Baştan belirtmemde yarar
var. Ben kapitalist bir ekonomide, özelleştirmeye kategorik olarak karşı
değilim. Ekonomide asıl olan işletmenin mülkiyeti değil, ekonomiye katkısıdır. Eğer işletmenin özel bir durumu yoksa,
mülkiyeti kimde olursa olsun ekonomiye katkı sağlamalıdır, yük olmamalıdır.
Dolayısıyla, ülke ekonomisi için özelliği olan kapatılamayan bir işletme yük
oluyorsa, mülkiyet kamuda veya özelde olsun, devlet müdahale etmeli ve
işletmeyi ekonomiye kazandırmalıdır. Örneğin mevduat sahiplerini mağdur etmemek
için banka kurtarmayı kabul edebiliyorsanız, kötü yönetilen bir KİT’in yeniden
yapılandırılmasına, ekonomiye kazandırılmasına, kategorik olarak karşı çıkmamak
gerekir.
Ekonomiye yük olmamak,
mutlaka kar etmek anlamına gelmez. Sağladığı dışsallıklar nedeniyle kar etmeyen
işletmenin bulunduğu çevreye tartışmasız sosyal katkıları olabilir.
Kısacası, Türkiye’de
bugüne kadar yapılanlara bakıp ve işletmenin ekonomiye kazandırılmasından çok
birilerine para kazandırmaya yönelik uygulamaları örnek alıp her şeyi baştan ret
etmek yanlıştır.
Ancak şeker fabrikalarının özelleştirilmesini tüm
bu yaklaşımın dışında tutmak gerek. Kapitalist bir ekonomide temel amaç kar olduğundan, tarımsal kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT)
özelleştirilemez.
Bu kadar kesin görüş
belirtmeme, Et Balık özelleştirmesini vermek yeterlidir. Arazilerine AVM
yapıldıktan sonra, gıda güvenliği gerekçesiyle yeniden açılan Et Balık bugün faaliyette.
Yine de tarım sektöründeki
özelleştirme (!) örneklerine biraz daha yakından bakmakta yarar var.
Önce tarımcıların çok
bildikleri bir sözü hatırlatayım. ABD eski dışişleri bakanı H. Kissenger’e göre “Eğer petrolü
kontrol ederseniz ülkeyi kontrol edersiniz, eğer gıdayı kontrol ederseniz
nüfusu kontrol edersiniz.”
Aslında bu sözden sonra
yazıyı daha fazla uzatmaya gerek yok. Bir konu nasıl daha açık ifade
edilebilir? Ülke nüfusunun idaresinden bahsediliyor.
Ama konunun daha iyi
anlaşılabilmesi için ABD’den bir örnek daha vereyim. 1929
dünya ekonomik bunalımı Amerikan ekonomisini ve doğal olarak tarım sektörünü
mahvetti. Kitlesel çiftçi iflasları yaşanmaya başlandı. Başkan D. Roosvelt, 1933’te seçildikten sonraki ilk icraatı ekili
alanları sınırlayan “Agricultural Adjustment Act” isimli tarım yasası ile
tarımsal ürünlerin bir bölümüne müdahale fiyatı öngören ve bizdeki Tarım Kredi
Kooperatiflerine benzeyen, “Commodity Credit Corporaion” isimli tarımsal destek
sistemini devreye soktu. Muhalefet ayağa kalktı. “Başkan ne yapıyorsun? Ülkeye
sosyalizmi mi getiriyorsun?” diyerek ağır eleştirilerde bulunmaya başladı. Roosvelt’in
yanıtı kısa ve netti: “Piyasa
kurallarının çalışmadığı bir sektöre gerekirse sosyalizmi getirmek zorundayım.” (Soner Yalçın, Saklı Seçilmişler, Kırmızı Kedi Yayınları)
İşte tarımda özelleştirmenin temel yanlışlığı
da burada. Tarım planlanması ve
desteklenmesi mutlak zorunluluk olan bir sektördür. Tarımda temel amaç kar,
kazanç olamaz. Asıl olan ülkede yaşayan insanların gıda güvenliğini
sağlamaktır. Çoğunlukla doğaya bağlı bir üretim olduğu için planlanması zorunluluktur.
