Geçen ay toplanan T. Bankalar
Birliği (TBB) Genel Kurulunda yapılan sunumda; “Mevcut eğilim devam ederse
2018’de fiili sınıra ulaşılacak ya da kredi büyümesi yavaşlayacak” ifadesi yer
aldı.
Bu kadar borçlu ve büyümesi iç
tüketime ve krediye bağlı bir ekonomide, yeni borç verilmeyecek duruma
gelinmesi önemli bir uyarıdır.
Buradan hareketle bankacılık
sektöründeki bazı rakamlara ve sorunlu kredilerdeki gelişmelere bir göz
atacağım.
Ancak baştan bir konuyu
belirtmemde büyük yarar var. Burada
yapacağım değerlendirmeler tamamen iktisadi bir bakış açısı içermekte,
muhasebe, daha doğrusu banka bilançosu değerlendirmekle hiçbir bağlantısı
bulunmamaktadır. Diğer bir deyimle, aşağıdaki yorumlardan yola çıkarak
bankaların karlılıkları üzerine bir görüş oluşturulamaz.
Gelelim sektörde önemli
gördüğüm bazı verilere:
Son 14 yılda bilançolarda
önemli bir değişim olmuş. 2002 yılında
sektörün aktif toplamının yüzde 25 kredi iken bu oran yüzde 63’e çıkmış.
Böylelikle, toplam kredilerin GSYH’ye oranı yüzde 15’ten, yüzde 77’ye ulaşmış.
Sıra dışı bir büyüme performansı yaşanmış.
Sektörün dağıttığı nakit proje
kredilerinin yüzde 47’si, toplam
taahhütlerin yüzde 50’si enerji sektörüne verilmiş. (Enerjide çıkarılan
kanunlara bir de bu gözle bakın)
Aşağıdaki tabloda, 2012-15 yılları için, yapılandırılan
(sorunlu) krediler yer alıyor.
Yeniden hatırlatayım. Tablo iktisadi bir
yaklaşımı içeriyor. Banka bilançolarına baktığınızda sadece tahsili
gecikmiş alacakları (TGA) görürsünüz. Örneğin varlık yönetim şirketlerine
satılan ve iflas belgesine bağlananlardan oluşan silinen kredileri
göremezsiniz. Dahası, faiz ve anapara ödemesinde sorun olmadığı halde ek süre
istenenler ile bir veya birkaç taksiti ödenemeyen kredilerden oluşan
yapılandırılmış krediler de muhasebe kaydı olarak sorunlu görünmez.
Bu açıklamalar ışığında sorunlu
kredilerdeki değişime bakınca, sektörel olmaktan çok, iktisadi sıkıntılar
ortaya çıkıyor. İlki sorunlu kredilerin toplam krediler içindeki payı geçen
yıl, önceki yıla göre bir puan artarak yüzde 7,2’ye ulaşıyor.
Öte yandan, bu tür kredilerin
öz kaynaklara oranına bakınca yüzde 35 gibi bir değere ulaştığını görüyoruz.
Muhasebe ve bankacılık kuralları açısından sadece TGA’ın öz kaynaklarla ilişkisi
önemlidir. Sektörün sermaye ihtiyacı
açısından bu oran önemlidir. Bununla beraber sorunlu kredilerin öz
kaynaklara yük olmaya başladığını izlemek için toplamı içeren orana bakmakta da
yararlı olabilir. Ekonominin geleceği açısından, karar alıcıların bu gelişmeyi
dikkate almadan adım atmaları zor olacaktır.
Sektörde tek dikkat edilmesi
gereken veri krediler değildir. Aktiflerin mevduatla fonlanan kısmı 2002
yılında, yüzde 65 iken 2015 yılı sonunda yüzde 53’e düşmüştür. Bu azalışa rağmen kredi verilebilmesinin
önünü kısmen Hazine açmıştır. 2003 – 2016 Mart arası dönemde bir trilyon
lira artan krediler, yüzde 64’ü oranında mevduatlardaki artıştan, yüzde 28’i
Hazine’nin daha az borçlanması sonucu yaratılan kaynaklardan fonlanmıştır.
Diğer yandan, bankaların yurtdışından aldıkları dövizli
borçlar toplam aktifin yüzde 13’üne ulaşmıştır. Yani, sektör dışarıdan borç
alarak içeride kredi dağıtmaktadır. Çok fazla olmasa da dışa bağımlıdır.
Fiili sermaye yeterliliği yüzde 13,5 düzeyindedir. Yasal alt sınırın üzerindedir. Ancak TGA görülen artış
hızı böyle gider ve gerekli önlemler alınmazsa, yazının başında belirttiğim
gibi, ileride daha fazla kredi vermede sorunlar yaşanabilecektir.
Son söz yerine şu söylenebilir.
Ekonomi gerekli büyüme hızına ulaşmazsa, öncelikle küçük esnaf, KOBİ’ler ve
hanehalkı borç ödemekte daha da zorlanacak. Ekonomik sıkıntılar, alttan ve
derinden yayılmaya devam edecek.
Bilginize.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder