Merkez Bankalarının
uluslararası üst kuruluşu olan BIS (Bank for
International Settlements – Uluslararası Ödemeler Sistemi) yıllık raporunu yayımladı.
Önemli ve kapsamlı bir rapor. Çok teknik bilgi içerdiği için fazla detayına
girmeyeceğim.
Amacım raporun risklerle ilgili
bölümünü özetlemek.
2009 Küresel Krizi sonrasında
dünya ekonomisinin toparlanamadığı artık genel kabul görmüş bir fikir. Hatta
tanınmış bazı iktisatçılar, kapitalizmin krizden çıkamadığını ve kolay kolay
çıkamayacağını yazmaya başladılar.
Daha sorunlara kesin ve kalıcı
bir çözüm bulunamadan yenilerinin ortaya çıkması, zaten istikrar tedbiri
yorgunu olan karar alıcıları ve toplumun dar gelirli geniş kesimlerini olumsuz
etkiliyor. Acıtan kararları almak zorlaşıyor.
Dolayısıyla, küreselleştikçe
küçülen dünyadaki olası riskler geleceğe yönelik öngörüler açısından büyük önem
taşıyor.
Bu bağlamda, BIS ilk risk olarak, küresel likiditenin
daralmasından ve bunun borçluluğun aşırı yüksek olduğu ekonomilere etkisinden
bahsediyor. Bunun Türkçesi, çok konuşulan FED faiz kararı. Rapor, geçmişte
verilen bol paranın piyasadan hızlı çekilmesinin borçlu kesimleri olumsuz
etkileyeceğini belirterek, bir anlamda FED, ECB, BoE ve BoJ gibi büyük merkez
bankalarını uyarıyor.
İkinci risk ise
süreklilik kazanan düşük, hatta negatif faiz oranları. Merkez bankalarının
beklediklerinden daha uzun süren bu ortamın ekonomilerde kaynak dağılımını
olumsuz etkilediği anlaşılıyor. Özellikle bireysel emeklilik sistemleri ile
sigortacılığın geliştiği ekonomilerde düşük faizlerin emeklilik sistemlerini büyük
sıkıntılara soktuğu anlaşılıyor. Örneğin ABD’de yeni seçilecek Başkanı bekleyen en büyük sorun, kamu emeklilik
sistemindeki yüzlerce milyar dolarlık açık. Açığın nedeni belli, emeklilerin
birikimlerinin çoğunun ABD Hazine tahvillerine yatırılması. Faizler düşük
olunca oradan gelen gelirlerin çok düşük kalması.
Ama ben asıl üçüncü risk üzerinde durmak istiyorum.
BIS’e göre, yaptıkları hatalar ve zamanında karar alamamaları sonucu, dünyada
karar alıcılara güven kalmadı. Diğer riskleri bunun kadar önemsemiyorum. Bana
göre en çok üzerinde durulması gereken konu bu.
Eğer bir şirkette ve/veya
devlette iyi yöneticiler görevdeyse korkmayın. Gidişatı zamanında görürler,
sorunları önceden kestirirler ve çözüm seçenekleri üzerinde çalışır, en
uygununu hayata geçirirler. Benim Türkiye’de yaşanan 1994, 1998 ve 2001
Krizlerindeki deneyimlerimden edindiğim tecrübelere göre, siyasi ve teknik
karar alıcı kadrolar, krizlerin en az zararla aşılmasında hayati öneme sahipler.
Dünyaya açık bir ekonomide, hayatın
dinamikleri nedeniyle, büyük veya küçük sıkıntıların olması kaçınılmaz. Önemli
olan bunları zamanında fark edecek, anlayacak ve çözüm seçenekleri hazırlayabilecek
niyette ve kabiliyette kadroların varlığı.
Ancak ne sanayileşmiş ne de
gelişmekte olan ülkelerde, yaşanan sıkıntılara kalıcı çözümler bulacak ve
siyasi sonucu acı bu çözümleri uygulayacak lider teknik ve siyasi kadrolar yok.
Yaşanan son Britanya ve Brexit örneğine
bakın. Muhafazakâr Başbakanın popülist bir kararı sonucunda tüm Avrupa, belki
de dünya bir belirsizlik ortamına girdi. Şimdi bazı çok uluslu şirketler
Londra’dan taşınıyor, İskoçlar bağımsızlık istiyor, AB’nin geleceği
tartışılıyor vs. Referandum kararı alınırken bunların bilinmemesi mümkün mü?
Ama kısa vadeli seçim çıkarları baskın olunca, uzun vade kenara itildi. Sonuç
ortada.
Son olarak uzun kamu
hizmetinden edindiğim bir deneyimimi paylaşayım. Karar alıcılar belirlenirken,
uzmanlık ve liyakate dikkat edilmeden, kurum dışından, “nasıl olursa olsun bizden olsun” esaslı yaklaşımlarla yapılan
görevlendirmelerin acısının ilk ciddi çalkantıda çıkacağından kimsenin şüphesi
olmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder