Sayın Başbakan, TC Merkez Bankası’nın
faiz kararlarını beğenmediğini artık daha açık bir biçimde ifade etmeye
başladı.
Piyasa oyuncularının büyük çoğunluğu bu
tartışmayı bir seçim söylemi olarak algılamayı tercih etti. Kısmen haklılar. Çünkü aksini, açıklamaların Merkez
Bankası’na müdahale anlamına geldiğini kabul etseler ellerindeki TL
varlıklardan çıkmaları gerekecek. Zaten diken üstünde olan çarşı tamamen karışacak.
Piyasayı
oyuncularına bırakıp biz işin ekonomi politiğine bakalım.
Bağımsız para politikası kurulunu ilk
kuranlardan birisi İngilizlerdir. Mayıs
1997 seçimlerinden sadece 5 gün sonra 6 Mayıs 1997 tarihinde, zamanın Hazine
Bakanı Gordon Brown kısa vadeli faizleri belirleme yetkisinin Hazine’den alınıp
İngiliz Merkez Bankası’na (Bank of England) devredildiğini açıkladı.
Ben o yıllarda kamuda çalışıyordum ve TC
Londra Büyükelçiliği’nde Hazine Müsteşarlığı’nı temsilen Ekonomi
Başmüşaviriydim. Bu değişim öncelikle
bürokratik bir tepkiyle ilgimi çekmişti. Hazinenin
bir yetkisi nasıl olur da merkez bankasına verilirdi? Nedenlerini anlamaya
çalıştım. Anlamam önemliydi çünkü bir kurum çok önemli bir yetkisini gücünü
devrediyordu. Bu bizim bürokrasi geleneğimizde sık görülen bir durum değildi.
Olayı anlamama, bir anlamda İngiliz
Muhafazakar Partisi’nin Gölge Hazine Bakanı yardım etti. Yaptığı açıklamayla, Kraliçe’nin Hazine’sinin çok önemli ve tarihi bir
yetkisinin merkez bankasına devredilmesine karşı çıktı. İngiltere’de
Hazine’nin Kraliyet adına yetki kullandığını hatırlattı.
Siyasetçilerin
miyopluğu
Gordon Brown’ın bu eleştiriye verdiği
tarihi cevabı hiç unutamam.
Brown
önce siyasetçilerin dört yıllığına seçildiğini hatırlattı. Ve ekledi, ne kadar
uzun vadeli bakış açısına sahip olurlarsa olsunlar, özellikle ekonomik
kararlarda kısa vadeli bakış açısına sahip olabileceklerine vurgu yaptı.
Özellikle seçimler yaklaştıkça daha da miyoplaştıklarını belitti. Halbuki
ekonominin, özellikle de enflasyonla mücadelenin, uzun vadeli bir bakış açısı
gerektirdiğinin üzerinde durdu ve faizleri belirleme işinin bağımsız uzmanlara
bırakılmasının daha doğru olacağını savundu.
Böylelikle politikacılar, bir anlamda, ellerindeki yetkiden ülkenin
uzun vadeli çıkarı için vaz geçiyorlardı. “Davul kimde tokmak kimde”,
“seçilmişler – atanmışlar” gibi anlamsız
bir tartışmalar yapmıyorlardı. Bir İşçi Partisi yetkilisinin dediği gibi, her vatandaş en az kendileri kadar
Britanya’yı seviyordu.
Şeffaflık
ve hesap verme
Ama yetki devri sırasında, siyasi olarak
iki konu üzerinde çok durulduğunu hatırlıyorum. Politikacılar her dört yılda bir sandığa gidip halka hesap verirken,
seçilmiş para politikası üyelerinin nasıl denetleneceği tartışıldı.
Her zaman kural koyma ve yeni kurumlar
kurma konusunda usta olan İngilizler burada da yeteneklerini gösterdiler. Hemen şeffaflık ve hesap verme ilkelerini gündeme
getirdiler. Enflasyon hedefi tutturulamazsa neler olacağını açıkça ortaya
koydular. Aslında bu hareketle politikacılar bir yerde, kendilerini kurtarmış
oldular. Eski sistemde enflasyon hedefi tutmayınca sorumlu olan ve istifa
etmesi gereken Hazine Bakanı yerine şimdi bürokratlar yerlerinden olacaktı. Diğer bir deyimle, siyaset kurumunun ve
siyasetçilerin yıpranmasının önüne geçilmiş oldu.
Bizdeki tartışmalara bu açıdan bakınca
durum anlaşılmaz hale gelebilir. Belki bazılarını “Ama orası İngiltere”
diyebilir. Evet burası Türkiye. O zaman bu
farkları şimdi değil, böylesi kurumları gelişmiş ekonomilerden kopyalarken düşünelim.
Yoksa işimiz geldiğinde modern kurumların şekil olarak benzerlerini kurmak
kolay. Zor olanı işleyiş ve kurallarıyla
kurumlara sahip çıkmak ve yaşatabilmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder