Ekonomistler için emek, sermaye ve teknoloji,
üretim için olmazsa olmazlardır. Büyüme
ve daha önemlisi kalkınma için bu üç temel faktörü en başarılı şekilde bir
araya getiren politikaları üretebilen ülkeler başarılı olurlar. Diğer bir
deyimle, eğitilmiş işgücü, yeterli sermeye ve olabildiğince yeni üretim
teknolojisi üretebilen ekonomiler sürdürülebilir kalkınmayı yakalarlar.
Bu üç faktörden bir olan sermaye bizim gibi
gelişme yolunda olan ülkeler için en başta gelen sorunlardandır. Yetersizdir.
Açık vardır, kapatması da çok kolay değildir.
Sermaye
çeşitleri
Ama gelin önce sermayeden neyi kastediyoruz
biraz açalım. Sermayeyi dörde ayıralım:
Beşeri, fiziki, finansal ve sosyal sermaye.
Beşeri
sermaye, adı üstünde eğitilmiş insan kaynağını
gösterir. Başarıyı ölçebilmek için, okullaşma oranı, matematik eğitiminin
düzeyi, mesleki eğitimin yaygınlığı, hizmet içi eğitim, ömür boyu eğitimin
kalitesi gibi alanlardaki ülkeler arası karşılaştırmalar önemli göstergelerdir.
Türkiye bu alanda ne yazık ki hala daha ilk öğretimdeki sorunlarını bile
çözememiş durumdadır. Son TEOG rezaleti
bunun küçük bir örneğidir. Biz kaç çocuğun imam hatip okuluna gittiğini başarı
ölçütü olarak alırken, gelişmiş ülkeler matematik ve fen bilimlerindeki
başarılarını yükseltmenin peşindeler.
Fiziki
sermeye kısaca ülkenin yer altı ve yer üstü
zenginlikleri olarak özetlenebilir. Kıyılar turizm için bir kaynaktır. Ama yanı
başımızda olan petrol ve doğal gazın bizde olmaması da bir talihsizlik.
Finansal
sermeye hepimizin çok iyi bildiği yatırım sermeyesi,
yani parasal sermaye. Yeteri kadar tasarruf edemediğimiz için bizde yok.
Dışardan ithal ediyoruz. Borç alıyoruz. Harcıyoruz, “borç yiyen kesesinden yer”
demiyor, “borç yiğidin kamçısıdır” diyerek sağa sola hava basıyoruz. Cari açık
verip el aleme borçlanıyoruz.
Sosyal
Sermaye üzerinde çok durulmayan bir değerdir. Toplumda
kesimler arası ilişkileri, değer yargılarını ve teamüllerle oluşan kuralları
içerir. En az diğerleri kadar önemlidir. Çünkü sağlıklı bir toplumsal yapının
temel taşlarını oluşturur. Suç oranının azlığından tutun da bir doğal felaket
anındaki yardımlaşmanın biçimine kadar bir çok olayı belirler.
Sosyal
sermayenin en temel göstergesi güvedir. Güvenin
varlığı, toplumun geniş kesimlerinin bir birinden çok hoşlanmasalar bile
beraber yaşamasını, tarihsel ve kültürel miras nedeniyle bir birine saygı
duymasını sağlar. Böylelikle, toplumsal kesimler ortak yaşamın getirdiği tüm
yükleri paylaşırlar ve daha önemlisi bir birinin hakkına saygı duyarlar.
Güvenin yaygın olduğu toplumlarda, vergi daha
rahat toplanır. Devlete vergi vermekten çekinilmeyince çoğalan gelirler
sayesinde kamu kaynakları daha adil dağıtılır. Her şeyden önemlisi üretken yatırımcı gelecekten korkmadığı için daha
rahat uzun vadeli yatırım kararı alabilir. Fabrika, otel, liman, rafineri
gibi istihdam yaratan alanlara para yatırabilir.
Ancak, son yıllarda bu topraklarda toplumsal
güven ortamı büyük darbeler yedi. Bir birimize olan yaklaşımlarımız bırakın
sevgiyi en ufak bir saygı unsuru bile içermiyor.
Siyasetçiler
oy isterken biz ve onlar söylemine dayalı seçim stratejileri izlediler. Kendi koltuklarını sağlamlaştırmak için toplumu yarı yarıya böldüler. Gelinen
aşamada, bir taraf ötekine, “Kemalist,
dinsiz, Gezici, Siyonist ajanı, ulusalcı, Alevi, paralelci vb.” derken,
onlar da “ hırsız, soyguncu, gerici,
şeriatçı, Kürtçü, Arap uşağı vb.” tanımlarla diğerlerini kötülüyor.
Böylesine bölünmüş, bir birine olan güvenin
azalmış olduğu bir toplumda siz ne kadar başarılı para ve maliye politikası
üretirseniz üretin. O sadece bir küçük kesimin işine yarar. Ama toplumun geneline hitap edebilecek
çözümler, hızla yok olan toplumsal güvenin yeniden tesis edilmesinden geçer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder