İngiltere’de referandum olduğu
bir günde, sonuçlar belli olmadan böyle bir yazı yazmak iddialı bir iş.
Ama genel bir doğru var. 2008
Küresel Krizinin ardından dünya eski dünya olmayacak. II. Dünya Savaşı
sonrasında kurulan, 1990’larda Sovyetlerin dağılmasının ardından oldukça
değişen siyasi ve ekonomik düzen yenileniyor.
Ekonomide dünya büyüme
sorunuyla boğuşuyor. Sadece gelişen piyasalar değil, sanayileşmiş ekonomiler de
aynı dertten mustarip. Finansal sistemden tutun da reel ekonomik sıkıntılara kalıcı
çare bulunamıyor.
En büyük sorun yeteri kadar talep
yaratamamak. Çünkü 1990’ların başında fabrikalarını ucuz emek cennetlerine
taşıyan sanayileşmiş ülkelerde, insanların bir kısmı işsiz parası yok, işi
olanın da uluslararası rekabet adına ücreti düşük. Yanı sıra devletlerin, şirketlerin ve hanehalklarının borcu çok. Harcamaları
büyütemiyorlar. Sonuç olarak, dünyada
gelir dağılımı öylesine bozuldu ki IMF yetkilileri bile konu hakkında konuşmaya
başladı.
Öte yandan harcama artsa,
tüketim ivme kazansa, bu sefer de bir çok ülke Çin’den, Bangladeş’ten ithalat
yapıyor, cari açık veriyor.
Çözüm adına önce negatif faiz
denediler. Finansal sektörün batışını engellediler. Ama o bile çare harcamaya
olamayınca, zenginler yeni arayışlara
başladı.
Artık 1990 sonrasında başlayan
finansallaşma, (döviz ticareti ve kredi verme) yoluyla para kazanma döneminin
devamı sorgulanıyor. Tarihte kapitalizm denince sanayileşme akla gelirdi. Gelişmiş ekonomilerde, geriye dönüş
eğilimleri gözleniyor, fabrikaları geri getirelim düşüncesi yaygınlaşıyor.
Ancak, sosyal hakların etkisi
sonucu artan işgücü maliyetlerinin, üretilen malı ihraç edebilmek için bir engel
olabileceğinden endişe ediliyor. Çünkü küreselleşen dünyada rekabet çok fazla. Burada iki seçenekle karşı karşıyalar: Ya
sosyal devletten vaz geçecekler ya da teknoloji yoğun yatırımlara yönelecekler.
Bana göre Davos’ta tartışılan “Sanayi Devrimi 4.0” başlığının
arkasında bu yatıyor. Almanların öncülüğünü yaptığı yeni akım, başta Avrupa
olmak üzere sanayileşmiş ülkelerde taraftar toplamaya devam ediyor. Amaç daha az işgücü, daha çok teknoloji,
daha çok verimlilik vb. Ama bir sıkıntı var. Bunun sonu da işsizlik.
Üretim artarken, bir ekonomi için asıl olan
temel soruna çözüm bulunamamış oluyor.
Burada dünya ticaretinde
rekabeti yeniden tanımlamak adına değişik bir seçenek akla geliyor: Serbest ticaret bölgeleri.
Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Pasifik Okyanusu tarafında, ABD’nin öncülüğünü yaptığı TPP (Trans Pasific Partnership) anlaşma
imzalandı. Önemli bir anlaşma. Finansal hizmetlerden, anlaşmazlıkların halline
kadar birçok değişiklik getiriyor. Siyasi olarak en önemli tarafı ise, Çin ve
Hindistan anlaşmaya taraf değiller.
Atlantik tarafında da AB ile benzeri
bir anlaşmanın, TTIP (Transatlantic
Trade and Investment Partnership), imzalanması için müzakereler sürüyor.
Olursa Obama, görev süresini bitirmeden buna da imzalamak istiyor. Ancak zor
gibi. Dahası bu anlaşmada da Rusya yok.
Anlaşma fikrini destekleyenlere
göre, serbest ticaret anlaşmaları ile
mal ve hizmetlerin taraf ülkeler arasındaki hareketi kolaylaşacak. Buna
karşılık üye olmayanların bu bölgelere mal satması daha zorlaşacak ve maliyetli
olacak. Böylelikle rekabetin kısmen
önüne geçilmiş olacak. Üretim ve istihdam artabilecek.
Eğer bu yetmezse,
ekonomistlerin başka bir fikri daha var: Helikopterden
para atmak. Aslında merkez bankalarının bütçelere karşılıksız para vermesini,
hazinelerin bedava borçlanmasına yardımcı olmasını öneriyorlar. Devletler
de bu parayı sosyal transferler aracılığıyla dar ve sabit gelirlilere dağıtıp
tüketimi tetiklemeyi arzu ediyorlar. Uygulanabilirliğini tartışmak lazım.
Bunlar olasılıklar. Hayata geçtiğinde
dünyada Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi gelişmekte olan ülkelerin içine
almayan dev bir ticaret bloğu oluşacak.
Peki, bu resimde Türkiye nerede?
Şimdilik Atlantik tarafında, AB’nin
kapısında bekliyor. Bu arada, İngiltere’deki AB Referandumunda, en az 30 yılda
üye olamayacağı konusunda halka söz veriliyor. Bizim siyasetçilerimiz de
“Müslüman olduğumuz için bizi almazlar” demeye başladılar.
O zaman asırlardır uğraş verdiğimiz
batı medeniyetine ulaşma mücadelesine son mu veriyoruz? Yoksa yeni şartları
iyice anlamaya çalışıp, ülkemizin çıkarlarını en iyi temsil edecek yeni bir
statü mü oluşturacağız? Yüzbinlerce
Ortadoğulu, K. Afrikalı canını riske
atıp Ortadoğu’dan kaçarken, biz “Müslümanız en iyisi bir Ortadoğu birliği
kuralım oraya üye olalım” mı diyeceğiz? Böyle olursa, en çok ihracatı AB’ye
yaptığımıza göre sanayimiz, ekonomimiz ne olacak? Yoksa Türkiye’nin aksı değişiyor mu?
Soruların sonu yok. Ama siyasetçi,
akademisyen kısacası birileri artık, günlük boş muhabbetleri bırakıp yarınımız,
çocuklarımızı, torunlarımızı ilgilendiren işlerle de ilgilenmeye başlamazsa
işimiz zor.
Uykudan uyandığımızda kendimizi, cami avlusuna bırakılmış
annesi babası belli olmayan terkedilmiş bir öksüz gibi bulacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder