Aslında hikâye 2013 Mayıs’ında başlamıştı. Biliyorum
çoğunuz “Beş yıl öncesinden bahsediyorsun” diye tepki vereceksiniz. Haklısınız.
İzin verin açayım.
O tarihte FED Başkanı Bernanke, merkez bankaları bilanço
büyümesinin sonuna geldiklerini, parasal genişlemeye son vermeyi
düşündüklerini, bu bağlamda faizleri de yükselteceklerini açıkladı. Hatırlayın
başta gelişmiş ülkelerdekiler olmak üzere dünya piyasaları birden karıştı.
Kurlar, faizler fırladı. Bir süre sonra, büyük merkez bankalarının yetkilileri
teker teker açıklama yapmaya, geri adım atmaya başladılar.
İşi ağırdan alacaklarına vurgu yapmaya özel önem
gösterdiler. Çünkü para sermaye piyasalarındaki trilyonlarca dolarlık türev
ürünlerin zarar etme ve büyük finansal kuruluşların batma tehlikesi vardı.
Ama söylemlerinden de vaz geçmediler. Çünkü bol ve ucuz
paranın özellikle hisse senedi, gayrimenkul ve emtia piyasalarında yarattığı
balonlardan korkmaya başlamışlardı. Devamlı, varlık balonlarına dikkat çekerek,
küçük yatırımcıları uyarmaya çabaladılar. Her
ortamda 2018 ve 2019’un değişim yılı olacağını defaten belittiler.
Artık dünya borsalarında günlük yüzde 6’ten fazla
düşüşler yaşanıyor. Kayıplar 4 trilyon $ civarında. Kısa vadeli yatırımcılar,
fon yöneticileri hisse senedinden çıkıp kamu tahvillerine yöneliyorlar.
Böylelikle faizler yükselmeye başladı.
Yanı sıra gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde kurlar
yerinden oynadı.
Böyle günlerde arayanım çok olur. Yeni soru şu: “Yaşanan bir düzeltme mi, yoksa kriz mi?”.
Cevabı kolay bir soru değil. Kolaylaştırmak için ikiye
ayırarak açıklamaya çalışayım. Gelişmiş
ekonomiler için, eğer iyi yönetilirse, düzeltme olarak kalabilir. İyi
yönetimden kastım, aşırı borçlu yapı nedeniyle ekonomiler yükselen faize aşırı
duyarlı durumdalar. G20 ülkelerindeki
kamu, reel sektör ve hanehalkı borçları, 2007’de 80 trilyon dolar iken 2016
sonunda 135 trilyon dolara ulaştı. Faiz baskısı, borçluları paniğe sokarsa çarşı
karışabilir.
Buna karşılık bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte
olan ekonomilerde durum biraz farklı. Fark bu ekonomilerin hem iç hem de dış
borç baskısı altında olmalarından kaynaklanıyor.
Özellikle Türkiye
gibi, bir yılda 215 milyar dolar finansman bulması gereken ekonomilerde
yükselen faizler, finansman maliyetine baskı yaparak cari açığın biraz daha
büyümesine neden olacaktır.
Eğer içeride mali disiplinden taviz verilmezse, bu
baskının olumsuz etkisi biraz olsun hafifletilebilir.
İsterseniz bizdeki durumu bu açıdan kısaca ele alalım. Ordu, Suriye’de ve sınır ellerinde teröre
karşı mücadele ediyor. Ne kadar kötü olursa olsun, savaşta kurşun sayılmaz. Cephedeki askerin
erzakının, mermisinin mutlaka anında sağlanması gerekir. Yani buradan bütçeye bir açık yönünde
bir baskı gelir. Ama diğer harcamalardan tasarruf yapılarak olay
hafifletebilir.
Hafifletilebilir
ama bu arada yaklaşan seçimler için popülist harcamalardan kaçınmak lazım. Torba Kanunlarla devlet
kesesinden bonkörlük yapılmamalı. İdare
vergi indirimleri, yeniden yapılandırmalar yapmak zorundaysa, rant vergisi gibi
alternatifleri gündeme getirmeli.
Eğer hem bütçe dışında biriken kamu yükleri azaltılmaz
hem de seçim popülizmi yapılırsa, dünya
borsalarında başlayan hareket bizi yönetilmesi çok zor istenmeyen sonuçlara
götürebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder