Ekonomi ne zaman yavaşlasa, kur
ne zaman hızla yükselse ortalıkta bir kriz tartışmasıdır, beklentisidir alıp
başını gidiyor. Kimileri “Ne krizi? Yok böyle bir şey, her şey güllük
gülistanlık. Ortalığı, milletin aklını karıştırmayın” diyor. Bazıları ise,
“Daha ne olsuncu” olmuşlar.
Bana kalırsa, Nasrettin Hoca
misali, iki taraf da haklı.
Önce kısaca kriz ne demek ona bakalım. Kriz beklenmeyen bir şeyin
gerçekleşmesidir. Diğer bir deyimle, aslında sosyo-ekonomik ortam vardır.
Ekonominin dengeleri sarsılmış, zayıflamıştır. Dahası bu durum gizli de
değildir. Uzmanlar ve karar alıcıların çoğu tarafında bilinmektedir. Hatta 2001
Krizinde olduğu gibi, krizi önlemek için gerekli olduğu düşünülen kararlar da
alınmış olabilir. Bu nedenle kriz beklentisi de zayıflamıştır.
Ancak, her hangi bir nedenle, olmayacağı düşünülen bir şey gerçekleşir ve
ortalık birden karışır. Özetle, sorun şartlardan çok beklentilerin
varlığıdır. Bir anlamda beklenerek kriz gelmez. Çünkü bilerek hatayı ancak
aptallar yapar.
Beklenmeyenler gerçekleşirse kriz
olur.
Ekonomik krizleri;
kredi krizleri, fiskal krizler, finansal krizler, döviz krizleri,
hiperenflasyon gibi çeşitlendirenler var.
Bir kriz anında, bunlar tek tek etkin olabileceği gibi hepsi bir arada
da gerçekleşebilir.
Örneğin 2001 Krizinde olduğu
gibi, aynı anda bütçe açıkları, döviz sıkıntısı ve banka bilançoları sorun
olabilir.
Zaten günümüzde kime sorsanız, kriz deyince 15 sene öncesi aklına geliyor ve
hafızasının gücü oranında tahliller yaparak tahminler üretiyor. Ekonomide
bütçe açığı yok, bankaların sermaye yeterliliği iyi, o zaman dert etmeyin
demeye getiriyor.
Bu görüşte olanlara, bütçe
açığı ve finansal sektör değerlendirmeleri açısından hak verenler, Türkiye’ye kısa
vadeli para yatırımı yapmaya devam ediyorlar.
Şimdi gelelim öteki tarafın bakış açısına.
“Daha ne olsuncular” ekonominin yapısal dengelerine bakarak,
ötekilerin aksine, orta vadeli tahminler yapıyorlar.
Siyasi ortam, bir
yandan jeopolitik gelişmeler diğer
yandan artan terör ve başkanlık tartışmaları nedeniyle
gergin.
Büyüme yüzde 2,5 – 3
seviyelerinde kaldı. Buna karşılık genç nüfus iş ve aş bekliyor. Ama işsizlik yüzde 10’lar, genç işsizliği
yüzde 19’lar düzeyinde.
Enflasyon, azalma
eğiliminde ama günümüz dünya ölçeklerine göre hala daha yüksek. Dışarıda
deflasyon (fiyatların düşmesi) dert edilirken biz hala daha düşürmek için
uğraşıyoruz.
Buna bağlı olarak, faizler de düşmüyor. Benzer ekonomilere
göre yüksek.
Dahası sabit sermaye yatırımları 2011 yılından bu yana düşüş eğiliminde. Tüketerek, ithal ederek büyüyoruz.
Döviz dengemiz
bozuk. Özel sektörün dış borç rakamları yüzlerce milyar dolarlar düzeyinde.
Ödemeler dengemiz istenilen düzeyde değil. Buna karşılık, Merkez Bankası’nın
net döviz rezervleri en düşük düzeylerde seyrediyor.
Hukuk ve yargı sistemi
iş yaşamını desteklemiyor. Bir yandan yavaş çalışıyor. Diğer yandan karar
almada siyasi etkilerin olabileceği izlenimi veriyor.
Böylesi bir ortamda, milyonlarca aile, esnaf ve KOBİ borç içinde.
Ekonomi yeteri hızda büyüyemediği için borçların
geri ödenmesinde sorunlar var. Üstüne üstlük, turizm ve komşulara ihracat sıkıntılı bir dönemde.
Diğer bir deyimle yaşananlar
bize; “Bugün şartlar 2001 deki gibi bir finansal kriz değil. O zaman depremde
hasar görmüş duvara dışarıdan yoğun bir güç uygulandı duvar yıkıldı. Borç
alındı hemen yenisi yapıldı. Oysa bugün durum farklı. Simdi top yavaş yavaş
yere düşüyor. Yere vurduğunda da hemen zıplamayacak. Biraz yerlerde sürünecek.
Sonra yavaş yavaş yukarıya doğru çıkacak.” görüşünü çağrıştırıyor. Yani eskisinden farklı olarak, birkaç
merkeze odaklı değil, diğer reel sektör krizleri gibi, etkileri geniş ekonomik
kesimlere yayılmış olarak gelecek. Hissedilmesi ve çözümü zaman alacak.
Ben iki görüşü özetledim. Her
zaman olduğu gibi, kararı size bıraktım.
Güzel makaleniz için teşekkürler. Peki bu durumda biz küçük yatırımcılara neyi tavsiye edersiniz. Uzun vadede Hisse senedi mi, Dolar mı, Altın mı, Gümüş mü alalım?
YanıtlaSilSeçkin Yıldırım