların devamlı yukarı yönlü hareketinin bir
nedeni de bu yapı olabilir.
Şimdi gelelim diğer önemli örneğe.
Hem varlık yönetim şirketleri hem de bankalar, özellikle
bulundukları ülkelerin dışında yatırım yaparken, temerrüt riskine karşı
yatırımlarını bir tür sigorta yaptırıyorlar. İngilizce kısaltılmış adını çok
duymuşsunuzdur. CDS veya “Credit
Default Swap”. Böylelikle riskli yatırımlarının sigortalandığını düşünüp,
olabildiğince yüksek riskli/çok karlı alanlara yatırım yapabiliyorlar.
Bu sigorta işlemlerinin de bir piyasası var. Toplam işlem hacmi 14 trilyon dolar.
Böylesi büyük piyasanın resmi bir düzenlemesi ve denetlemesi
yok. Daha ilginç olan şey, bu piyasada hangi ülkenin ve/veya şirketin
temerrüde düştüğüne piyasaya oyuncularından oluşan bir kurul karar veriyormuş.
Aşağıdaki tabloda isimleri olan şirketlerin temsilcileri her ay bir araya gelip
başvuruları değerlendiriyorlarmış.
Medyaya yansıdığı kadarıyla, hem üyeler hem de üye olmayan
şirketler arasında, gerek başvuru gerek değerlendirmeler sırasında ciddi
uyuşmazlıklar ortaya çıkıyormuş. Hangi
olayın temerrüt sayılacağına karar veren bu kurulda, çok az karar oy birliği
ile alınabiliyormuş.
Ve en önemlisi, verilen rakam sigorta primlerinin işlem
yapıldığı piyasanın büyüklüğü. Bu
sigortalar ile yapılan işlemlerinin ne kadarının gerçekten riskli olduğu tam
olarak bilinmiyor.
Anlayacağınız, şişen varlık balonları patladığı zaman,
“benim sigortam var” diyene de güvenmemek lazım.
Bence bu işin sonu, dünyaya 1929 Büyük Buhranını aratacak.
iyi bir yazı
YanıtlaSil