Yanı sıra çiftçinin üretime devam
etmesini teşvik etmek ve tüketiciye ucuz ve sağlıklı ürün/gıda sunabilmek için
devlet tarafından desteklenmelidir.
O zaman devlet, rekabetin, karın olmadığı
sektörde mülkiyeti kişilere devrederek neyi çözebilir? Rekabet olmayan, kar etmesi beklenmeyen alanda özel sektör devletten
farklı ne yapacak? Ucuzluk mu getirecek? Mümkün değil. Fabrika arsalarına AVM,
konut mu yapacak? Yetmedi mi? Amerikalıların sosyalizm getirmeyi düşündükleri bir sektörde, biz hangi mantıkla özelleştirme yapacağız anlamak çok zor?
Dahası, özelleştirileceği söylenen 14 şeker
fabrikasının önemli bir bölümü terörün kol gezdiği doğu ve güneydoğuda.
İşsizlik ve yoksulluk, diğerlerinin yanı sıra, terörün en önemli nedenleri
arasında değil mi? Eğer bunu kabul ediyorsak, yarattığı sosyo-ekonomik dışsallıklar nedeniyle, bölgedeki fabrikaları
özelleştirmeyi değil, yeni KİT’leri nerelerde kuracağımızı planlamanın zamanı geldi
de geçiyor.
Gıda güvenliğinin sağlanmadığı ülkelerde neler olabileceğinin en taze ve çarpıcı örneği Venezüela'da yaşananlar;Bizim medyada yer almıyor ama dış basın yazıyor:Son 3 yılda Venezuela'lı yetişkinler ortalama 3~7 kg vermiş durumda.Halkın açlık karşısındaki tepkisine örnek ise lise öğrencilerinin haykırdıkları:Bize devrimi öğrettiniz ama devrimi sürdürürken açlıkla nasıl baş edeceğimizide öğretin!.Bu arada Colombiya ve Brezilya açlıktan kaçanlara karşı sınırlarına duvar örüyorlar.
YanıtlaSilBen de bir KİT çalışanı olarak ,kamu kuruluşlarının içler acısı halinden dolayı (kadrolaşma,israf,torpil ...) yazınıza maalesef katılmıyorum.
YanıtlaSilDevlet ivedilikle işletmecilikten çekilmeli.
Verdiğiniz cevap çalıştığınız KİT liyakatla yönetiliyormu sorusunun cevabı.Sorun verdiğiniz cevapla ilgili değil!
SilSİYASET KAMU ELİYLE ZENGİN YARATMAK AMACIYLA YAPILMAZSA KİT'LER DE RAHATLAR.
SilBir zamanlar katma değeri unutup güney afrika kömürünün daha ucuz olması nedeniyle taş kömürü madenleri kapamaktan bahsediyorlardı veya tekel birası örneğindeki gibi, önce kaliteyi düşürüp, maliyeti arttırırsınız sonra da bunlar zarar ediyor deyip satarsınız :(
YanıtlaSilTARIM İLE DİĞER SEKTÖRLER ARASINDA FARK VAR. DİĞERLERİNE İŞLETME BAZINDA YAKLAŞIM GEREK.
SilHocam ben karma ekonomi modelini, daha insanca ve insaflıca buluyorum. Gerektiğinde kapitalist- gerektiğinde sosyalist olabilmeliyiz. Tabii ki siyasi iktidarların da buna inanması ve uygulaması gerekiyor. Tıpkı cumhuriyetimizin kuruluşundaki gibi. Saygılarımla...
YanıtlaSilCUMHURİYETİN KURULUŞ YILLARINDAKİ DÜNYA VE TÜRKİYE ŞARTLARI BUGÜNDEN ÇOK FARKLI İDİ. O ZAMAN EKONOMİDE TEMEL HEDEF SANAYİLEŞMEYDİ. MÜLKİYET VE EKONOMİK MODEL BİRAZ ŞARTLARIN ZORLAMASI SONUCU ORTAYA ÇIKMIŞTI.
YanıtlaSilİyi de hocam şimdi de şartlar, en azından tarım konusunda zorlamıyor mu?
YanıtlaSilTARIM HER ZAMAN AYRI TUTULMALI. AŞIRI KAR AMACI OLMADAN ÜRETİM YAPILMALI.
Sil